Uzun zamandır hayatımızda… İzlediğim her işinde farklı bir tat bırakmıştır bende. Yer Gök Aşk’tan bu yana, duruşu, oyunu, ekrandan geçen samimiyetiyle yeri bir başkadır Birce’nin. İki sezondur onu Babil’in İlay’ı olarak izliyoruz… Aşık, tutkulu ama ne yazık ki arada kalmış… Birce ile sohbetimizde iyi ki hayatıma girmiş dediği İlay’ı, Babil’i, arkadaşlıkları, dostlukları, aşkı, minik ve sevimli ev arkadaşlarını konuştuk…
• İlk sezondan bu yana Babil’deki performansınızla çok konuşuldunuz. Geriye dönük bir değerlendirme yapsanız Babil ve ilay özelinde neler söylemek istersiniz?
Geçenlerde ikinci sezonun ilk bölümünden hemen önce yazmıştım. İlay benim kalbimi ağrıtıyor her defasında diye. Kelimesi kelimesine bu kadın bu benim için. Köksüz bir ağaç nasıl fırtınaya direnemezse İlay da bunca fırtınaya direnemedi. Çünkü kökleri yok. Ne kadar çıkmak istediyse de o cendereden çıkamadı. Yeni ergenler gibi hayal kurdu sadece. Sonunda da hiçbir şeyin sandığı gibi olmadığını anladığında yine sisteme teslim oldu. Bazı kimseler hayatta cesur adımlar atabilmek için, yanlarında buna değecek birisine ihtiyaç duyarlar. Bu her zaman bir aşk olmak zorunda değil, bazen evlat, bazen kardeş, anne, baba, eş, sevgili. İlay bu süreçte geçmişinden kalan ve hala içini kavuran o aşkla yani İrfan’la içinde bulunduğu girdaptan çıkabileceğine çok inandı. Ama olamadı. Şimdi ne yapacak bilmiyorum. Süleyman’ın hislerinin gerçekliğinden emin ve bu hislerle ne kadar tehlikeli olabileceğini gördü üstelik. Gemisi su alıyordu, batacaktı en güvenli ve şefkatli limana sığındı sanki. Bundan sonrasını ise inan bilmiyorum yazıldıkça keşfediyoruz biz de. Aldığım geri dönüşlerden çok mutluyum takdir edilmek beni hiçbir zaman şımartmamıştır tersine hep daha iyisini yapabilmeye olan inancımı teşvik ediyor. Babil iyi ki girdi hayatıma. Başarılı bir işin parçası olmak güzel ama bunun yanı sıra çok güzel insanlar kazandım. Bu deneyimi yaşadığım için şükürler olsun diyorum her düşündüğümde.
• Başa döndüğümüzde İlay ve Babil’de sizi ikan eden sebepler nelerdi?
İnsanın para ile olan ilişkisinin birçok açıdan sorgulanıyor olması çok ilgimi çekmişti ilk vuruşta. İlay özelinde ise İlay’ın aile travması, hayatta hep kendi kendisinin ailesi olmaya çalışması, aslında hiç birlikte olamayacağı bir adamın metresi olması, gerçek ama kaybettiği aşkına duyduğu özlemi ve derin sularında kendine sakladığı yalnızlığı beni epey etkilemişti beni bir kadın olarak.
• İlay, dişi bir karakter. Siz İlay’ı nasıl yorumlarsınız, empati yaptığınızda İlay’a tutunduğunuz yer neresidir?
İlay dişi evet fakat bunun içindeki küçük yaralı kız çocuğunu saklamak için bir kalkan olduğunu düşündüm hep yani öyle yorumladım. Gerçek hayatta da çoğu kez şahit oluruz böyle insanlara. Kimsenin göründüğü gibi olmadığı bir zamanda yaşıyoruz. Dolayısıyla hepimiz birer vakayız bence J Ben çektiği tüm yoksunlukları ve kimse aslında ona umut vermezken, Egemen’in üç beş lafıyla İrfan’la bir gün mutlu bir hayatları olabileceğine inanmasını ve ergen gibi hayaller kurmasını buna bağlıyorum. Duygusal gelişimi ailesinin yokluğu ile birlikte eksik kalmış sanki. Artık güçlü durmaktan da iyice yorulmuş. Tutunacak bir dal araması da bu içinde sevgiye muhtaç kalmış kız çocuğundan. Ataerkil toplumlarda böyle maalesef. Babalarının sevgisinden eksik kalmış kızların sevgi yoksunlukları yüzünden yanlış kararlar alma yüzdeleri fazladır. Ve alınan bu yanlış kararlar bu kadınların hayatlarında birer trajedi olarak tahtlarını da yaparlar, bahtlarını da.
• Bir kadın olarak son bölümde yer alan Süleyman ve İlay sahnesi, beni etkiledi. Bir yanda Süleyman’ın aşkı, diğer yanda İlay’ın İrfan’a olan aşkı ya da bağımlığı mı demeliyiz? Sizin bu sahneyle ilgili fikrinizi merak ediyorum. Bir yandan İlay’ın içinde bulunduğu bu aşk döngüsünü nasıl ifade edersiniz?
İlay, İrfan’a çok aşıktı. Hala aşık. Gerçek aşklar öyle kolay kolay yok olmazlar. Hele yarım kalmış olanlar. Saplantılı bir hale gelişi bu yüzden de olmuş olabilir bilemiyorum. Ama bu ne kadar gerçek olduğunu tartışmaya açmaz. Bu kız o adamı çok sevdi ya da seviyor. Ama dert şu adam onu sevmiyor, ya da belki seviyorsa da adam artık orada değil. Belki Deniz’in hastalığı olmasaydı da bunlar karşılaşsalardı bunca şey yaşanmasaydı belki olabilirdi. Birbirleriyle hesaplaşır yüzleşir, tutkularına sarılır bir kere daha yüzmeyi denerlerdi. Ama şu an artık geçit yok gibi bu aşk için. İlay’ın İrfan’a olan inancının son kullanma tarihi de geçti malesef. Süleyman ise iyisiyle kötüsüyle gerçek ve mıh gibi duruyor orada. İrfan’da biliyordu “İlay bir şekilde hayatta kalır.” Bunu söylerken İlay’ın reflekslerinin ne olabileceğini kestiriyordu eminim ondan söyledi. Ama bunun İlay’da, onun iç dünyasında nelere mal olduğunu ve olabileceğini hiç düşünmedi İrfan. İlay zaten bu köprüyü bir kere geçti daha ne kadar yaralayıcı ve aşağılayıcı olabilirdi ki onun için. Çaresizlikten aynı hatayı bir kere daha yapmadınız mı hiç?
• Biraz dostluklar üzerinden gidelim mi? İlay ve Egemen’i çok yakın iki dost, sırdaş olarak gördük bir süre öncesinde kadar… ama çıkarlar doğrultusunda şimdilik bu dostluk büyük bir çöküş yaşadı gibi görünüyor. Sizin dostluklara ve arkadaşlıklara bakış açınız nedir, dostum dediğiniz çok insan var mıdır hayatınızda?
Egemen, İlay için büyük hayal kırıklığı. Ondan asla böyle bir hamle beklemiyordu. Ama İlay da Egemen için çok hayati ve hassas bir konuya girdi ve ifşa etti. Ucu ona da dokunuyordu evet ve niyeti kötü değildi fakat nelere mal olabileceğini kestiremedi. Hatası büyük. Yolu bu olmamalıydı. Ama Egemen’i de hiç tanıyamamış. Bazen olur öyle J Benim dostluklara bakışım sevgi ve aidiyet üzerine kuruludur. Yıllanmış dostluklarım var şükürler olsun. Ailelerimizi seçemeyiz, ama dostlarımızı ve eşimizi seçebiliriz diye bir laf vardır çok severim. Ve dostlarımız seçtiğimiz ailelerimizdir bizim. Ailelerimizi koşulsuz severiz, ama dostlarımızı koşulsuz sevebilmeyi başarabilmek hiç bitmeyen hayat boyu süren bir yolculuk, hiç bitmeyen bir imtihan gibi bence.
• İlay’ı ilk sezon başarılı bir iş kadını olarak gördük. Sonrasında işler birazcık değişti gibi . Kadın karakterler, Türk dizilerinde cinsiyet eşitliğine uygun olarak yansıtılıyor mu? Siz kabul ettiğiniz projelerde karakterin mesleki konumlandırılmasına ne kadar dikkat ediyorsunuz?
Kanayan bir yaraya parmak basıyorsun. Cinsiyet eşitliği gerçek hayatta var mı ki dizilerde olsun. İzleyicinin alım gücüne yani kapitalin nasıl yer değiştireceğine endeksli bir reyting sisteminde, hikayeler yön verici ya da özgür değil maalesef rüzgar nereye eserse yönü oraya doğru değişkenlik gösteren bir bayrak gibi dalgalanıyor. Var gel bu söylediğimden sen anla artık. Daha da bir şey demem. Çok sıkılıyor çok üzülüyorum bu durumdan.
• Hep birlikte zor bir süreçten geçtik pandemi döneminde, hala da etkileri sürüyor… Siz bu süreci, eve kapandığımız dönemleri nasıl atlattınız? Durup baktığınızda, size yeni bir şeyler kattı mı bu süreç?
Hala çoğunlukla evde geçirdiğimiz bir dönemdeyiz aslında. Ama ben ihtiyacım olduğu noktada çok dikkat ederek sosyalleşiyorum, çünkü evimi sevdiğim kadar sokakta hayatın içinde olmayı da çok seviyorum. Yeni normal diye bir dünyamız var artık. Bunun bilincinde hayatı sürdürebilmeliyiz diye düşünüyorum. Sokağa çıkma yasaklarının en katı olduğu dönemde de yürüyüşlerimi yapmaya özen gösteriyordum. Epey düşünce birikti o dönemde kafamda. Şimdi ise hayatımın akışını biraz olsun değiştirmeye, yine inandığım aynı yolda alternatif patikalar açmaya niyetlendiğim, ve bunun üzerine ufak ufak çalışmaya başladığım bir sürece girdim. Bakalım zaman ne gösterecek.
• Bir yandan da çokça hayvan dostunuz olduğunu görüyoruz, onların gerçekten iyileştirici etkisi olduğuna inanıyorum. Eminim sizin için de öyledir… Onlarla vakit nasıl geçiyor? Acaba toplamda kaç hayvan dostunuzla birlikte yaşıyorsunuz?
Benim 1 tane köpeğim ve 7 tane kedim vardı. Kedilerimden 4 ünü bir sene içerisinde kaybettim. Çok zordu bu sene benim için çok ağladım çok üzüldüm. Onlarla kurduğum bağı tüm yakın dostlarım ve sevenlerim bilirler. Evim karnaval gibiydi benim. Şimdi ise kızlar yurdu gibiyiz. Yeni ismimiz bu. Köpeğim Gipsy, kedilerim Kısmet, Mina, Lucy, yardımcım Bahar ve ben. Evde herkes dişi J Komik bir aileyiz biz evde çok eğleniyoruz.
• Pandemi öncesi Keşanlı Ali Destanı’na başlamıştınız. Doğal olarak sanırım bir duraklama süreci oldu. Oyunun gidişatıyla ilgili bir gelişme var mıdır?
Henüz yok maalesef. Keşanlı Ali Destanı büyük bir prodüksiyon. Yeni salgın düzenlemeleriyle salonlardaki izleyici kapasitesi epey düştü. Bu şartlarda 1800 – 2000 kişilik bir salona göre tasarlanmış bu oyunun kendisini çevirmesi ve kazanabilecek hale gelmesi biraz zor. Prodüksiyon tiyatrolarda genel olarak durum bu sadece bize özel değil. Ama oyunumuz hazır biz ilk günkü heyecanımızla seyircimizle yeniden buluşacağımız günü bekliyoruz. O günler tekrar gelecektir elbet.