TRT bu yıl ilk defa düzenlediği "12 Punto Senaryo Günleri" kapsamında bir uzun metraj proje yarışması duyurdu. 119 projenin katıldığı organizasyonda bağımsız ama profesyonel sektör mensupları tarafından ön elemeye tabi tutuldu ve 12 "bebek proje" finale kaldı. "Bebek proje", global anlamıyla henüz doğum aşamasında olan proje demek. Finale kalan projeler; 12 Temmuz’da, Akademi Başkanı John Bailey, Dünyanın en prestijli satış ajanslarından Wildbunch’ın Alım Direktörü Marie-Pierre Vallé ve Saraybosna Film Festivali Cinelink Direktörü Amra Bakšić Čamo tarafından değerlendirilecek. Bu proje kapsamında ülkemize gelen Bailey ile 12 Punto Senaryo Günleri'ni, Akademi'yi ve Oscar'ı konuştum.
Bailey 1942 doğumlu bir görüntü yönetmeni. Amerikan Sinema sektürüne katkıları saymakla bitmez. Akademi'nin tam da onun dönemine denk gelen değişim rüzgarlarının yelkeni olmuş ama durumu büyük bir tevazu ile görevdaşlarıyla paylaşıyor. Türkiye'ye öğrenciliği zamanından beri gelmek istemiş ama fırsat bulamamış. Şimdi hazır gelmişken sadece İstanbul'u değil, Antalya, Kapadokya, Konya gibi şehirlerimizi de görecek. Genel olarak bu tür röportajlarda sıranın en sonuna kalmayı tercih ederim. Muhatabım yorulmuş olur. Hep benzer türde soru almaktan da sıkılmış olur. John Bailey ile de en son röportaja girdim, işte o söhbetten süzülenler...
Buyrun bakalım..
● TRT'den 12 Punto Senaryo Günleri kapsamındaki bu yarışma için teklif alınca ne hissettiniz?
Heyecanlandım. Gerçekten heyecanlandım çünkü hep Türkiye'ye gelmek istemiştim ama hiç fırsatım olmamıştı. Görüntü Yönetmeni olarak uzun zamandır çalışıyorum. Öğrencilik yıllarımdan beri de Türkiye'ye gelmek istiyordum ve TRT'den böyle bir davet gelince çok güzel bir zamanlanma oldu.
● İstanbul dışında da Türkiye'yi gezeceksiniz bu ziyaretiniz esnasında değil mi?
İç Anadolu'ya Kapadokya'ya gidiyoruz sonra Akdeniz sahillerini göreceğim ve Konya'yı göreceğim. Karım ve ben bir mağara otelde kalacağız Kapadokya'da. Nuri Bilge Ceylan'ın "Kış Uykusu" filmindeki gibi bir mekanda kalacağız.
● Ne güzel. Nuri Bilge demişken. Türkiye yanlış hatırlamıyorsam 26 kez aday adayı oldu ama aday olamadı. Siz oradan baktığınızda Türkiye Sineması hakkında neler biliyorsunuz?
Ne yazık ki çok ama çok az şey biliyorum. Aklıma gelen ilk Türk filmi, Yol. Nuri Bilge Ceylan'ın hiçbir filmi kısa listeye giremedi. Son 10 senede bu filmlerin çoğunu izledim. Her zaman bu filmlerle ilgili konuştum, teşvik ettim ama onun filmlerinin shortliste girmediğini biliyorum. Son birkaç filmi de Cannes ve Berlin'de ödüller aldı. Ama buna rağmen aday olamadı. Türk film sektörü Amerika'da bilinmiyor. Bunu el birliği ile değiştirmemiz lazım.
● Bizim dizilerimiz popüler
Evet. Onlar da televizyonda popüler. Güney Amerika ve Çin'de çok beğenildiğini biliyorum dizilerinizin ama yine de Batı Avrupa'da, Kuzey Amerika'da ya da Kanada'da popüler değiller. Neden izlenmediklerinin sebebini söyleyecek kadar bilgi sahibi değilim.
● 12 Punto Senaryo Günleri'nde 12 proje finale kaldı. Nasıl buldunuz hikayelerimizi?
Henüz bilmiyorum hangileri finale kaldı.
● Öyle mi? Sinopsisleri okuduğunuzu zannediyordum..
Hayır okumadım çünkü ilk kez canlı sunumda duymak istedim bütün fikirleri. Eğer bi sinopsis okumuş olsaydım proje hakkında önden bir fikrim olurdu ama adil olmazdı. Canlı sunum anı (pitching) benim için önemli. Bu tür sunumlarda fikir sahibi salona gelir ve size o fikri sözel olarak anlatır. Satmaya, pazarlamaya çalışır. Ben önceden okumuş olsam bir ön yargıyla o toplantıya girerim. Beni heyecanlandıran o fikrin anlatımını bizzat sahibinden ve o anda duymak. Binlerce senaryo okudum, bitmiş filmleri izledim, bir sürü filmin ham kopyasını izledim ama daha önce hiçbir yarışmada bir canlı sunuma katılmamıştım. O yüzden de çok heyecanlanlıyım. Tabii benimle birlikte diğer jüri üyelerimiz de var. Bu da önemli.. Herkes dinlediği fikir üzerinden farklı bir bakış açısı getirir. Size sunulan perspektifi anlamak, paylaşmak için oradasınız, kendi fikrinizi dikte etmek için değil.. Film yapmak da tam böyledir. Bir işbirliği gerektirir. Genelde herkes "film yönetmeni tanrıdır" diye düşünür ama gerçekte o filmler bir grup insanın ortak bir fikri, hayali paylaşmasıyla ortaya çıkar. Bu jüride de aynı şeyi yapacağız. Farklı ülkelerden gelen, farklı perspektiflere sahip insanlar olarak aynı fikirleri dinleyip kendi aramızda tartışacağız. Gerçekten konuşulan şeyin değeri özü nedir bunu tartışıp bir karar vereceğiz.
● Amerikan Sinema'sı hikaye bağlamında bakarsak uzun zamandır bir tür dar boğazda diyebiliriz. Üreticilerinin dünyaya açılıp, hikaye araması sinemaya bir katkı sağlayacak mı?
Sinemanın en önemli özelliklerinden biri sürekli değişmesi ve evrim geçirmesidir. Yeni teknolojiler ve fikirlerin gelmesi bu değişimi sağlar.. O yüzden ulusal kimliklerimiz ne olursa olsun, artık kullandığımız teknoloji ve ekipmanın bir kimliği yok her yerde aynı. Önemli olan bu ekipmanlarla nasıl bir özgün anlatı gerçekleştirecek olmanızdır.
● Her yıl daha çok "yabancı dilde film" adayı "en iyi film"e de aday oluyor. Bu Hollywood'un pozisyonu ve anlattığınız gelişme için iyi bir gösterge..
Evet ve bu da iyi bir şey. Amerikan film sektöründeki sorunlardan biri de özellikle 30'lar, 40'lar ve 50'lerde bir hiyerarşi vardı. En tepede karar verici insanlar vardı. Ne tür filmler çekileceğine ve kimlerin çekeceğine karar veriyorlardı. Çok film yapılıyordu ama bir yeknesaklık vardı. Ama artık bu değişti. Bugün Hollywood'daki stüdyolar filmleri yaratmıyor satın alıyor, finanse ediyor ve dağıtımını üstleniyorlar. O yüzden artık Paramount, Universal, Warner filmi diye bir kimlik kalmadı. Bunlar eskide kaldı. Sektör çok açık, yaratıcılar da özgür ve serbest artık.
● Bu durumda genç sinemacılara ne önerirsiniz?
Artık film yaparken global mi yerel mi diye düşünmemek lazım. Bir fikriniz var. Senaryo yazıyorsunuz. Oyuncuları seçip filmi çekiyorsunuz. Filminiz öncelikle bir fikri eksiksiz olarak temsil edebilmeli. Diğer her şey bu bütünlüğün arkasından gelir. Amabu bütünlüğü sağlamak yerine "tam festivallik film yapayım" ya da "Bu film tam Akademi'ye göre" derseniz kendi kendinizi de fikrinizi de imha etmeniz demektir. Türkiye'deki filmcilere, yazarların genç yazarlara önerdiği yolu önerebilirim. "Bildiğin şeyin, anladığın şeyin filmini yap" diyebilirim. Yani en iyi bildiğiniz şeyin sanatını yapın. Sanatınızı bildiğiniz şeylerle ilişkilendirin.
● 91 yıldır var olan, 91 yıldır da her türlü eleştirilen bir organizasyonun da başındasınız..
(gülüyor) Önümüzdeki 91 yıl da eleştirilecektir kuşkunuz olmasın. Sanat kurumları her zaman eleştirilmelidir.
● Mutlaka.. Peki bu görev eğlenceli miydi?
İki senedir başkanım ve benim dönemim neredeyse bitiyor. Seneye yeniden sadece bir görüntü yönetmeni olacağım. Bu süreç çok keyifliydi aynı zamanda da çok zordu. Akademi'de de çok büyük değişikliklerin olduğu bir dönemdi. Ve meslektaşlarımla birlikte bu değişimin sorumluları arasındayım. Bu değişimi destekledim. Özellikle ırk ve cinsiyet eşitliği konusunda pek çok değişim yaşandı. Gururla söylüyorum ki bu doğrultuda davetlerimizi yaptık. Çok da zor olmadı onları bulmak. Pek çok kadın ve beyaz ırk dışındaki film yapımcısı sektörde uzun yıllardır üretimde oldukları ama Akademi üyesi olmadıkları için biz onları kolayca bulduk ve davet ettik. Mesela Marco Bellocchio. Kendisi beyaz ve İtalyan. 1965 yılından beri sektörde ve ona geçen sene üyelik daveti gönderdik. Elbette bu konuda kişisel olarak sorumluluk sadece benim değil; benimle birlikte çalışan bir icra komitesi ve yönetim kurulu var. Hep birlikte aynı şeyi vurguluyoruz. Daha fazla eşitlik.
● Son sorum. Geçen sene Oscar'ı sunucusuz izledik. Aksi gibi reytingler de %13 yükseldi. Artık sunucusuz mu devam edecek bu Oscar törenleri?
Kim bilir? (gülüyoruz) Henüz karar vermedik. Bazıları diyor ki bir daha asla sunucu olmasın. Ben kişisel olarak şunu düşünüyorum. Oscar Töreni'ni artık bir televizyon komedyeni sunmamalı çünkü bizim ihtiyacımız olmayan tek şey ilk 15 dakika boyunca o salonda davetli olarak oturanların dışında hiçkimsenin anlamayacağı şakalar yapılması. Bu benim kişisel fikrim.
● Belki reyting kaybını önlemek için töreni Netflix'ten yayınlayabilirsiniz?
İlginç bir öneriymiş. Neden olmasın? (Gülüyoruz) Akademi'nin 2024'te kadar ABC ile anlaşması var. Belki o zamana kadar bütün bu yayın ve izleme paradigmaları da değişebilir.
● Seyirci değişti artık. Genç bir seyirci var ve nerde nasıl isterse öyle izlemek istiyor.
Doğru. Her şey değişti. Biz de bütün bu değişiklikleri takip ediyoruz. Bildiğimiz bir şey var. Gençler artık daha az geleneksel televizyonu izliyor. "Kabloyu kesmek" diye bir durum artık var. Gençler internetten izliyor. Hatta pek çok genç insanın evinde televizyonu bile yok.