Sofia Boutella yönetmen Ramin Bahrani’nin, Ray Bradbury’nin Fahrenheit
451’in uyarlamasında rol alıyor. İkinci Amerikan İç Savaşı sonrası yakın bir gelecekteki distopik bir
dünyayı konu alan filmde, medya toplumların afyonudur, esaslar ve tarih yeniden
yazılıyordur ve kitaplar da İtfaiyeciler tarafından yakılıyordur. Michael B. Jordan (Creed, Black Panther), karizmatik ve hızla yükselen genç
İtfaiyeci Montag’ı canlandırıyor. Montag inançlarını sorgulamaya başlar ve
Michael Shannon (Nocturnal Animals, The Shape of Water) tarafından
canlandırılan akıl hocası Yüzbaşı Beatty’ye düşman olur.
Sofia Boutella, filmde Beatty’nin
muhbirlerinden biri olan Clarisse rolünde, kitapları kurtarmaya çalışan bir
yeraltı hareketinin parçası. Clarisse, Montag’i direnişe katılmaya ikna
eder. Boutella filmdeki tecrübesini şöyle dile getiriyor. “Çok güzel ve yaratıcı
bir işbirliği oldu. Michael B. Jordan kendini
rolüne çok adamıştı, çok da düşünceli biri. Onunla çalışmak büyük bir zevkti.
Hepsiyle öyle.”
Cezayir’de doğan Sofia Boutella, 5 yaşındayken dans etmeye başlamış. Ailesi, Sofia 10 yaşındayken Fransa’ya taşınmış ve lise yıllarında profesyonel olarak dansa
devam etmiş. Dansçı olarak
dünyayı gezen Boutella, Modanna’nın bazı turnelerinde de sahne almış. Dansçı olarak son performansı Super
Bowl’daydı. Bir oyuncu olarak çalıştığı filmlerin arasında, Streetdance 2, Monsters: Dark Continent,
Kingsman: The Secret Service, Jet Trash, Tiger Raid, Gateway 6, The Coldest
City, The Mummy, Star Trek: Beyond, Atomic Blonde ve Climax var.
Sofia, beş yaşından beri dans ediyor
● Şimdi Paris’te
mi yaşıyorsunuz?
Hayır, Los Angeles’tayım. 12 yıl ve 6 ay oldu. 12 yıl!
● Los Angeles'da yaşamayı
seviyor musunuz?
Evet, orada olabildiğim zaman tabii.
● Ailenizle her zaman olamıyorsunuz, bor değil mi..
Hayır ama ailem göçebe gibidir zaten. Öyle çok seyahat etmişler ki,
genlerimde var herhâlde. Küçükken babam bana “Hayat seni nereye götürüyorsa,
oraya git. Bana ait değilsin, annene de ait değilsin” demişti. Bu bana söylenen
en iyi şey olabilir. Küçükken bana “Şimdi şuraya gidiyorum” deme cesaretini
verdi. Konfor bölgelerinden uzaklaşır uzaklaşmaz evlerini özlediklerini
hisseden öyle çok insanla tanışıyorum ki. Bu onlar için iyi bir şey olabilir
ama benim için değil çünkü bana “Hayır, bu gitmek için bir fırsat” dediler
devamlı.
● Ailenizi özlüyor
musunuz?
Ailemi çok özlüyorum ama onlarla çok yakınım ve bana böyle bir öğütte
bulundukları için çok minnettarım. Bu bir armağan gibi, öyle değil mi? Tek bir
dezavantajı var bence, insanlar bana “nerelisin” diye sorduklarında cevap
veremiyorum. Bilmiyorum çünkü. Dünyanın bir parçası gibi hissediyorum.
Yeryüzüne aitim. Cezayirliyim. Doğduğum yerle ve geçmişimle gurur duyuyorum.
Büyüdüğüm yer olan Fransa’yla gurur duyuyorum. Sanki her yerliyim gibi geliyor.
Evim neresi bilmiyorum. İnsanlar “nerede yaşamak istersin” diye sorsalar... LA
mi? Belki hayır. New York? Belki. Deneyebilirim. Londra? Neden olmasın? Paris
ya da Cezayir’e geri dönmek istemiyorum. Hiç gitmediğim yerlere gitme
ihtiyacını hissediyorum.
● Filmden önce Ray
Bradbury’nin kitabını okumuş muydunuz?
SB: Hayır, maalesef okumamıştım ve çok şaşırdım. Dün Fransa’da büyüyen
başka bir kadınla konuşuyordum ve ona lisede okutmuşlar. Bize lisede
okutmamışlardı. Eğitimim sırasında hiç duymamıştım. Senaryoyu verdiklerinde,
“Nedir bu? Bir kitabın uyarlaması mı” dedim. Bu yüzden seçmelere katılmadan
önce kitabı okudum. Çok ilginçti. Muhteşemdi. Zamanının çok ötesinde.
Olağanüstü. Benim gibi olan herkes, yani kitaptan haberi olmayanlar, herkesin
bilmesi gerekiyor. Herkesin.
● Bir kitabı
sinemaya uyarlamak daima zor bir şeydir. Yönetmen Ramin Bahrani, daha
modern bir izleyici kitlesi için hikâyeyi nasıl güncelleştirdi sizce? Siz nasıl buldunuz?
Bence harika bir iş çıkardı. Yani sinemaya harika bir şekilde
uyarlamakla kalmadı, bu devir ve insanların anlayışına göre uyarladı. Şu anda
çok korkutucu bir devirde yaşıyoruz. Yani kitap ve film tam zamanında çıktı
bence. Seçimlerden önce senaryo üstünde çalışmaya başladılar. Bu bana da çok
çılgınca geliyor. Önemli olan verdiği mesaj.
● Günümüzle çakışan konular nedir sizce?
Sahte haberler, sosyal medya, emojiler. Birçok arkadaşım şu anda
mesajlarda tam cümle kuracaklarına, hissettikleri şeyin emojisini
paylaşıyorlar. Tam bir cümle yazmıyorlar yani. “Nasılsın?” dediğimde, kelime
kullanmadan, “Bu sabah uyandığımda kendimi... hissettim” diyorlar. Ama bu
arkadaşlarımın suçu değil. Onlara bu veriliyor ve “Çok daha hızlı oluyor”
diyorlar. Hızlı olan makbul oluyor. Ama her şey fazlasıyla hızlı artık.
İnsanlar bu yüzden kitapların kapağını açmıyorlar artık çünkü okumaya
başladığınız anda, kaçırdığınız şeyleri dert etmeye başlıyorsunuz. Hayatınızı
en güzel şekilde dolduracak şeyi yaparken neyi kaçırabilirsiniz ki? Herkeste
bir şey kaçırma endişesi var. Bence bu korkutucu. İnsanları kısıtlayan bir
hızda gidiyor her şey. Emojiler daha hızlı mesela. Emoji kullanın. Fast food
daha hızlı. Onu yiyin.
● Film ayrıca
kitap yakma şovlarını konu alıyor ve İtfaiyeciler de ünlü. Dünyada bugün olup
biten şeyleri medya da böyle takip ediyor âdeta. Siz bu konuda ne
düşünüyorsunuz?
Bence esas konulardan dikkat dağıtmak için böyle. Bu yüzden bu tür
şeyler yaratılıyor zaten. İnsanların bir şeyi putlaştırma ihtiyacı var. Tapınma
değil ama. Çok ilginç geliyor bazılarına. Neden peki? Kendilerini yeterince
geliştirmedikleri için, yeterince okumadıkları için kendilerine güvenmiyorlar
ve sadece gördüklerine bel bağlıyorlar. Onlara en iyi şeyi göstermeyen örnek
kişi gibi. Eskiden insanlar bir felsefeciye ya da şaire hayranlık duyarlardı.
Şimdiyse, yıldızlara ya da realite şovlara hayran oluyorlar. Hayatlarını ve
hayatlarının ritmini sergileyen insanlar. İnsanlar buna bağımlı. Bence bu çok
ilginç bir şey.
● Öyle şeyler
izliyor musunuz peki?
Evet! Karakter araştırması için izliyorum bazen. Çok ilginç buluyorum.
Hiç bağımlı olmadım. Merak işte. Kızmıyorum öyle şeylere. İnsanlar hayatlarına
yön vermesine izin verdiğinde kızıyorum. Beni rahatsız etmiyor. İnsanlara ne
yapmaları ya da ne düşünmeleri gerektiğini söylemeye çalışmıyorum. İnsanlar
kendilerine hiç güvenmiyormuş gibi geliyor. Bu yüzden de okuma ya da
kendilerini geliştirme ihtiyacı duymuyorlar.
● Çok yoğun olmanıza
rağmen, okumak için zamanınız oluyor mu?
Çok ama çok senaryo okuyorum. Okumak için tek zamanım bu. Bazı
senaryoları okurken, keşke kitap okusaydım dediğim oluyor bazen. (Güler) Beş
yıl sonra ilk defa bir tatile çıkma fırsatı buldum ve o zaman kitap okumayı
planlıyordum ama yine senaryo okudum çünkü çalışmayı bir türlü bırakamadım. Ama
okuyorum. Just Kids’i çok sevdiğim için Patti Smith’in M Train’ini aldım.
İnsanlar bana devamlı, “hangi kitabı kurtarırdın” diye soruyorlar. İlk başta
bir kitap söylüyordum, sonra iki oldu, şimdi üç oldu. (Güler)
● Diğeri nedir?
SB: Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens’i. Ve Dostoevsky’nin Notes
from Underground. Ramin film için vermişti bunu bana. Çok beğendim. Çok
acımasız bir dürüstlüğü var, çok ilginç. O harika bir yazar. Yani şimdilik o ve
Just Kids şimdilik.
● Biraz canlandırdığınız karakterden bahseder misiniz..
Clarisse McLellan’ı oynuyorum. O bir muhbir ve
hayatta kalmaya çalışan çetin ceviz bir kadın. Kitap seven insanların arasından
çıkmış ve gençken tüm bunlara isyan etmiş. Büyürken bencilmiş, sadece mutlu
olmaya odaklıymış. Ama onunla filmde tanıştığınızda, eski hayatına kavuşmak
için bilgi takası yapıyor. Bu yüzden kendi insanlarına ihanet ediyor. Çok
bencil bir yapısı var. İyi kararlar vermiş birine benzemiyor ama karakterin
hikâyesi çok çabuk değişiyor. Hayatta kalmayı başarmış biri.
● Ama Michael B.
Jordan’ın karakterinin, kitapları kurtarmaya çalışan direnişe katılmasında çok
önemli bir rolü var...
İkisi de kitapları için ölen kadın yüzünden suçluluk duyuyorlar. İkisi
de bundan sorumlu. Sonra olaylar oluyor. Başta daha önceki hâlini iyice
göstermek için fazla zamanımız olmuyor. Michael
Shannon’la tek büyük sahnem, sanal gerçeklik barındaki sahnemizdi. Michael B.
Jordan’la birlikte bir sahnemiz vardı. İkisi o sahnenin sonunda birlikteler ve
ben görünüşümle ruh hâlimi değiştiriyorum. Oynadığımı öyle anlıyorsunuz. İnsanlarla
birebir olduğumda. İhtiyacım olanı almam lazım ama ikisi orada olduğunda, fark
etmiyor.
● O kilit an,
sizin için neydi?
İşte o an, daha önce nasıl biri olduğuna dair bir fikir verdi bana.
“Görüşmek üzere Montag”, repliği mükemmeldi. Ramin de aynı fikirdeydi. Tek bir
cümle! Ve sarı saçlar, bencilliğini pekiştiren bir şey. Filmin başında çok
bencil. Ve olan her şeyden sonra, suçluluk duygusu da taşıyor. Ama içten içe,
en başta gördüğünüzde ne kadar sert olduğunu anlıyorsunuz. “Onu bana ver! Ben
yaptım!” tavrıyla. Ama onu yalnız başına gördüğünüzde... Çok içine kapanık,
çekingen biri. Kitaptan çok farklı çünkü kitapta çok neşeli, canlı biri. Gün
ışığı gibi. Beyaz bir elbise var üstünde, 17 yaşında. Bizim uyarlamamız çok
farklı ve bunu çok sevdim ama kitabın o kısmı da beni gülümsetiyor.
Bu filmde
çalışmak nasıldı?
Ben bayıldım. Bana göre çok karanlıktı. Zadie Smith’in
White Teeth (İncil Gibi Dişler) adlı kitabını okuyordum. Bir komedi kitabı. Üstünde
çalıştığım proje ve yaşadığım dünyayla tam bir zıtlık oluşuyordu. Karakterimin
geçmişini oluşturmaya çalışıyordum. Nasıl bir aileyle büyümüş olduğunu, onlara
başkaldırmanın nasıl bir şey olduğunu hayal etmeye çalışıyordum. Sonuçta her
ergenin yaptığı bir şey bu. Ama yine de karanlıktı.
Ramin nasıl bir
set yaratıyor?
Çok duyarlı bir yönetmen. Yanına gelip, kulağına fısıldıyor. Her notu
çok kişisel oluyor. Her türlü öneriyi göz önünde bulunduruyor. Aşırı derecede
zeki. Sadece çok eğlenceli noktaların değil, tüm gerekli noktaların üstünde
duruyor. Sadece çok eğlenceli öyle çok film yaptım ki, dünyamız ve vicdanımız
için önemli bir projede çalışmak benim için çok tatmin ediciydi. Sete ve
çalıştığımız ortama çok önem veriyordu ve entelektüel olarak biz de çok önem
verdi. Onun için önemli olan sanat, proje ve entelektüel kapsamıydı ve buna
bayıldım. Onu istediğim zaman arayıp, karakteri uzun uzun konuşabilirdik. Çok
sorularım vardı ve bana bu fırsatı verdi. Michael B. Jordan’la birlikte oturup,
sahneleri uzun uzun konuşurduk. Konuştukça not tutuyorduk ve notlarını ikimize
de veriyordu. Bir yandan da bizim söylediklerimizi not alıyordu. Bir gün
setteydik ve Michael’a dönüp, “Sahneyi öpüşmeden denemek ister misin” diye
sordum çünkü nihayetinde mesele bu değildi. Bunu hissediyorsun. Öyle de daha
güçlü olabilirdi. Ramin’e gittim söyledim ve o da “Evet, bir de öyle deneyelim”
dedi. Çok güzel ve yaratıcı bir işbirliği oldu.
Michael B. Jordan kendini rolüne çok adamıştı, çok da düşünceli biri.
Onunla çalışmak büyük bir zevkti. Hepsiyle öyle.
● Onunla çalışmaktan
hoşlandınız mı?
Evet, hem de çok. Onunla hiç tereddüt etmeden tekrar çalışırım. Çok
tatlı ve kibar biri. Tam bir centilmen. Onu çok seviyorum.
● Peki ya diğer
Michael? Michael Shannon?
Onun çok büyük bir hayranıyım. Gençken tüm işlerini çok severdim.
Revolutionary Road’daki performansı benim için bir referans oldu hep.
Menajerlerime, “Başrol istemiyorum, fark etmez. Revolutionary Road’da Michael
Shannon’a bakın” dedim hep. Tek bir sahnesi olan öyle karmaşık ve derin bir
karakter verin bana, acayip mutlu olurum. Tabii onun kadar tecrübeli ve
yetenekli olduğumu asla iddia etme ama hayran olduğum bir şey bu. Çok da komik
biri. Komik, nazik ve tatlı. Tanıtım turnesi sırasında birbirimizi çok daha iyi
tanıdık. Bizi eş yaptılar. Filmde birlikte fazla sahnemiz yoktu. Hatta dün,
tiyatro oyunlarını konuştuk çünkü o birçok oyunda oynamış ve ona ileride
tiyatroda oynamak istediğimi söyledim.
● Hedeflerinizden
biri de bu mu?
Evet, bunu da çok isterim. Oyunculuk hocam üstünde çalışmam için bazı
oyunlar verdi bana. Bu yüzden Ibsen, Chekhov, Eugene O’Neill ve Tennessee
Williams okudum çok.
● Geçmişte daha
küçük filmler yaptığın için bunun bu kadar büyük bir film olması seni etkiledi
mi? Özellikle de Ramin için.
Evet, onun için çok büyük bir film! Hatırlıyorum da, sete ilk
geldiğimizde, bir sürü kamyon ve karavanlar vardı. Ramin “Buna bakamayacağım”
dedi ve ona neden diye sorum. Hiç bu kadar büyük bir bütçesi olmamış çünkü.
(Güler) Ben daha küçüğünü yapardım. Gaspar Noe ile bir filmi yeni bitirdim. Bu
sabah gösterime girdi. Ama henüz izleyemedim. Tek istediğim gerçek sanatçılar
ve vizyonerlerle çalışmak. Her şeye açığım. Değişik şeyleri de çok seviyorum.
Ama Ramin ve Gaspar gibi insanların vizyonları çok ilgimi çekiyor.
● Climax filminde Gaspar
Noé ile çalıştığınızı söylediniz. O film de Cannes’da. Henüz izlemedim
ama dansçı geçmişinizden ilham aldınız gibi sanki.
Evet. Gaspar çok yetenekli biri. Yaptıklarını beğenmeseniz bile, inkâr
edemezsiniz. Size illa ki bir şey hissettiriyor. İster nefret, ister sevmek
olsun. Ve benim de tek istediğim bu. Benim için hiçbir şey hissetmemek, bir
sanat eserinin başına gelebilecek en kötü şey. Bu yüzden “Beğenmedim” denmesi
sorun değil. Ama “Bu çok saçma, çok yanlış bir şey, rezalet” demek de doğru
değil. Sonuçta bu bir sanat eseri. Hele onu bir tanısanız... O çok nazik biri.
Herkes onu çok seviyor. Ve kimseyi hiçbir şeye zorlamıyor. Bu çok ilginç çünkü
insanlara istediği şeyleri nasıl yaptırıyor çok merak ediyorum. Ama samimi bir
şekilde, “Bunu yapmak istemiyorsan, sorun değil” diyor. Bu, hiç plan yapılmamış
bir sette çok ilginç oluyor. Hiçbir şey planlanmamıştı. Beş sayfalık bir
senaryomuz vardı. Senaryo bile denmez. Her gün çalışmamız için bir tretman
gelirdi. Ne yapacağımızı o gün öğrenirdik. Çok yoğun bir tempoydu ama bir kez
bile öfkelenip, kendini kaybetmedi. Hiç kimseye bağırmadı. Hep çok nazik ve
düşünceliydi. Çekimlerden sonra bir sahneyi izleyeceğimiz zaman, “Hadi gel
otur, herkes gelsin, dansçıları da çağırın. Yer açın, sandalye getirin” falan derdi.
“Gaspar, bir kez daha çekmemiz lazım” dendiğinde, “Hayır, hayır. İyi misin? Su
ister misin? Benimkini al. Üşüdün mü? Ceketimi al” gibi şeyler söylerdi. Bazen
“sen gerçek misin?” diye sorardım. (Güler) Ona bayıldım. Çekimler iki ay önce
bitti. İnanabiliyor musunuz?
● Yani hedefiniz
işte çeşitlilik mi?
Evet. Çok mutluyum. Hâlâ şekilleniyorum. Gelişiyorum. Bence bu asla
bitmez. Nasıl bir yolda olduğumu belirlemeye çalışıyorum hâlâ. Daha tam stabil
bir yol değil. Yolu hâlâ şekillendiriyorum. Ama yolda giderken de
şekillendirmeye devam edebilirsiniz. Çok şeyi şekillendirirsiniz. Keşfediyorum
ve öğreniyorum. Hâlâ bir sürü şey öğreniyorum. Bilmediğim öyle çok şey var ki.
● Hâlâ dans ediyor
musunuz?
Gaspar’ın filminde dans ettim ama dansa devam edemiyorum. Ocak ayında,
Los Angeles’ta, Sean Penn’in Haiti için düzenlediği hayır gecesinde dans ettim.
Bir yıl önce Art Basel’de Madonna’nın bir elbisesini açık arttırmayla satmıştı
ve hayır gecesi için tekrar bir elbise verip vermeyeceğini sormuş. Benim dans
etmemi de konuşmuşlar ve hayır diyemedim tabii çünkü hem hayır işiydi, hem de Madonna
ve Sean Penn rica ediyordu. İkisi de çok nazik ve tatlı.
● Madonna’yla dans
etmiştiniz, değil mi?
Evet, 9 yıl boyunca. Ondan çok şey öğrendim. Çok ilginç ve harika bir
kadın. Çok çalışkan ve her şeye çok önem veriyor.
● Kendiniz için
dans ediyor musunuz?
Evet. Gece kulübünde sarhoş olduğumda. (Güler) Hayır, şaka yapıyorum.
Tekrar ders almaya başlarsam, fazla önemserim. Eski hâlime dönmeyi isterim.
Kalbime dokunur. Beni çok fazla etkiler. Biraz uzak durmam lazım. Dansı,
üstümden attığım bir şeymiş gibi bırakmadım. Doğal bir şekilde azalttım. Ama
bale derslerine dönmek için sabırsızlanıyorum. Bunu iple çekiyorum. Modern bale
dersi almak. Hazır olduğumda bunu yapmayı çok isterim.