İzlenme oranlarıyla Çarşamba gününün dengesini alt üst eden Atv dizisi Sen Anlat Karadeniz, yayın açıktığı ilk günden beri olumlu, olumsuz eleştirilerin hedefi oluyor. Türk Televizyon Tarihi'ne fenomen dizi ve karakterler hediye eden Osman Sınav bir durgunluk dönemi geçirdikten sonra bu Karadeniz hikayesiyle sahalara döndü. Bize de hikayenin yaratıcıları Ayşe Ferda Eryılmaz ve Nehir Erdem ile hasbıhal etmek düştü. Lafı uzatmadan sizi Sen Anlat Karadeniz'in senaristeriyle baş başa bırakıyorum.
●
Öncelikle ikiniz de biraz kendinizden bahseder misiniz? AFE: Bu soru hep en kazık soru oluyor. 9 yaşındayken anneannesinin arkadaşı için dul bir cumhurbaşkanına aşk mektubu yazarak yazma kariyerine başlayan biriyim:) Eğitim hayatım çok alakasız, ama hep yazdım ve bunu meslek olarak yapabildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Çok fazla çalışırım, merhamete, özgür iradeye, inada ve samimiyete inanırım, “Kader cesurlara güler” sözünü düstur kabul ederim, bir de kocam ve 9 yaşındaki oğlum için her gün Allah’a şükrederim. Bu kadar..
NE: Kendimi bildiğim andan beri ayrık otu olmuşumdur. Eğitim sistemini beğenmez, öğretmenle takışır. Hiyerarşiye sinir olduğu için abileriyle tartışır. Tabuları oluşturan zihniyetlere ayar olduğu için kalıplarla çatışır. Susmayı bilmediği için çenesiyle savaşır. Yok yetmezse rampada yol vermeyen kamyonlarla yarışır. O da olmadı kendini sokmayan yılanı bile ayağının altına sıkıştırır:) Medeni hali evli, evliliği iki çocukla renkli, konuştuğundan fazla yazan, yazdığından fazla düşünen bir kadınceyizim işte.
● İnadına Aşk ekranda uzun süre barınan ve çok sevilen bir dizi oldu. Sizin yazdığınız dizilerde ağırlıklı olarak bir Karadeniz esintisi görüyoruz. Bunun özel bir sebebi var mı? Nedir sizi o dünyaya çeken?
Bir kere kültürü tanıyoruz. Nehir Karadeniz kızı, eşi de Karadenizli; ben Ege/muhacir karışımı bir ailenin kızı olsam da Karadeniz geliniyim. Ayrıca yerel hikayeler anlatmayı seven yazarlarız. Ama en önemlisi şu “Umudu biterse inadı başlar” meselesi. Bizi Karadeniz’in dünyasına en çok çeken şey inatları galiba.
● İkiniz de aynı zamanda roman yazarlarısınız. Bir kitap yazma ile dizi yazma maratonunun sizce benzer ve birbirinden ayrılan tarafları neler?
Sanki tek benzer yanı ikisinde de kelimeleri kullanmak. Süreçler çok farklı. Roman yazmak yalnız bir süreç, dizi ise yüz küsur kişiyle omuz omuza çalıştığınız bir macera. Roman yazmak tek kişilik bir özgürlük, dizi yapmak yüz kişilik bir zenginlik.
● Ortak çalışmanın zorlayıcı yanları var mı? Hikayeyi oluştururken, çok önemli ya da gidişat belirleyici bir noktada anlaşamadığınızda nasıl bir yol izliyorsunuz? Kimin nazı kime daha çok geçiyor?
Biz aynı zamanda çok sıkı dostuz, o yüzden hayır, hiç zorluk çekmiyoruz. Genelde birbirimizin yakaladığı noktalara hayran kalırız, arada anlaşamadığımızda da deli gibi kavga ederiz. Bir keresinde tek bir kelime için 3 saat kavga etmiştik. Sonra da oyuncu o kelimeyi söylemeyi unutmuştu (Gülüyoruz) Naz geçme durumuna gelince pek yok. Mutlaka birimiz diğerimizi ikna ederiz.
● Sen Anlat Karadeniz’e gelelim. Süreç nasıl işledi?
Fikir ve hikaye çok hızlı çıktı ama sonrası uzun ve yoğun bir süreç oldu. Çok araştırdık, çok okuduk, çok fazla karakter notu ve bölüm hikayesi yazdık. Bir yıldan fazla süre, Sen Anlat Karadeniz’le yattık kalktık. Ana hikaye bir buçuk günde oluştu. Derinleştirmek, yaymak ve nereye gideceğimize karar vermek ise sekiz ayımızı falan aldı.
● Dizi çok sert sahneler içeriyor. Şiddetin gösterilmeden anlatılamayacağına inananlardanım. İlk bölüm yayına girmeden önce ertesi gün çıkacak sonucu tahmin ediyor muydunuz?
Yazdığımız hikayenin ilgi çekeceğini düşünüyorduk ama çekilen bölümü izleyince iyi bir sonuç alacağımızdan emin olduk. Çünkü setten müthiş bir iş çıkmıştı. Fakat bu kadarını bekliyor muyduk; kesinlikle hayır. Mutlu ve şaşkınız, stresten de geberiyoruz, hepsi için Türk seyircisine çok teşekkürler.
● Kadına şiddet gibi çokça baskın ve önem teşkil eden konuya parmak basmak zor. Fazlasıyla eleştirilen ve kusursuz mükemmelliyette işlenmesi gereken bir konu her şeyden evvel. Ve aynı zamanda da çok büyük bir sorumluluk. Yola çıkarken ne anlatacağınızı uzun vadeli planladınız mı? Nefes’in başına geleceklerin ne kadarını biliyorsunuz?
Bir kadın, oğluyla birlikte bir adamın şiddetinden kaçar ve toplumsal şiddetin içine düşer. Evet bunu anlatmak çok büyük sorumluluk, bunun bilincindeyiz ve mide ağrısından geberiyoruz, bazen nefes alamıyoruz. Fiziksel şiddet, cinsel şiddet, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, toplumsal şiddet; kahramanımız Nefes hepsine direnecek. Direnirken yanlışlar da yapacak, onun ve başkalarının yanlışlarının sonuçlarıyla da karşılacak ama direnmekten asla vazgeçmeyecek. Bu yolu çok uzun vadeli planladık evet. Nefes’in başına geleceklerin hepsini biliyoruz. Bu bir peri masalı değil, acemiliklerle, hamlıklarla, zorluklarla ve çözümsüzlüklerle dolu bir yolculuk. Ama aynı zamanda bir kadının kahraman oluşunun ve bir erkekle omuz omuza duruşunun hikayesi. Zor olacak, yavaş olacak, ama olacak. Bu hikayeyi anlatanlar olarak çok stresliyiz, yanlış bir şey yapmamak için çok uğraşıyoruz, inşallah yapmayız.
● Osman Sınav gibi zamanında fenomen işler çıkarmış sonra duraklama dönemine girmiş ciddi bir usta ile çalışıyorsunuz. Osman Sınav ile çalışmak nasıl? Hikayeyi yönlendirir mi, karakterlere katkısı olur mu?
Osman Sınav’la çalışmak çok acayip bir şeydir. Senaryoya asla karışmaz, senariste saygısı çok büyüktür ve bizi tamamen özgür bırakır. Ama arada öyle bir cümle eder ki, bilinçaltınızın taşlarını yerinden oynatır, siz kendinizi o depremden yeni hikayeler çıkarırken bulursunuz. Senaristin Kuşçu’su gibi biridir Osman Sınav.
● SAK, yayına çıktığı ilk andan beri sosyal medyada olumlu/olumsuz eleştiriyi eşit oranda alan bir hikaye oldu. Çok yüksek izlenme oranları alan bir hikaye üzerinde seyircinin ortak bir kanıya varamamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim gördüğümüz kadarıyla olumlu eleştiri açık ara fazla, bu soruyu duyunca bir an “ula algıda seçicilik mi yapıyoruz ki?” diye düşünmedik değil. Ama seyircinin ortak bir kanıya varmaması normal yani, anlattığımız hikaye toplumun ortak kanıya vardığı bir hikaye değil ki.
● Şiddet üzerine konuşulmasını, tartışılmasını sağlamak bana göre bir televizyon içeriğinin görevini yaptığı anlamına gelir. Peki, sizce hikayeniz şiddet üzerine konuşulmayı sağlıyor mu? Sosyal medyada bazı NefTah hayranlarının konuya sadece “çiftin yakışması ve aşk yaşaması” bağlamında yaklaşması yaratmak istediğiniz farkındalık bağlamında korkutuyor mu?
Hikaye şiddet hakkında tahmin ettiğimizden de fazla konuşturdu. Bir sürü geri bildirim alıyoruz. Üniversitelerden kadına karşı şiddetle ilgili söyleşi teklifleri geliyor mesela. Kadının toplumsal yeri konulu yüksek lisans derslerinde konuşulduğumuzu öğrendik. Birçok okulda öğretmenler kadına karşı şiddeti konuşmuş. E, evlerde zaten konuşuluyor; bize komşularının şiddet gördüğünü, artık seyirci kalmadıklarını söyleyen seyircilerimiz oluyor.
Neftah hayranlarının aşk bağlamında yaklaşması ise; yoo, korkutmuyor. Nefes şiddet yüzünden müthiş travmatik bir kadın, henüz o travmanın hikayesini açmadık ama açacağız ve şiddetin açtığı çok derin bazı yaraları Tahir’in aşkı iyileştirecek. Bu yüzden niye korkalım ki? Aşk umut verir, iyileştirir, direnmeyi kolaylaştırır diye düşünüyoruz.
● Çağımızın en büyük enstrümanı olan sosyal medya ve sadece SAK bağlamında sormuyorum ama fandom’un olumlu eleştirileri size neler hissettiriyor. Fandom’u dinleyerek hikayelerinizi yönlendirir misiniz?
Hayatımızda belki hiç karşılaşmayacağımız insanlarla yolumuzun bir hikayenin etrafında kesişmesi ve o insanlarla sıkı bir bağ kurmak müthiş güzel bir şey. O bağı çok seviyoruz. Ve her yorumu tek tek okuyor, yetişebildiklerimize de cevap veriyoruz. Ama hayır, fandomu ya da bir başkasını dinleyerek hikayelere yön veremeyiz. Anlık bir isteğe coşarsınız, sonra o sizi çok büyük bir tıkanmaya ya da çözemeyeceğiniz bir kargaşaya götürür, sonuçları ağır olur, hadi bakalım ayıkla pirincin taşını. Bize göre senarist bağımsız düşünmek zorunda. Kaldı ki bu hikayenin yolu da, yönü de, finali de belli. Bizden başka bir tek Karadeniz biliyor.
● Kişisel olarak tarafsız kalmaya çalışarak hikayeyi izliyorum ve Nefes’in yolculuğunu hala yeteri kadar umutkâr bulmuyorum. Karısına şiddet uygulayan bir erkeğin ekran başında hikayenizi izlerken Vedat’ı kınaması, Nefes’in çektiklerine üzülmesi ya da şiddete göz yumanların Eyşan ile özdeşleşmesi gibi ütopik çıkarımlar size yetecek mi?
Hayır elbette yetmeyecek. Ama işte çok kısa süre oldu Karadeniz anlatmaya başlayalı. Umutkar bulsaydınız, bireysel ve toplumsal anlamda bir kadına şiddet hikayesi değil peri masalı anlattığımızdan şüphelenirdik. Ayrıca biz mesaj vermeyi değil sorular sormayı önemseyen senaristleriz, kesin konuşmaktansa izlenim yaratmayı ve “aslında bu öyle olmayabilir, sen bi bak işte” demeyi tercih ediyoruz.
● Anladım.. Düz şiddet gösteriyorsunuz ve seyirciden çok aslında sektör tarafından da eleştiriliyorsunuz. Son beş yıldır şiddetin her türünü her vesileyle hikayelerine zerk eden ama sizi eleştiren içerik üreticilerine söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Fuzuli demiş işte, “söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.”
● Sen Anlat Karadeniz’in çok yüksek reyting alması sizin bundan sonraki televizyon yolculuğunuzu kolaylaştıracak. Bundan sonra planladığınız, anlatmak istediğiniz bir hikaye var mı?
Var. Yine şiddet gibi, göz önünde duran ama henüz kimsenin dokunmadığı bir konu. Yeterince cesur bir mecra bulursak günün birinde onu da anlatmak istiyoruz.
● Nefes’in yola çıkış yolculuğu Lenny Abrahamson'un yönettiği ve senaryosunu Emma Donoghue'nun kendi kitabından uyarladığı Room’u hatırlatıyor. Filmi izlediniz mi, Mia ve Jack’in hali size de esin kaynağı oldu mu?
Evet izledik, hatta İnadına Aşk’tan arkadaşlarımız sevgili Yeşim Dalgıçer ve Açelya Topaloğlu ile birlikte izleyip epey üzerinde konuşmuştuk. Mutlaka o filmin bizde yarattığı etkiden de bir şeyler süzmüşüzdür ama esin kaynağımız başka. Geçmişte yarım kalan yarı belgesel bir aile içi şiddet projesi için çalışmıştık ve o zaman birçok gerçek şiddet hikayesi dosyası okumuştuk. Esin kaynağımız, o dosyalardan birinde okuduğumuz, maalesef bir şiddet cinayetine kurban gitmiş bir Türk kadınıdır; macerası çok farklıydı ama onun çocuklarıyla kaçışı Nefes’inki gibi bir umut yolculuğu olamadan bitti. O da aldığımız nefes gibi insanlara Allah’ın emanetiydi ama herkes o emanete gözünü kapamayı tercih etti. Ona ve şiddete karşı direnişlerinde dayanacak omuz bulmayan başka kadınlar için, Nefes’in umut hikayesini anlatmayı borç biliyoruz.
● Tahir, Drama Tanrısı’ndan ne zaman sağlam bir tokat yiyecek? Kolay olacak mı bu dönüşüm sizce? Tahir için planlarınız nedir? Bir kadına çekinmeden “ulan” diyebilen, düşünmeden görünenle yargılayıp aşağılayabilen yani kolaylıkla şiddet uygulayabilen bir karakterin bu konuya uyanmasını sağlamak sizi tahrik ediyor mu?
Ah Tahir, Deli Tahir, hödük Tahir… Huy yapayi bizde o Tahir... 5. bölümde epey tokat yedi o Tahir. Valla ne diyelim ki, “tahrik ediyor mu” sorusu tahrik edici bir soru (Gülüyoruz) Ve hadi samimi olalım, cevabı da hayır değil. Daha yeni şiddetten kaçmış bir kadını pazar yerinde kolundan sürükleyen, “o adamın nesisin peki” sorusunun cevabının peşine düşen bir Tahir bu Tahir. Nikahlı karısı olsa yardım etmeyecek mi, her türlü edecek, ama içinde de fırtınalar kopuyor. Kadından geçmişte yaşadığı fiziksel ve cinsel şiddet yüzünden özür dileyen bir Tahir bu Tahir; ama sonra onda dil yaraları açıyor, bildiğin psikolojik şiddet uyguluyor. Ama şu var; adam merhametli arkadaş! Merhamet, insanı insan yapan şey ve bize göre adaletten bile kıymetli. Ayrıca Tahir birçok insanın aksine, geç de olsa kendisiyle yüzleşebilen ve hatalarını düzeltebilen bir karakter. O yüzden, hikayemizde merhameti temsil eden Tahir’i çok seviyoruz ve ütopik bir kahramanı anlatmaktansa, Nefes’le hem nefes olmayı öğrenecek bir Karadeniz uşağına yollar yürütmek bizi “heyecanlandırıyor”, evet.
● Nefes şu haliyle şiddetten kaçmak ve oğlunu o hayattan korumak dışında hiçbir şeyin farkında değil. Kendine olan özgüvenini ve saygısını da kaybetmiş bir karakter. Görünen o ki Nefes’in, Tahir’e aşık olarak şiddetin bir türünden kurtulup diğerine savrulması muhtemel sonuç. Bence bu hikayeden mutlu bir son çıkmayacak. Sizin planlarınız nedir?
Hmm, Nefes’in özgüvenini ve saygısını kaybettiği yorumuna katılmıyoruz. Elbette plaza kızları gibi parlayan bir özgüven taşıması doğru olmazdı ama bize göre onun şartları içinde başka birisinin olamayacağı kadar güvenli, kendisine olan saygısına da sıkı sıkı tutunuyor. Vedat onun karakterini kırmayı başaramamış, itaat ettirememiş. Haliyle iniş çıkışlar yaşıyor; kim yaşamaz ki? Gündelik hayatlarımızdaki zavallı bunalımlarımızda bile daha çok sarsılabiliyoruz. Ve bizce, Nefes’in Tahir’e aşık olması da çok doğal. Düşünsenize, Vedat’tan sonra Tahir? Kim olmaz ki, her Nefes aşık olur. Buradaki soru şu. Nefes kendini o aşka kaptırıp yaşadıklarını unutmaya mı çalışır? Yoksa bir cehennem çukurunda geçirdiği sekiz yıldan sonra, kendini yeniden inşa etmeye mi girişir? Tahir ona, o Tahir’e iyi mi gelecek, kötü mü? Dalgalanıp durulacaklar ve sevdalarından güç alıp omuz omuza duracaklar mı, yoksa birbirlerini yakacaklar mı? Bu zor yolculukta birbirlerine köstek mi olacaklar, destek mi?
● Toplumda şiddet üzerine farkındalık yaratmak çok zor. Kadınlar sadece dayak yemeği yani fiziksel şiddeti algılayıp şikayetçi oluyorlar. Sözel ve duygusal şiddet konusunu “doğal” karşılıyoruz. Hikayenizde şiddetin her türü her tür insan tarafından uygulanıyor. “İyi” insanların da şiddet uyguladığı bu hikaye ne zaman ve ne olursa size göre görevini yapmış olacak?
Çok haklısınız, bu hikayede iyi insanlar da şiddet uyguluyor; aynı hayatta olduğu gibi. Onları da göstermek istedik, belki birileri kendini bulur diye. O kadar kanıksadık ki durumu, bu bize çok üzücü geliyor. Mesela iş yerinde patron sekretere bağırıyor, muhasebeci diyor ki; “Ya bağırır çağırır ama iyi adamdır, boşver sallama.” Ya niye sallamıyoruz kardeşim, bağırmasın? Üç yaşındaki çocuk bir şey döküyor, annesi bas bas çığırıp itiyor, çok doğal karşılanıyor. İtme kadın çocuğunu? Sosyal medya zaten sözel şiddet dolu, nefret söylemlerinden tut da, can yakma amacını taşıyan basit eleştirilere kadar. Hepsinden nasibimizi alıyoruz ve bu nasibi “nasıl insanlar olmayalım” diye yorumlamayı tercih ediyoruz. Sorunuza gelince, bizce her hikaye, insanları kendileriyle karşılaştırınca görevini yapmış olur. Vedat türü zalimleri kendileriyle yüzleştirmek imkansız. Ama zalimlerin zulmettikleri mazlumlara gözlerini kapatan “normal” insanlar hedef kitlemiz. Hikayemizde Nefes Vedat’ın zindanından kurtulup normal insanların zindanına düşüyor, seyirciye “o gafillerden biri de sen olabilir misin?” diye sormak istiyoruz.
● Son olarak bazı eleştiriler şöyle diyor; hikayenizde bir erkekten şiddet gören kadını kurtarma görevi başka bir erkeğe verilmiş gibi görünüyor. Kadın kurtulmak için erkeğe muhtaç mı? Nefes niye tek başına kurtulamıyor?
Çünkü hiçbir kadının şiddet karşısında tek başına ayakta durmak gibi bir kaderi olmamalı! En az şiddetin kendisi kadar acı bir durum bu, bir kadının şiddetin karşısında yalnız bırakılması. Nefes Tahir’e muhtaç mı? Muhtaç arkadaş. Nefes Asiye’ye muhtaç mı? Ona da muhtaç yengem! Gelen eleştirilerden bizim canımızı en çok “Ama bir kadın şiddetin karşısında tek başına ayaklarının üzerinde durmalı” cümlesi yakıyor. Bireysellik ile bireycilik kavramlarını karıştıran modern ezberler, gerçekten bazen çok üzücü olabiliyor. Nefes sekiz yıldır şiddetin karşısında tek başına aslanlar gibi durmuş zaten, bundan sonra durmasın, başına yağan karı tek başına eritmesin, merhamete ihtiyacı olsun. Olsun ki, hepimiz sağı solu eleştirip ahkam kesmeyi bir anlığına bırakalım; 'merhamet’in insan olmanın ilk şartı olduğunu hatırlayalım.