Caner Şahin: İlk bölümün finali için tam iki ay çalıştım

Caner Şahin: İlk bölümün finali için tam iki ay çalıştım
Fotoğraflar: Altan Aykan
Yaklaşık bir ay önce kara kaşlı, kara gözlü genç bir adamla tanıştık. Hem de kanallar arasındaki rekabetin en kızıştığı günde. Kanal D’de yayın hayatına merhaba diyen Gold Yapım’ın yeni dizisi ‘Babam ve Ailesi’ sayesinde. O akşam kolektif bir bilinçle pek çoğumuz Google’da Caner Şahin adını aradı. O an elde olan bilgiler, karşımızda 24 yaşında, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda okuyan ve ‘Babam ve Ailesi’ ilk dizisi olan biriyle karşı karşıya olduğumuzdu. Faruk Turgut’un yeni keşiflerine alışığız. Fakat bu deli fişek bakışları, ajitasyonun yakından bile geçmediği vücut dili, konuşması; kısacası başlı başına Kadir Kayalar karakteri bizi oturduğumuz koltuğa çiviledi ve üzerine itinayla kalbimizin ortasında bir yarık açtı.

Bazılarımız daha ilk görüşten Şahin’i, Cem Karcı rejisiyle hayal ederken, bazılarımız ise Zeynep Günay Tan ve Faruk Teber’le buluşsa neler yaşanabileceğini düşledi. Son zamanlarda ekran başına geçmemizi sağlayan en yeni heyecanlardan Caner Şahin'le repo gününde Moda’da bir araya geldik. Tokalaşıp karşıma oturduğu an daha “Nasılsın?” demeden, “Saygıyla önünde eğiliyorum, sen nasıl bir insansın?” dedim. Röportaj boyunca tüm tevazusu ve samimiyetiyle tek bir soruyu bile es geçmezken, konu tiyatroya geldiğinde ise çekingenliğini tamamen üstünden attı. Hatta ses kayıt cihazını kapadıktan sonra da bir süre bu muhabbete devam ettik.

Kadir’in deli fişek bakışlarını bazı sorularda çaldı; “Kiminle karşılıklı rol almak istersin?” sorusuna Haluk Bilginer cevabını verdiği ve konservatuardaki hocası Aslı Yılmaz’dan bahsettiği an bu hırsızlık anlarından sadece bazılarıydı. Paul Newman’ın bir sözü vardır; “Oyuncu olmak için çocuk olmak zorundasınız”. Umarım Caner Şahin, o kara gözlerinin ardındaki çocuğu kaybetmez ve yıllar boyunca farklı karakterlerde ortaya çıkarır. Bana da bu noktada aradan çekilip sözü o çocuğa bırakmak düşer.

Bağlamayla çalmayı sevdiği türkü "Benim sadık yarim kara topraktır"

● ‘Babam ve Ailesi’ ile deyim yerindeyse hayatımıza bomba gibi düştün. Gold Yapım’la yolların nasıl kesişti?
Konservatuarda son sınıfa yaklaştıkça piyasaya girmem gerektiğini hissettim. Ufak bir araştırma sonrasında Stage Beauty Ajans’a başvurdum. İlk olarak ‘Aşk Laftan Anlamaz’da Kerem rolü için deneme çekimi verdim. Ardından ‘Babam ve Ailesi’nden teklif geldi. Deneme çekiminden yaklaşık 10 gün sonra yönetmen görüşmesi oldu. Ardından bayağı bekledim. Benim için çok heyecanlı ve gergin bir süreçti (gülüyor). Diken üstündeydim o dönem. En nihayetinde rol büyük, dizide çok önemli isimler rol alıyor ve benim de ekrandaki ilk işim. Bu meşakkatli bekleme süreci sonrasında Kadir rolü oldu.
 
● İlk işinde seçme lüksün yok belki ama rol tam anlamıyla içine sinmiş miydi?
Evet, hatta bazen rol olacakmış gibi hissedersiniz. İşte, ilk deneme çekiminden sonra ben de bunu yaşadım, rol bende gibi hissettim. Fakat deneme çekimini verirken çok gergin olduğumu hatırlıyorum. Sonuçta okuldayken sahnede oynuyoruz hep. Ancak deneme çekiminde bir odadasın ve kamera da çok yakınında. Öyle olunca yabancılaşıyorsun. Fakat onu da kısa bir süre sonra aştım.
 
● Kadir rolünü aldığını öğrendin; haberi ilk kimle paylaştın ve ne tepki verdin?
İlk olarak kız arkadaşımı, ardından da hocam Aslı Yılmaz ve ailemi aradım. Bayağı bir telefon trafiği oldu aslında (gülüyor). Kadir rolünü aldığımı duyduğumda tabii çok sevindim ama yine içim tam rahat değildi. “N’olur n’olmaz” durumu hâkimdi. Ekranda kendimi görene kadar tam rahatlayamadım.
 
● İlk bölüm yayınlandı ve ekranda kendini gördün. Tabii o sırada sosyal medyada herkes seni konuşuyordu. Sen neredeydin?
Tüm ekiple birlikte Kanal D binasında izledik ilk bölümü. Fakat ben rahat izlemek için biraz önde oturdum (gülüyor). O esnada değil sosyal medya, telefonuma bile bakmadım. Pür dikkat bölümü izlemek istedim. Sonuçta ilk işiniz ve her şeyi görmek istiyorsunuz. Bölüm bittikten sonra telefonuma baktım. Açıkçası beklediğimden fazla tepki aldım, bu kadarını beklemiyordum.
 
● Peki, setteki ilk gününde hangi sahne çekildi?
Adana’da demirciden et döveceğini almaya giderkenki o yürüyüş anı. Ve yine çok gergindim (gülüyor).
 
● Şu an durum nasıl? Alışabildin mi?
Tam anlamıyla diyemem ama bayağı bir mesafe kat ettim. Yönetmenimiz Nihat Durak bana bu rolde güvenerek gerginliğimi yavaş yavaş atmamı sağladı. Görüntü yönetmenimiz Hüseyin Tunç kamera önünde nelere dikkat etmem gerektiği ile ilgili yardımcı oldu. İlk günlerdeki gibi acemi değilim artık. Bir sürü şey öğrendim, hâlâ da öğreniyorum. Fakat arada bir bocalamıyorum değil tabii.
 
● Sette ilk kiminle tanıştın? Sahne oyunculuğundan farklı olarak kamera önü oyunculuğuna karşı öğrendiğin en önemli unsur neydi?
Bülent Abi’yle (İnal) diziden önce ufak bir tanışıklığım vardı. Hocam Aslı Yılmaz’la birlikte ‘Köprüden Görünüş’te birlikte rol alıyorlar. Ayrıca benim tek başıma deneme çekimimden sonra Bülent Abi ve diğer oyuncularla da karşılıklı tek tek deneme çekimim oldu. Etrafınız Ayça Bingöl, Ceyda Düvenci, Bülent İnal ve Erdem Akakçe gibi oyuncularla çevrili olunca tabii sürekli bir şeyler öğreniyorsunuz. Adana’daki çekimler sırasında da arada Bülent Abi’ye kamera önü oyunculuk ile ilgili merak ettiklerimi sorardım keza Erdem Abi’ye (Akakçe) şurayı şöyle mi yapsam yoksa böyle mi daha iyi diye bazı sahnelerde danışırdım. Sahne oyunculuğundan farklı olarak öğrendiğim şey ise kameranın gördüğü kadarsınız. Sonuçta sahne birçok açıdan ve mesafeden çekiliyor. Oyununuzu ve enerjinizi ona göre ayarlamanız gerekiyor.
 
● Bu konuda oldukça başarılı olduğun ortada, zira ilk bölümde mahvettin bizi. Klişe olacak ama o duyguyu izleyiciye geçirmeyi nasıl başardın?
Açıkçası dört senelik eğitimin sonucu. Başta Aslı Yılmaz olmak üzere bunu hocalarıma borçluyum. Eğitimimde önemli payı olan bir diğer hocamsa Suat Nazmi Özturna.
 
● Senin farkın nedir? Sonuçta bu eğitimi alan çok.
(Gülüyor). Çok teşekkür ediyorum. Ancak işte burasını ben de açıklayamıyorum.
 
● Kadir rolüne hazırlanırken tek başına kaldığın anlarda özel bir çalışman oldu mu?
Kadir ile benim aramda epey bir fark var aslında. Oyunculukta da beni zorlayan kısım bu oldu. Senaryoyu ilk okuduğumda ani tepkiler veren, öfkeli, gücenmiş bir çocuk gördüm. Bu gücenmişliği içselleştirebilmek için emek harcamam gerekti. Diğer kısımlarda pek zorlanmadım ama ilk bölümün finali için tam iki ay çalıştım. Çünkü başlarda bir türlü istediğim gibi olmuyordu. Sonuçta bu sahne en önemli kısım. Kadir’in kendini bütün koşullardan bağımsız, açıkça anlattığı yer; final sahnesi. Taktım oraya (gülüyor). Gerek hocalarımdan öğrendiğim bilgiler gerekse beğeni algım açısından bana göre oyunculukta samimiyet çok önemli. Yalan yaptığım an çok rahatsız oluyorum. Zaten izlediğim bölümlerde “Ne yapmışsın sen burada yalan yalan?” diye kendime kızdığım oluyor. Orada gerçek, samimi ve inandırıcı olmak gerekiyor.
 
● Bu açıdan kendine en kızdığın sahne hangisi?
İlk bölümde Kerim’i dövdükten sonra ara sokakta tekrar bir dönüp gidişim var. O yalan olmuş mesela. Sanki İbo beni durdurmamış da ben durmuşum gibi. Orada çok kızdım kendime. Bir de bende biraz mükemmeliyetçilik var. İzlerken o anki gerçek duyguyu ve neler yapabileceğimi görüyorum. İşte, bu sırada ekranda o görüntüyle karşılaşmıyorsam kızıyorum kendime.
 
● Çekimlerde en çok hangi sahnede zorlandın ve keyif aldın?
Bir kere başlı başına Adana’nın sıcağından çok zorlandım. O nedenle komple Adana’daki sahneler diyebiliriz (gülüyor). Şaka bir yana ilk bölümün final sahnesini söyleyebilirim. Aynı zamanda en keyif aldığım sahne de buydu. Çünkü en çok ona emek harcadım.
 
● Hayatımızda bu kadar dram ve dert varken neden yine gidip dramları izliyoruz?
Bence temelinde Aristoteles’in dediği katartik etki yani arınma var. Acı çeken biriyle özdeşleşip arınma duygusu. Bu bizim hoşumuza gidiyor, bizi rahatlatıyor.
 
● Çekimlerle birlikte okula da devam ettiğini söyledin. Nerede okuyorsun?
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro bölümünde.
 
● Özellikle son sınıftayken bu piyasaya girmeye karar vermende ne etkili oldu?
Aslında başta epey bekledim. Meseleyi mümkün olduğunca anlamak istedim. Hatta bir ara akademik kariyer yapmayı düşündüm tiyatro alanında; hâlâ da aklımın bir köşesinde duruyor. Bir süre dizi yapmayıp tiyatroya odaklanacağım dedim kendi kendime. Sonrasında tabii böyle olmadı (gülüyor). Konservatuardaki eğitimim sırasında ciddi anlamda oyunculuk çalıştım ve bekledim biraz. Sonuçta deneme çekimi verdiğinizde bir fark koymanız lâzım ortaya. En nihayetinde yeri geliyor, yüzlerce kişiden isteniyor o sahne. Bu nedenle erkenden atılmak istemedim.
 
● Konservatuar öncesi makine mühendisliği okuyormuşsun galiba.
Bir uçtan diğer uca, değil mi? (Gülüyor). Fen Lisesi çıkışlıydım ve buradan mezun olduğunuzda karşınızda iki seçenek vardır; ya doktor olacaksınız ya da mühendis. Arkadaşlarımın çoğu da böyle. Biyoloji sevmediğim için doktorluk zaten olmazdı. Biri 10, diğeri ise benden 12 yaş büyük olan iki abim de mühendis olunca benim de geleceğim şekillendi biraz. Eskişehirliyiz, ailemle birlikte orada yaşıyordum ama hep İstanbul istiyordum, hatta bu yüzden ODTÜ’yü bile yazmadım. Ancak bir yandan da mühendislik yapmayacağımı içten içe biliyordum. Hazırlık okuyup birinci sınıfa geçtikten sonra memnun olmadığımı fark ettim. İlgimi çekmiyordu. Hayatım boyunca öfleye pöfleye yapamazdım bu mesleği.

Fakat tiyatro biraz tesadüf oldu benim için. Oyunculuk hevesim pek yoktu öyle. Mesela Sinema TV veya edebiyat da okuyabilirdim. Sanatla ilgili bir şey okumak istediğim açık ve netti. İTÜ’de bir tiyatro topluluğuna katıldım. O dönem oyunlara gitmeye başladım. Edebiyatla tanıştım. Ufkum açıldı diyebilirim bir anda (gülüyor). Derken birilerini, onların dertlerini anlatmak ve bir hikâyenin içine girmek, oyun oynamak hoşuma gitti. Ve derken oyunculuğu denemeye karar verdim. Başta ailem bu kararımı soğuk karşıladı tabii. Onlara da hak vermiyorum değil. Sonra sınavı kazandım. Konservatuara kaydolduğumda da alıştılar bu duruma yavaş yavaş. Okulda oyunlar koyduk sahneye, onlara gelip izlediler ve beğendiler. Bir umut doğdu onlar için de.

 Leyla ile Mecnun ve Ezel izlemiş..

● Bir anda sanatla bu kadar ilgilenmeni ne sağladı? Genelde bir kitap, film veya tiyatro oyunu kırılma noktası olur böyle durumlarda.
Benim için bu kırılma noktası edebiyatla tanıştığım andı galiba. Liseden arkadaşlarım hayata bakış açım yönünden “Sen neydin, ne oldun?” derler (gülüyor). O dönem beni tanısaydınız gerçekten anlardınız. Üniversitede çok sosyal biri de değildim, hemen kaynaşamazdım etrafımdakilerle. E yalnız kalıyorsunuz ama en nihayetinde insan bir şeyle iletişim kurmak zorunda. Benim için bu kitaplardı. Dünyaya bakışım, ülkeye dair algım, olayları yorumlayışım; kısacası hayatımda pek çok şeye yön verdi, değiştirdi bunları.
 
● Peki, seni en çok etkileyen kitap nedir?
Dostoyevski’nin ‘Karamazov Kardeşler’i.
 
● Edebiyat uyarlamaları malum hiçbir zaman gündemden düşmüyor. En son ‘Kürk Mantolu Madonna’nın bu kervana katılacağını duyduk. Sen hangi edebiyat uyarlamasında rol almak isterdin?
‘Karamazov Kardeşler’in uyarlamasında Ivan Karamazov’u oynamak isterdim.
 
● Ülkeye dair algının değiştiğinden bahsettin. Geçmişte nasıl yorumluyordun, şimdi nasıl?
Geçmişte araştırma yapıp derinliklerine inmezdim olayların. Şimdiyse okudukça diğer hayatları da görüyorum. Kitap okumak başka hayatları tanımaktır derler. O an anlıyor ve empati kurmaya başlıyorsunuz. Benden başkası da varmış diyorsunuz.
 
● Henüz 24 yaşındasın. Kimsenin kimseyi anlamadığı, şiddetin başrolde olduğu bir dönemdeyiz. Hem deneyimlerin hem de okuduklarından yola çıkarak bugünkü Türkiye’yi nasıl yorumluyorsun? Seni en çıldırtan durum nedir?
Ülkemizde maalesef hangi kesimden olursak olalım birbirimizi anlamıyoruz hatta anlamak için çaba  göstermeye bile üşeniyoruz. Herkesi hemen yargılıyoruz, herkesi hemen yaftalıyoruz ve her şeye, sindirmeden ani tepki veriyoruz. Çok öfkeliyiz. Empati duygumuz eksik. Vicdanımızı yavaş yavaş kaybediyoruz, beni en çok üzen durum bu.
 
● Eskişehir’den İstanbul’a geldiğinde şehrin o meşhur keşmekeşini yaşadın mı?
Tabii, yaşamaz mıyım? İstanbul’a ilk geldiğimde İTÜ’nün yurtları çıkmamıştı o dönem. İkinci dönem çıktı. Durum böyle olunca mecburen özel yurtta kalacaktım. İlk durak Tophane’ydi (gülüyor). İşte, orada öğrendim o mücadeleyi. Sonra İTÜ’nün yurdunda kaldım Maslak’ta. Ardından Mecidiyeköy’de yaşadım. Şimdiyse okuldan iki arkadaşımla birlikte Kadıköy’de yaşıyorum.
 
● Evden dışarı adımını attığında sana çevrilen bakışlara, yolda durdurup yorum yapanlara veya fotoğraf çektirmek isteyenlere alışabildin mi?
Yavaş yavaş alışıyorum. Bir kere her şeyden önce kendini televizyonda izlemek çok garip. Dördüncü bölümde ancak bu durumu normal karşılamaya başladım. Bugün de röportaja gelirken bir abla çevirdi; “Böbreğin duruyor mu hâlâ?” diye sordu (gülüyor). İşte, böyle kilit durumlarda teşekkür etmekten başka nasıl tepki verebileceğimi çözemedim daha (gülüyor).
 
● Sosyal medyayla aran nasıl?
İlgim arttı tabii ister istemez. Sürekli bakıyorum; beğenildi mi, ne demişler, eleştirenler var mı… Başta yazılanlara geri döneyim dedim, baktım olmuyor sonradan sadece okumaya devam ettim.
 
● Bugüne kadar okuduğun en komik veya sıra dışı yorum neydi?
Birinci bölümden sonra şöyle bir yorum görmüştüm: “Çocuk orada ölüm döşeğinde, sen hâlâ yok babam, yok ailem, yok evleneceksiniz deyip duruyorsun. Hay senin tipine!”. Bayağı gülmüştüm buna, hoşuma da gitti.
 
● Kadir’le hangi noktada birbirinizden ayrılıyorsunuz?
Kadir çok duygusal. Meselelere mantıkla yaklaşamıyor. Direkt hissettiği noktadan yaklaşıyor ve ani tepkiler veriyor. Bana göre sürekli bocalıyor mesela. Sağduyulu hareket etmeyip hemen bir hamle yapıyor. Sonra da pişman oluyor. Bense daha mantıklıyımdır, bu kadar duygusal yaklaşmam.
 
● Diğer işlere bakabiliyor musun?
Evimde televizyon yok zaten. Klişe olacak ama çekimlerden de vakit bulamıyorum. Fakat geçmişte ‘Leyla ile Mecnun’ ve ‘Ezel’i izlemiştim biraz. Mesela reytinglerde AB’yi bile Avrupa Birliği’ndeki izlenme oranları sanıyordum (gülüyor). Yani televizyonla aramdaki bağı bu örnek çok güzel özetliyor.
 
● Televizyondan önce tiyatro oyunu yönetmenliği deneyimin de varmış galiba.
Evet, konservatuarda Tiyatro Lahza adlı bir ekip kurduk kendi aramızda. İlk oyunumuz, yakın zamanda hayatını kaybeden Edward Albee’nin ‘Hayvanat Bahçesi Öyküsü’ydü. ODTÜ, İTÜ ve İstanbul Üniversitesi’nde amatör toplulukların oyunlarını sahneledikleri tiyatro festivalleri oluyor. Oralara katılalım dedik. Sonraki yıl ise biraz kendimizi göstermek istedik ve Eugene Ionesco’nun ‘Kel Şarkıcı’sını Emek Sahnesi’nde sahneledik. Ben de yönetmenliği deneyimlemiş oldum.
 
● Bu deneyim oyunculuğunu nasıl etkiledi?
Benim en büyük problemlerimden biri sahne üzerindeyken reji alamamaktı. Çok zor alıyordum. Çünkü hani bir yeri değiştirince bende bütün yapı değişiyor oyunculuk anlamında. Ancak birine reji vermek sizin de oyunculuğunuzu geliştiriyor. Çünkü o zaman anlayabiliyorsunuz. Derslerde de en fazla başkalarının sahnelerini izlerken bir şeyler öğrenmişimdir.
 
● Son olarak kiminle karşılıklı rol almak istersin diye sorsam.
Çok isim var ama şu an ilk aklıma gelen Haluk Bilginer. Çok isterim onunla kısa da olsa karşılıklı oynamak.



KISA KISA
 
Tüm zamanların en iyi filmi:
Nikita Mikhalkov’un yönettiği, ‘12 Kızgın Adam’ın Rus versiyonu olan ‘12’. Benim için oyunculuk şöleni gibidir. Ne zaman bir şeyi yapamazsam, bir yerlerde zorlansam ya da şevkim kaybolsa açıp bu filmi izlerim. Motive araçlarımdan biri.
 
Oyunculuk ve yönetmenlik dışında bilmediğimiz bir yeteneğin:
Yazmayı deniyorum ama pek yetenekli değilim galiba (gülüyor). Sabırsızım ve hemen bitmesini istiyorum. Kısa oyunlar yazıyorum şu an. Fakat daha uzun bir şeyler de deneyeceğim.
 
En çok etkilendiğin tiyatro oyunu:
‘Sessizlik’, ‘Tehlikeli Oyunlar’, ‘Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince Ama Şimdi İyi’ ve ‘Tesir’.
 
Şu sıralar müzik listende sürekli tekrarda olan şarkı:
Şu sıralar pek bir şey dinlemiyorum, daha çok bağlama çalıyorum. Bayağı bir taktım bu aralar. Fakat ondan önce İbrahim Maalouf dinlerdim sürekli. Acayip seviyorum.
 
Bağlamayla çalmayı en sevdiğin şarkı:
‘Benim sadık yarim kara topraktır’.
 
Tuttuğun takım:
Beşiktaş
 
Takip ettiğin yabancı diziler:
‘The Sopranos’, ‘Breaking Bad’ ve şu sıralar izlediğim ‘Six Feet Under’. ‘Narcos’u ve ‘Game of Thrones’u da takip ediyorum. ‘Black Mirror’ın da yeni sezonunu bekliyorum sabırsızlıkla.
 
Repo gününü nasıl geçirirsin?
Kitap veya oyun okurum, bağlama çalarım, arkadaşlarımla buluşurum arada İddaa oynarım (gülüyor).
 
Hayatımın mottosu diyebileceğin bir söz
Çok var. Fakat ilk aklıma gelen, babam söylemişti bana daha lise yıllarımda: ”Çiçekleri bugün topla, yarın solarlar”.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER