Geçtiğimiz
günlerde D Yapım’dan bir arkadaşımla konuşurken "Her eve bir Hazal lâzım’’
dedim. ‘Tatlı İntikam’daki Başak’ın üzerine şerbet dökülerek servis edilmiş
hali gibi. Halbuki hayatına baktığınızda pek çok kişinin pes edeceği
şanssızlıklar yaşamış. Fakat yılmayıp çabalamış, yeri geldiğinde ise kaderini
totemlere bırakmış. Onunla Tolga Güleç’le çekim yaptığımız gün tanıştık. ‘Tatlı
İntikam’ın çekildiği mekânda olduğumuzu duyduktan sadece beş dakika sonra
uzaktan bize koşturarak gelen güleryüzlü genç bir kadın gördüm. Bünyedeki
serotonin seviyesi artırması garantili kişilerden. Onun enerji alanına dâhil
olmamanız imkansız.
Röportaj
günü gelip çattığında ise tanıştığımız zaman "Allah size şimdiden kolaylık
versin. Objektif karşısında donup kalıyorum’’ diyen Hazal’ın bizi ciddi bir
şekilde ti’ye aldığını düşündüm. Zira çekimdeyken cebinde sakladığı femme
fatale kadını kuğu edasında naif bir şekilde serbest bıraktı. Öyle ki her
kareden sonra keşke elimizde birkaç farklı kıyafet daha olsaydı dedik. Çekim
bitip röportaja geçtiğimizde ise tıpkı Nil Karaibrahimgil’in klibindeki gibi "Size kek yaptım’’ diyerek, en altını karanfille süslediği bir kutu dolusu
çikolatalı cupcake’leri ikram etti. "Kendimi bildim bileli anaç ve toparlayıcı
olmuşumdur. Bunu kimse misyon olarak vermedi bana ama hep böyleydim.’’ şeklinde
kendini anlatması durumu özetliyor zaten.
İyi ki tanımışım dediğim insanlardan
biri oldu Hazal Türesan, bu röportajı okuduğunuzda siz de her cumartesi sadece
Başak’ı evinizde ağırlamakla kalmayacak, artık Hazal’ı da konuk ediyor
olacaksınız.
● ‘Kara Para Aşk’ın Aslı’sından sonra ‘Tatlı
İntikam’daki Başak’la bambaşka bir karakteri sırtladın. Bilinçli bir seçim
miydi bu?
Tamamen
tesadüfi diyebilirim (gülüyor). ‘Kara Para Aşk’ ile yavaş yavaş tanınmaya
başladım. Dizi bittikten sonra aslında pek çok oyuncu gibi ben de farklı bir
rolde oynamak istiyordum. Fakat o sırada Ay Yapım’dan başka bir iş için teklif
geldi. Ancak uzun bir sürecin sonunda bu proje tamamen rafa kaldırıldı. İşte
bunu öğrendiğim an tabiri caizse bittim. Çünkü bir yandan yeni yeni bir şeyler
yapmıştım ve ara verme lüksüm yoktu. Aslı’ya benzer bir karakter de gelse onu
farklılaştırmak için delirir ve rolü kabul ederdim. Seçme şansımın olduğunu da
düşünmüyordum açıkçası. Diğer yandan ise herkes gibi maddi açıdan zorluğunu
görecektim. Tabii ben o projeyi kabul ettiğim için başka hiçbir yapım
şirketiyle görüşmemiştim ve bu sırada castlar çoktan yapılmıştı.
● Galiba tam da bu anda ‘Tatlı İntikam’ mucize gibi
kapını çaldı.
Aynen öyle
(gülüyor). Menajerim arayıp bir dizinin olduğunu, ertesi gün sete başlanacağını
ve bir olaydan ötürü Başak karakterini canlandıracak oyuncunun projeden
çekildiğini söyledi. Deneme çekimine gittim ve toplam 6 saatte değişti her şey.
Başak’ın karakter analizini okuduğumda “Bunu istiyorum, ben bu karakteri
alacağım” demiştim ve öyle oldu. Çünkü Aslı’dan çok farklıydı.
● Tuttuğunu koparan birisin o zaman ya da şanslı
olduğunu söyleyebiliriz. Tehlikeli olmayanından hırs var mıdır sende?
Hırsım vardır
ama bunu kontrol altında tutmak gerektiğine inanıyorum. Başarabileceğime
inandığım şeyi ihtirasla istiyorum ve olması için çok çaba sarf ediyorum.
Şansın da tabii yardımcı olması gerekiyor. Başarılı kişilerde de bu hırsın
kontrollü biçimde kullanıldığını ve işlediğini düşünüyorum. Tabii benim hırsım
kendime, başkasıyla hiçbir zaman yarışmadım hayatım boyunca. Kendimin bir adım
ötesine geçmek isterim.
● Bu saç rengi ve imaj değişikliği Başak için
miydi?
Burada benim
totemim devreye giriyor. Ben ne zaman saç rengimi değiştirsem ardından güzel
olaylar başıma geliyor. İstanbul’a geldiğimde de siyaha boyattım saçımı ve
sonrasında ‘Kara Para Aşk’tan teklif aldım. Dizi bittikten uzun bir süre sonra
da bakıra döndüm ve bir hafta sonra ‘Tatlı İntikam’ oldu. Tabii siyah yüz
hatlarımı daha sert ve maskülen gösteriyordu. Ancak dizi teklifi geldiğinde
kimse saçlarımın bakır olduğunu bilmiyordu. Yönetmenlerimiz ve sanat ekibi
gördüğünde ilk tepkileri “Hayal ettiğimiz Başak buydu” olmuştu. Totem yine
tuttu (gülüyor).
● İyi ki de tutmuş zira Başak ve de ‘Tatlı İntikam’
cumartesi akşamı neşemiz oldu. Peki, her hafta onda gördüğümüz ve senin katkın
olan özellik veya belirgin bir replik var mı?
Karakter
analizi çok eğlenceliydi ve doneler çok sağlamdı. Onun üzerini ben nasıl
süsleyebilirim diye düşündüm. Yönetmenlerimiz de doğaçlama yapmaya çok açıklar,
istediğimiz değişikliği yapabiliyoruz. Her ne kadar onun gibi olmasa da benim
de enerjim en az Başak’ınki kadar yüksektir. Bu yüzden daha heyecanlı bir kadın
yaratmak için onun o enerjisine, telaşına abanıyorum. Belli bir replik örneği
vermem gerekirse Pelin ile Sinan’ın köy macerasını dinlerken bir anda “Tavuk
bulun bana” demiştim. İşte, onu ben ekledim.
● En çok eğlendiğiniz ve tekrar alınan sahne
hangisiydi?
Tekrar aldığımız
sahne neredeyse yok (gülüyor). Setin daha ilk haftasında Cemre (Gümeli), Leyla (Lydia
Tuğutlu) ve ben sohbet ediyorduk. Biri içeri girip “Siz önceden tanışıyordunuz
değil mi?” dedi. Halbuki tanışmamıştık. Enerjimiz çok tuttu. Dışarıda nasıl
sohbet ediyorsak planda da replikler öyle akıyor. Bir de biz birbirimizi oyun
içinde dinliyoruz sürekli. Bu da hem tekrarsız hem de eğlenceli kılıyor
çekimleri. Fakat özellikle Bülent’in Başak’ı evine davet ettiği ve Başak’ın da
parti var diye gittiği sahneyi çok sevmişimdir. Orada Bülent’e tokat atması çok
absürt (gülüyor). Biriyle birlikte olmayı çok isterken elinin tersiyle itti
resmen heyecandan.
● Serkan’ın araya girdiği sahnelere bayılıyorum.
Barış Gönenen’in o anlardaki kayıtsız ve saf yüz ifadesi beni benden alıyor.
(Gülüyor)
Kesinlikle! O anlarda aşırı eğleniyoruz zaten. Barış hep öyle bakıyor bu
sahnelerde. Senaryoda o kadar tatlı nüanslar var ki kendi kendimize ezber
geçerken bile gülüyoruz ya da senaryo geldiği an Çağrı’yla (Çıtanak) şöyle bir
sohbet geçiyor aramızda: “Okudun mu? Sahneyi gördün mü? Ooff… Nasıl oynarız o
sahneyi, biliyor musun?”.
● Çağrı’nın canlandırdığı Bülent karakteriyle Başak
mükemmel bir aks oldu hikâyede. Partnerini senden dinleyelim bir de.
İşini çok
iyi yapan ve benim de hayran olduğum bir adam Çağrı. Mine Güler’e buradan bir
kez daha teşekkür ediyorum. O kadar doğru bir partner ve o kadar iyi bir insan
seçmiş ki... Senaryo geldiğinde benim ne düşündüğümü önemsiyor çünkü biz
partneriz. Set dışındaki Çağrı ise çok iyi ve inanılmaz vicdanlı biri. Bugüne
kadar çok çabalamış; o yüzden önce müthiş bir saygıyı ve sonra da çok iyi
yerlere gelmeyi hak ediyor. Benim partnerim olduğu için çok şanslıyım. Set
bittiğinde de bir yere gidip saatlerce sohbet ediyoruz. Çağrı mükemmel bir
sırdaş, çok güvenilir. Belki çok klişe olacak ama bundan sonra hayatımın her
anında yanımda olacak biri o.
● Furkan Andıç, Leyla Lydia Tuğutlu, Cemre Gümeli ve
Emre Taşkıran’ı da es geçmek olmaz. Onları nasıl betimlersin?
Cemre
(Gümeli) naif ve aynı zamanda çok neşeli biri, canım o benim (gülüyor); Leyla
(Lydia Tuğutlu) tam leyla hani isimler karakterleri etkiler derler ya Leyla
bunun canlı kanıtı. Furkan (Andıç) ise üzerine bir kabuk örmüş sanki ama
içindeki çocuğu da görüyorsun. Emre’yi (Taşkıran) de daha önceden tanıyordum.
Üniversitede benim iki sınıfım altımdı. İnanılmaz eğlenceli ve absürt biri.
● Söz konusu evlilik ve aşk olduğunda Başak’ın bu
konudaki takıntısı sayesinde şu an 29 yaşında olanlar depresyondadır
muhtemelen. Senin evlilik ve aşka bakış açın nasıl?
(Gülüyor).
Evet, Başak stres yapıyor ve yaptırıyor da. Fakat onun o panik anları bana
büyük neşe veriyor. Benim hayatıma bakarsak evlilik uzak. Aşk ise bana göre
evrilebilen, dönüşüm geçiren bir duygu. Çok uzun zamandır bir ilişkim var ve bu
süre zarfında aşk dönüşüm yaşadı bence. Tabii ki karşımdaki kişiye ‘’Artık o
benim kardeşim gibi’’ demiyorum (gülüyor). Böyle klişeler olur ya... Fakat o
benim her şeyim; en yakın arkadaşım, sevgilim, hiçbir şey söylemek zorunda
olmadığım ve serçe parmağı oynadığında ne hissettiğini anladığım, ailemden
biri. Bence aşk doğru dönüşüyorsa ardından yeni duygular devreye giriyor. Sen
de o duyguları nasıl daha iyi koruyup kollayabileceğinin peşine düşüyorsun.
● Peki, Başak’ın hangi özelliğinin sende olmasını
isterdin?
Girişkenliği,
saf biçimde her şeye atlama huyu. Ben o konuda biraz sınıfta kalıyorum (gülüyor).
Öğrencilik hayatımdan bir örnek vereyim. Konservatuar sınavları beş aşamalıdır.
Dördünde sana verilen metni oynarsın. Şarkı söylüyorsun, tiradların var, sana
doğaçlama yaptırıyorlar. Ben de son ana kadar “Allahım n’olur beni
konuşturmasınlar” diye dua ettim. Çünkü resmen donuyorum ve konuşamıyorum.
Hatta o anlarda dilim damağım kuruyor. IQ’m düşüyor resmen, soruyu falan
anlamıyorum (gülüyor).
● Eyvah! Galiba mutlu son olmadı.
Aynen öyle! Fakat
şansıma son aşamaya kadar “Nasılsın?” diye bile sormadılar. Ben de sadece
oynayıp çıktım. O kadar mutluydum ki anlatamam. Tam bitti deyip çıkarken şu
soru geldi: “Hazal en sevdiğin artist kim?”. İşte, o an lanetime yeşil ışık
yandı ve benim IQ’m yerlere yapıştı. Sanki oyunculuk değil de başka bir şey
okuyacakmışım gibi tüm ciddiyetimle bir anda Madonna deyiverdim (gülüyor). 10
kişilik jüriye hayatlarının en büyük şokunu yaşatmışımdır herhalde. İçlerinden
biri “Madonna mı?” dedi. Ben de “Evet, ‘Evita’daki performansı çok güzeldi”
dedim (gülüyor). O an tabii bitti her şey. Bana soru sormayacaklardı. Çünkü
benim işim eylemek. Okulda da öyleydim, sahnemi oynar ve susardım.
● Bu durumun çok büyük bir handikapını gördün mü?
Tabii hiç
konuşamadığım bir günüm daha var. Sadece ağlamıştım (gülüyor). Bir iş
görüşmesiydi ve ben sadece sessizce baktım. Çıktıktan sonra da onlarla çalışmak
istemediğimi düşündüler. Bir şey oluyor ve sesim gidiyor. Şarkı söylerken de
öyledir.
● Çekingenlikle oyunculuk pek yan yana durmaz.
Kendini bildin bileli oyunculuk sevdası var mıydı?
Evet, bu
çekingenliğe rağmen hep vardı. Ailem hep “hobidir bu” derdi. Uluslararası
İlişkiler bölümünü kazandığımda çok mutlu oldular. Ben de sağlam bir bölüm
kazandım diye nedense sevinmiştim.
● Diplomat çıkabilirdin o zaman.
Çıkabilirdim
ama çıkamazdım (gülüyor). Çok mutsuzdum çünkü, sınavlara çalışırken ağlıyordum.
Siyaset bilimi, Machiavelli vb. konular güzeldi. Fakat stratejiye geldiğinde
kafam duruyordu resmen. En sonunda bir gün “Ben gidiyorum” dedim. Annem de
“İnşallah kazanamazsın” diye uğurladı beni. Madonna cevabımla o okulu
kazanamadım ama sonra başkası oldu.
● Bence sırf bu cevabının orijinalliğinden seni kabul
etmeliydiler.
Bence de
(gülüyor). “Böylesini hiç görmedik” kafasıyla alabilirlerdi. Vizyonsuz
demişlerdir herhalde bana. Neyse ki sonra Ankara Üniversitesi Dil Tarih oldu. O
anda da babamın tepkisi çok iyiydi. Ona kazandığımı söylediğimde “Tamam eve geç
kalma” demişti (gülüyor). Tabii birinci sınıfta hayatımı okula adadığımı
gördüler. Çok mutluydum, çok az uyuyordum, sürekli bir şeyler izliyordum ve
okulda çok uzun vakit geçiriyordum. Ne zaman ki bitirme oyunumu oynadım. O
zaman annemle babam bir hobiden ibaret olmadığını anladılar.
● Mezun olduktan sonra kurbanlık koyun gibi bir
keşmekeşin içine düşüyorsun. Zorlandığın anlar oldu mu?
İstanbul’a
geldiğimde herkesin mezun olduğumu bildiğini ve “Aaa… Hazal geldi mi
İstanbul’a?” dediğini sanıyordum. Pek çok arkadaşım da böyle düşünüyordu.
Halbuki o dönem daha deneme çekimi vermenin ne demek olduğunu bilmiyordum.
Hatta bir tanesinde konuşamamıştım yine (gülüyor). O dönem reklam dublajları
yapıyordum. Sonrasında marka sesi arayan bir kanalla yollarımız kesişti. Arada
reklam dublajları da devam ederken en sonunda “Ben galiba okula yanlışlıkla
girdim” demeye başladım. Öğretmenlerimle aram iyi, performansımı da
beğeniyorlar ama annemin onlara para verdiğini düşündüm (gülüyor). Çünkü mezun
olduktan sonra nereye gitsem adımı soyadımı söyleyip eleniyorum.
● O zaman ‘Kara Para Aşk’la şeytanın bacağını
kırmışsın.
O dönem
babamın akciğer kanseri olduğunu öğrendim. Maalesef bu süreci dördüncü kez
yaşadık. Tam da bu sırada Ay Yapım’dan ‘Kara Para Aşk’ için teklif geldi. Deneme
çekimini verip babamla ilgilenmek için yanına gittim. Sonrasında tam altı kere
bana farklı sahneler oynattılar. Tabii aynı zamanda hastanedeyim sürekli. Bir
gün babamın yanına çıktım uyuyordu. O zaman Ay Yapım’dan bir daha çağırırlarsa
kendi kendime gitmeyeceğim demiştim. Aksi gibi telefon ekranımda menajerimin
adı belirdi. Tam ben sessizce koridora çıkarken babam gözlerini açtı ve “Ay
Yapım’sa git” dedi. Benden son bir deneme çekimi istediler ve de Aslı rolünü
aldım. Hayat beni hep bu şekilde dengeledi. O zaman çok zor bir süreçten
geçmeme rağmen güzel şeylerin de karşıma çıkabileceğini gördüm.
● Babanı kaybetmen, hayata bakışını ve karakterini
nasıl etkiledi?
Kendimi
bildim bileli anaç ve toparlayıcı olmuşumdur. Bunu kimse misyon olarak vermedi
bana ama hep böyleydim. Kardeşimle aramızda yedi yaş var ve bana hep “yarı
annem” der. Babamı kaybettikten sonra net olmayı öğrendim. Hayattayken deyim
yerindeyse onu pamuklara sardık, her şeyden koruduk. Fakat hayatta herkes ve
her şey elinden bir anda gidebiliyor maalesef. Güne başlarken izlediğimiz sabah haberleri bile
bunun kanıtı. Özellikle acı bir şekilde bu son haftayı düşünürsek. İşte
ben bütün bunlara rağmen net olmuyor ve beni üzen insanlara “hayır”
diyemiyordum. Mutsuz veya enerjisinin sana iyi gelmediği biriyle onu kırmamak
için neden görüşüyorsun ki? İşte, ben bunu yapmamayı başardım. Bir de “seni
seviyorum” demeyi öğrendim. Çevremdekileri çok severim ama bunu söylemede pek
iyi değildim. Beni mutlu eden şeyleri daha çok yapmaya başladım. Sevdiğim
insanları atlamamayı ve ertelememeyi öğrendim.
Yazı devam ediyor...