Güneşli bir pazar günü yollara düştüm. Rota belli; Selin
Şekerci’nin evi! Pek çoğu gibi benim için de Selin Şekerci demek yıllarca
‘Melekler Korusun’un çılgın ve sevimli Özgür’ü demekti. Kısa kıvırcık saçlar,
burunda piercing, asi ruh ve hipnotize edici iri gözleriyle kalbimizi çaldı. Ardından
‘Leyla ile Mecnun’un Şekerpare’si olarak o meşhur "Onur Ünlü kafası’’ndan
nasibini aldı. ‘Benim İçin Üzülme’de ise artık genç ve güzel bir kadın olarak
arz-ı endam etti ekranlarda. ‘Kaçak Gelinler’in dillere pelesenk olmuş
repliklerine imza atan Şebnem Gürsoy’u oldu. Bu süre zarfında kemikleşmiş bir izleyici
kitlesi kazandı. Pek çok kişi tarafından ‘’soyadıyla müsemma kişi’’ olarak
betimlendi.
İşte, bütün bunları düşünürken Şekerci’nin evine vardım. Pazar
sabahı erken saatte kapısını çalmış olmamıza rağmen onun hakkında yapılan
betimlemenin ne kadar doğru olduğunu hatta eksik kaldığını fark ettim. Sanki
biz çekim ve röportaj için değil de, misafirliğe gelmişiz. "Su yeterli" cevabının yeterli gelmeyeceği ve bayram ziyaretine gittiğinizde mutlaka hep
daha fazlasını ikram etmek isteyen akrabalarımız gibi. İkramlar güzel, sohbet
de keyifli olunca röportaja geçmekte zorlandım. Ekranda gördüğünüz Selin
Şekerci gözleri ve performansıyla etkilerken, yüz yüze geldiğinizde bu etki
alanına enerjisi ve güleryüzü de ekleniyor. Tabii bu durum çekime de fazlasıyla
yansıdı. Hepimizi kendine hayran bıraktı desem yalan olmaz. Öyle ki çekim
esnasında "acaba bir kombin daha mı yapsak?’’ sorusu bile gündeme gelmedi
değil.
“Röportaj fotoğrafların gölgesinde kalacak” diye düşünürken karşımdaki
genç kadının kendini çok iyi tanıyan ve net, samimi bir şekilde ifade eden biri
olduğunu gördüm. Bunun sonucunda ortaya da okurken Selin Şekerci’yi daha fazla
tanıyacağınız, arada gülümseyip kendinizle özdeşleştirebileceğiniz bir röportaj
çıktı.
Fotoğraf çekimine mekan olarak Emirgan'ın arka sokakları seçildi.
● ‘Acı Aşk’ın ekran
ömrü kısa sürdü. “Tam reytingler toparladı, sosyal medyada güzel geri dönüşler
alıyor” derken yayından kalktı. İzleyiciler de kanala yüklendi biraz, aceleci
davrandıkları yönünde. Sen ne düşünüyorsun?
Bence aceleci davranmadı kanal. Her işin bir ömrü vardır,
bizimki de bu kadarmış. Ancak daha kötü reytingli işlere daha fazla müsamaha gösterildi
bu memlekette ama bir şeyler kördüğüme dönüşmüşse o ipi kesmek zorundasın. O
kadar çok iş yapılıyor ki arka arkaya; bu noktada rekabet acımasız ve her şeyin
bir alternatifi var. Uğraşmak yerine yenisi hazır nasıl olsa deyip onu
deniyorlar. Muhteşem bir ekiptik yapımcısından oyuncusuna ve yönetmenine ama
hikâye biraz talihsizlikler yaşadı. Bazen olur; bazı şeyler tıkanır ve
toparlayamazsın. Bu da öyle oldu. Fakat harika insanlar tanıdım. Çok şey
öğretti, hem de hayatımda bana yardımı çok dokunacak şeyler. Hepsine
minnettarım.
● Sude
karakteri geride kendinden ne bıraktı sana?
Sevginin iyileştirici gücünün tartışılmaz kuvvette
olduğunu bir kez daha hatırlattı.
● “Sude sayesinde
bunu da yapabildiğimi gördüm” dediğin bir şey var mı?
Eser gürlerim ben ama bir insana fiziksel temasta
bulunamam. Vuramam mesela, canını yakamam. Fakat yaptım; elim, kolum, bacağım,
tüm hücrelerim kasıla kasıla yaptım. Gerçekten bir insanın canını kasıtlı
olarak acıtabilmek için kaldırdım o eli, o tekmeyi attım. Bir de baba demeyi
öğrendim dolu dolu. Hiç beceremezdim ben, hep sakil dururdu. Hüseyin Abime de
(Avni Danyal) selam çakayım; bana babayı o dedirtti muhteşem kalbiyle.
● ‘Acı Aşk’ sayesinde
güzel sesini de duyduk. ‘İncelikler Yüzünden’ için öncelikle kendi adıma
teşekkür ediyorum; o nasıl bir yorumdur! Bir sonraki işinde böyle bir sahne
olsa ve seçimi sana bıraksalar en çok hangi şarkıyı söylemek istersin?
Teşekkür ederim. Aslında en çok söylemek istediğim
şarkılardan biriydi. Zaten sağolsun yönetmenimiz ve yapımcımız ben bunu
söylemeyi çok istediğim için uğraştılar. Belki bir gün bir şarkıcıyı oynarım,
kim bilir... Eğer başarabilirsem de ‘Kimseye Etmem Şikayet’i veya Sezen
Aksu’dan ‘Küçüğüm’ü söylemeyi çok isterim.
● İzleyici gözüyle
eleştirecek olursan ‘Acı Aşk’ın en büyük eksiği veya kendini kurtaramadığı
girdap neydi?
‘Acı Aşk’, ülkesinde ses getirmiş bir hikâyeden uyarlandı.
Kim bilir belki de izleyici hikâyeyle özdeşlik kuramadı. Bizim duygumuza uygun
değildi, belki de aynı dili konuşmuyorduk. İyi olması için uğraştık ama bazı
şeyler nasıl başlarsa öyle gider. Çok çabaladık ama olmayınca olmuyor.
● Röportaj yapmayı
planladığımız gün Taksim’de üzücü saldırı gerçekleştiği için buluşamadık.
Korkuyla yaşamaya başladık maalesef. Bu konuda karamsar mısın, umutlu mu?
Özellikle ilk günler karamsardan çok tedirgindim aslında.
Hâlâ da öyleyim, çevremdeki neredeyse herkes gibi bu dolaylı olarak
karamsarlığı getirse de insanız; umut olmazsa kan akmaz damardan. Geçecek
diyorum, belki de biz cefasını çekeceğiz ama çocuklarımıza güzel bir memleket
bırakacağız. Her gece güne doğar.
● Kişisel
olarak baktığında hayattaki en büyük korkun ve isyanın nedir?
Hep söylemişimdir; hayattaki en büyük korkum yalnızlıktı.
Fakat onu yenmeye başlayınca işin rengi değişti. Başka sebeplerden yalnızlıktan
kaçmışım bugüne kadar. Korku üstüne giderek yenilir. Çocukken ses duyunca ben
de ses çıkarırdım ya da uyurken gölge görsem ışığı açmadan gölgenin üstüne koşardım.
Yavaş yavaş bunun üstesinden geliyorum şimdi de. "İyiler neden kazanmaz?’’; bu
da en büyük isyanım. Hak niye bu kadar seyrek sahibinde çiçek açmaz?
● Tüm bu
söylediklerine rağmen oldukça pozitif birisin. İster istemez insan, başkalarını
mutlu etme misyonu üstlendiğini düşünüyor. Öyle midir?
Benim filmlerim mutlu sonla biter hep, temennim böyle
olunca bir şekilde şer de hayra dönüşüverir şeklinde düşünenlerdenim.
Pozitifliğimi ne kadar gösteriyorum bilinmez ama kendi içimde salt onu aradığım
doğrudur. Fakat hep kendimden daha fazla öncelik tanıdım hayatımdakilerin
mutluluğuna. Böyle mutlu olabilenlerdenim. Bir şeyler yapabildiğini hissetmek
kimi sevindirmez ki? En alt metne inersek kendimi mutlu etmek için bunu
yapıyorum.
● Nasıl bir aile
içinde büyüdün?
Kalabalık; anneanne, dede, dayı, yenge, kuzenler, annem ve
ben. Sekiz kişiydik biz o evde; kavga dövüş, kahkaha vardı. Kalabalık ailenin
en güzel ve en zor yanlarını her şekilde yaşadım. Anneannem ve dedem Azeri
kökenli. Azeri türküleri ve aşık atışmaları dinleyerek büyüdüm. Çalışan bir
annenin çocuğu olduğum için özlemle balkonda annemin gelmesini dört gözle
beklerdim. Sonra tekrar çekirdek aileye dönüştük. Annem evlendi ve o bana
kardeşimi, eşi de (İlker Abim) babalığı hediye etti.
● Annenle babanın
çocukluğunda boşanmalarının seni oyunculuğa veya en azından yaratıcı uğraşlara
ittiğini söyleyebilir miyiz? Genelde ayrılıklar çocuklarda bir aykırılık
getirir. Sonuçta işletme veya öğretmenlik okumayacağın neredeyse bellidir.
Kesinlikle. Anne babası ayrı çocuklarda bir şeyler yarım,
eksik kalır. Bu durum en çok da sevgi için geçerlidir. Annem bana hem anne hem
de baba olmaya çalıştı. Hiçbir şeyin eksikliğini hissettirmeyen, güçlü bir anne
oldu. Ben karşılıksız sevgiye doyabilmek için sahneyi seçtim. Düşünsenize sizi
tanımıyorlar ve avuçları patlarcasına sizi alkışlıyorlar, sadece ekranda
izleyip özdeşlik kurarak yüreklerini açıyorlar. Ben kendimi anlatmak istedim.
Bu süreçte yaşadığım tecrübeler ruhumu öyle tıka basa şişirmişti ki ‘’Bir de
beni dinleyin’’ diye haykırmak istiyordum. Fakat babasız veya annesiz büyüyen
bir çocuk çekingen olur, avazı çıktığı kadar bağıramaz. Bazen benim için de en
basiti başka hayatlarda kendimden parçalar anlatmak oldu. ‘’Ben de buradayım’’
diyebildim, bu da beni besledi ve işte buradayım.
● Bu durum iki zıt
kutbu getirir beraberinde: “Ben iyi, sağlam temelleri olan bir aile kuracağım”
veya “Hayatım boyunca ayakları yere basan, tek başına kendine yeten özgür biri
olacağım”. Sende hangisi ağır basıyor?
Hâlâ bilmiyorum. Sağlam bir aile kurabilecek miyim, emin
değilim. Becerebilecek miyim bunu, ondan da emin değilim. Fakat ayaklarım yere
sağlam basacak ve tek başıma güçlü bir birey olacağım kısmıyla o kadar kafa
patlattım ki hayatım boyunca diğerini düşünmeye pek vaktim olmadı. Umarım onu
da becerebilirim.
● Bütün bunların
arasında oyunculuğa nasıl karar verdin? Karakterinin hangi baskın özelliği seni
bu pek çok kişinin “deli işi” olarak nitelendirdiği dünyaya itti?
Ben çocukken de oynardım. Kendimi bildim bileli oynarım.
Bizim zamanımızda misafir odası kavramı vardı; hani şu annelerin dantelli ve
şamdanlı, misafirden misafire kapısı açılan oda. İşte, orası benim sahnemdi.
Geceleri mum yakıp dans eder, karakterler canlandırırdım. Bir gün dedektif, bir
gün öğretmen, bir gün de şarkıcı olurdum. Sonra prömiyer günü gelip çatardı.
Eve gelen misafirlere sahnelerdim tüm maharetlerimi. Hatta oturup kendimle
röportaj yapardım; "Selin Hanım oyunculuğa nasıl başladınız?’’ (gülüyor).
Hayalperestlik hiç bırakmadı peşimi, hep hayal kurdum ve hayallerimi de oynadım
küçücük dünyamda. Sonra bir baktım bu benim işim olmuş. Söyleyemediklerimi
söylediğim en kutsal alanım oyunculuk.
● Hayat
ihtimallerle dolu; eğer geçmişte kaza geçirmemiş olsaydın şu an seninle
‘balerin’ sıfatıyla mı röportaj yapıyor olurduk?
Bilmem; belki de baleyi bırakıp selülitlerimle reiki
inisiyesi yapan bir master’a dönüşürdüm (gülüyor). Ya da dans ederken
sakatlanıp bale eğitmenliğine başlardım. Ya da parlak şans yıldızım beni yalnız
bırakmamış olurdu ve yine baş balerinliğin zorluklarından, solo dansçı olmanın
psikolojik sıkıntılarından bahsederdim; kim bilir (gülüyor).
fotoğraflar: Tokyophonline
styling: Oğuz Erel
kıyafetler ve aksesuarlar: Vintage İstanbul
Yazı devam ediyor..