Eğri oturalım,
doğru konuşalım. Limitless öyle ahım şahım aksiyon içeren bir dizi değil. Eğer
bu sebeple izlemeye başladıysanız, biraz pişmanlık duyabilirsiniz. Ama bence
duymayın, çünkü en azından orijinalliği ve sıradanlığı eş zamanlı olarak barındırıyor.
Mesela, Brian Finch’i hepimiz çok sevdik. Özellikle de mizah anlayışını. Hem de
Jake McDorman’a bu rol cuk diye oturdu. Hatta kariyerin en iyi işi bile olabilir;
bu konuyu bir ara bizzat sorarız.
Şimdi öyle
gözükmüş olabilir ama sizi Brian Finch’in ne kadar minnoş bir adam olduğuna
dair ikna etmeye çalışmıyorum. Kendisini zaten ailecek seviyoruz. Neden mi?
Hepimiz hayatın belirli dönemlerinde “Bay Mutlu İyi Adam”dan “Baş Belası
Brian”a geçiş yapmaya çalışırız. Çünkü umursamazlık iyidir, bencillik daha
sağlam durmanızı sağlar. Etrafınızda olan bitenleri üzerine alınmazsanız sizden
kralı yoktur. Brian da içimizden biri olarak bunu denedi. Evet, pek başarılı
olamadı ama önemli olan katılmaktı. Hayat böyle zaten değil mi zaten? Deneme
yanılma tahtası.
Boş zamanlarımda evde oyuncaklarımla oynarım.
İşte bu haftaki Personality
Crisis bölümü de hepimizin bazen yaşadığı bu kişilik sorununa yöneldi. Hatırlarsanız,
geçen hafta NZT etkisindeki Brian ve sıradan Brian mevzusuna değinmiştik. Hep
beraber şu sonuca vardık ki Brian aslında hep aynı adamdı. Bu hafta biraz bu
mevzuya da gönderme yaparak NZT etkisindeki Brian’ın sıradan Brian’a bıraktığı
videoları izledik. Demek ki içten içe Brian bu farka hala inanıyor. Sıradan
Brian’ın kötü seçimler yapabileceğini düşünüyor.
Ay resmen Dexter kavuşması!
Konumuz tabii ki
Rebecca’nın babası hakkındaki gerçek. Şimdi Brian bunu söylese bir dert,
söylemese bir dert. Haliyle arada kalıyor çocukcağız. NZT etkisindeki Brian tüm
olasılıkları değerlendirerek sonunun “yüksek güvenlikli hapishane” olduğunu
çözmüş olabilir. Ama bu noktada Rebecca’nın hakkını yemeyelim. O kadar da kötü
bir kadın değil. O cool ve karizmatik FBI ajanı karakterinin altında minnoş bir
sevgilinin yattığını öğrendik. Diziye Rebecca’nın sevgilisi, FBI ajanı ve dövüş
kulübü reisi Casey Rooks olarak katılmayı kabul eden Desmond Harrington sağ
olsun, eski Dexter dostları bir araya geldi. Bu vesileyle, Brian da temiz sopa
yedi. Umarım Casey’in konuk oyunculuğu Shauna kadar kısa sürmez.
Bruce Lee'nin suçu ne gençler?
Öte yandan, bu
haftanın FBI dosyası bir terörist saldırısıydı. Bilirsiniz, terörizm genelde
Amerikan dizi ve filmlerinde işlenen bir klişedir. Bu bağlamda, bu haftanın davasını
biraz zayıf bulduğumu itiraf etmeliyim. Asıl değinilmesi gereken nokta, ağabeyi
Sam Garper’ın potansiyel bir terörist olduğunu öğrenen Chris ve Brian arasında
istem dışı kurulan duygusal bağ idi. Brian, sıradan FBI ajanları ya da
polislerin aksine, Chris’i korumak için elinden geleni yaptı. Ama işte NZT bile
hazin sonlara engel olmanıza yardımcı olmuyor. Muhtemelen tüm bu terörist
saldırısı mevzusu Brian’ın kişilik gelişimine şahit olmamız için şarttı. Yani
aslında bakarsak, beş bölümdür FBI davaları Brian’ın hayatını ve karakterini bir
şekilde doğrudan etkiliyor. İster o yumruğu ye, ister yeme. Bruce Lee’nin suçu
ne?
Kısacası, her
şeyi hatırlıyor olmak her şeyi bilmek anlamına gelmiyor. Brian, daha fazla kötü
sonuçlara sebep olmak istemediğinden soluğu Rebecca’nın kapısında aldı. Bu da
bize Brian’ın Rebecca’yı ne kadar fazla umursadığını gösterdi. Bu hamle “Ben
olsam öyle yapmazdım, kendi başını yaktı çocuk!” tepkilerine sebep oldu
elbette. Ben yine de bu konuda Rebecca’ya güvenme taraftarıyım. “Baş Belası
Brian” olup umursamaz davranmak oldukça cool gözükebilir; ama hepimizin içinde “Bay
Mutlu İyi Adam” yatıyor.
Haftaya görüşmek
üzere...