Cengiz Han’ın torunu olan kaç kişiyiz?

İlk bölümün günahı olmaz derler. Gerçi pilot bölümünün de kendi çapında oldukça tatmin edici olduğunu düşünüyordum. Beklentim yoktu diyemem tabii ki vardı; fakat ilk bölümden de bu beklentilerin karşılanmasını beklemek diziye de ekibe de ayıp olurdu.

İkinci bölüm “Badge! Gun!” bu bağlamda Limitless ile ilgili endişeleri yok etmeye başladı diyebiliriz. Resmi olarak Brian Finch kardeşimizin FBI’daki ilk gününe şahit olduk. Brian da dahil muhtemelen hepimizin kafasında inanılmaz cool bir FBI algısı olduğunu baştan kabul edelim. Cool çünkü adamlar... Siyah takım elbiseler, rozetler, silahlar... İşin aslı öyle değil tabii. Kimse işe yeni başlamış çaylağı bakara oynamaya göndermiyor. Zaten UNO kartlarıyla bakara oynanmaz, değil mi? Neyse, ben hala bakaranın nasıl oynandığını anlayamadım.

Brian bir yana dursun, tahmin ediyorum ki Limitless her bölüm yeni bir FBI vakasını ekrana getirecek. Bu haftaki mevzu önemli bir gazeteci olan Stephen Fisher’ın araba kazasında hayatında kaybetmesiydi ki, FBI bu olayın cinayet olabileceği gerçeğini tabii ki göz ardı edemezdi. Önemli adamlar öyle kendi kendilerine kazalarda ölemez... En azından senaryo evreninde bu işler böyle yürüyor. Buraya kadar her şey oldukça normaldi. Gel gelelim, işin içine bomba uzmanı yüksek mühendis Darren Cullen nam-ı diğer Taurus, Moğol Börçigin ailesinden Genghis Khan – bu bizim bildiğimiz Cengiz Han ve yazar burada soy bilgisi vererek lise bilgilerini unutmadığını gösteriyor – ve bir de biyolojik silah falan girince biraz heyecanlanmadım desem yalan olur.


Bir Brian'ın nesi var iki Brian'ın NZT'si var!
 
Neden? Bir kere genetik ve bilime saygı duyuyorum arkadaş. Dünyadaki her 200 erkekten birinde aslan parçası Cengiz Han geninin bulunması ve sadece bu gene sahip kişilerde felç etkisi yaratacak bir grip virüsünün yaratılması... Yani “Vurdum, kaçtım!” temalı polisiye ve cinayet hikayelerinden bir tık yukarıda bir şeyler var. Bu arada, National Geographic'in araştırmasına göre, Cengiz Han 16 milyon kişi ile dünyada soyu en fazla devam eden adam imiş... Senaristler dersine çalışmış yani. Ben de çalışıyorum tabii. Ne yazık ki burada Stephen Fisher sadece kurban sıfatıyla yetinmek durumunda kalıyor. E asıl hedefin General Ananda olduğunu çözmek de bizim Sherlock Holmes görünümlü Brian’a düşüyor.
 
Tabii ki de performans yükseltici hap alan birinin performans göstermesi bekleniyor. Benim derdim o değil. Şimdiye kadar Brian’ın karakter özelliklerini çok sevdiğimi söylemezsem çatlarım. Brian’ın esprilerine hunharca gülen sadece ben olamam. Kafasında canlandırdığı hikayeler, her konuya alaycı yaklaşacak bir nokta bulması, çocuk gibi yaramazlık peşinde koşması... Adam komik işte, kabul edelim. Öte yandan ailesine, özellikle de babasına bu kadar bağlı olması Brian’ın duygusal yanını da görmemizi sağlıyor.


Çak bi' beşlik?
 
Gelelim sayın Senatör Edward Morra’ya... Kendisi resmi olarak Brian’ın NZT bağışıklığını tedarik eden kişi. Yani köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek lazım. Biraz göz korkutucu olan ise arama motorlarının “Senator Edward Morra NZT” ve “Eddie Morra NZT” kelime kombinasyonlarına verdiği reaksiyon... Sonuç çıkmaması muhtemel tamam ama adam toptan elektriği kesip bilgisayarı bozdu yahu... Anca NASA’da falan tanıdık olması lazım herhalde, ne bileyim. Hemşire de ürkütüyor beni zaten.

Velhasılıkelam, bu bölüme dair çok sevdiğim iki detay vardı: Bunlardan biri, Ajan Boyle’in zımba ve kırtasiye bandı kullanarak yaptığı silah ve rozet göndermesiydi ki bölümün adı da buradan geliyor. Diğeri ise, Brian’ın kovulma düşüncesiyle FBI bürosuna dönüp herkesin içinde “You’re fired!” şarkısı eşliğinde gerçekleştirdiği walk of shame. NZT’yi boşverelim de hakikaten bir Brian Finch kolay yetişmiyor. Çok yaşa Finch!
 
Haftaya görüşmek üzere...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER