Sizi dünyanın en zeki (muhtemelen) insanına dönüştürecek bir ilaç alsanız hayatınız ne kadar değişirdi? Limitless’ı izledikten sonra kendime sorduğum bir soruydu bu. O kadar da zeki olmadığımdan olsa gerek öyle bir ilacın hayatımı ne derece etkileyeceğini pek kestiremiyorum doğrusu. Belki biraz istatistik üzerine çalışıp şans oyunlarına falan girerdim, kim bilir. Yine de hafıza konusunda Kayıp Balık Nemo filmindeki balık Dory ile yarışan biri olarak böyle bir ilaca hayır demezdim, bilim adamları bir el atsın lütfen, teşekkürler.
Kahramanımız Brian da bu ilaca hayır diyemeyenlerden, ki o babasının hastalığını keşfedip, üstüne de bir tür süper kahramanlık yapıp onun hayatını kurtararak ilacın hakkını verdi sayılır. Ancak hayat o kadar da basit değil maalesef. Hiçbir mucize bedelsiz gelmez ve Brian da babasını kurtarmanın ve yeryüzünün en zeki adamlarından biri olmanın bedelini FBI’ın deney fareliğini yapıp onlar için çalışarak ödemek zorunda.
FBI denince çoğumuzun aklına gizli görevler, havalı ajanlar, süslü cümleler, bol aksiyon falan gelir. Dizinin “Rozet! Silah!” isimli 2. bölümünün başlangıcı itibariyle Brian’ın da FBI’yı bizden farklı görmediğini anlıyoruz. Kendisini kumar masasında bakara oynarken hayal eden Brian önüne konan zımba ve bant gerçeğiyle yüzleşmek durumunda kalır.
Gerçekler…
Yönetmenliğini Mark Webb’in yaptığı ve senaryosunu Craig Sweeney ve Mark Webb’in yazdığı bölüm oldukça sürükleyiciydi. FBI’daki görevine başlayan Brian’ı tıpkı hayalindeki gibi birden bire sahada, takım elbiselerle göstermeyerek gerçekçi bir evren sunulmuş. Aksine kahramanımızın dosya odasından dışarı çıkmasına bile izin yok. Gelin görün ki Brian aklına bir şey takılınca peşine düşmeden yapamıyor. Zaten ilk bölümde babası için yaptıkları da onun karakterinin bu azimli ve yardımsever tarafını gösterir türdendi. Bu anlamda karşımızda tutarlı bir karakter görüyoruz.
Pilot bölüm sonrası tahminim doğru çıktı ve dizi biraz daha polisiye tarafıyla karşımıza çıkmış oldu bu bölümle. Ama bu illa da kötü bir şey demek değil. Dizinin epizodik yürüyeceğini dizinin yazarlarından Craig Sweeney RaniniTv’de de yayınlanan röportajda zaten söylemişti. Okumadım da ne demek, buyrunuz link:
Limitless: Eğer kendine engel olmayı bırakırsan yapamayacağın şey yoktur! Mesele işin polisiye kısmını ele alış biçiminde, ki bu bölüm oldukça heyecanlı ve güzeldi. Olayın çözüme ulaşma aşamasında kendi içinde sürekli katmanlara ayrılması bölümü heyecanlı kılmış. Ve hikayenin Cengiz Han, genetik gibi konulara el atmış olması bana kalırsa bölüme renk katmış.

RaniniTv’ye aynı gün iki yazı yazınca ben :)
Yine de bölümü en ilginç kılan ve dizinin izlenebilirliğini artıran kısmı hikayenin Edward Morra ve Brian’ın ailesi tarafıdır bana kalırsa. Brian’ın merak duygusuyla Eddie Morra’yı NZT ile ilişkili olarak arama çabalarının her seferinde başarısızlıkla sonuçlanması ve bu da yetmezmiş gibi bu denemelerin bilgisayarları çökertmesi bizim de merak duygumuza tavan yaptırıyor haliyle. Kafamın içindeki “Hey Eddie, senin sorunun ne dostum?” sorusunun cevabını bulmak bile diziyi izlemek için yeterli sebep.
Brian’ın ailesi ile olan ilişkisinin ilk bölümle sınırlandırılmayıp devamının getirilmesi de benim için artı puan hanesine bir çentik demek. Brian’ın babasının hayatını kurtarmak için FBI’ın deneklik teklifini kabul etikten sonra aralarındaki yalanların ilişkilerine zarar vermeye başladığını görmek hikayenin geleceği açısından bende merak uyandırıyor. Hele ki son sahnede babasının hemşiresinin Edward Morra’nın hemşiresi olduğunu da gördükten sonra Brian gerçekten babasının hayatını kurtardı mı acaba diye sorgulamıyor da değilim.
Dizi ikinci bölümüyle de hayal kırıklı yaratmadı bende, bir çok insanın da tepkisi aynı olmuş olsa gerek ki dizi 22 bölüme uzatıldı. Devamını merakla bekliyorum.