Neriman’ın hikayesindeki virajlar da işte yine bu açılımlardan... Neriman’ın
yolu, kocasının Sinan’a verdiği akıldan nihayet geçerek düze çıkıyor gözümüzde:
“Bazen kaybetmeyi bileceksin” diyor sağ duyu. Belki asla dinlemediği bir
şekilde, Neriman aklına değil kalbine kulak vermeyi; sağ duyusuna güvenmeyi,
hatta bir nevi teslim olmayı seçiyor. İlk kez kaybetmeyi yaşıyor; ve
kaybetmenin ağırlığı, derinliği; gözleri kamaştıran, kulakları açan o tiz
keskinliği çöküyor üzerine. Kaybetmek, elmaslar gibi parladığına inandığı
aklını, fikrini, dirayetini; beyninin derinliklerindeki ışıksız dehlizlere
hapsediyor. Onunkisi de bir bakıma yüklerini kabullenmek olarak görüyorum. Daha
doğrusu görmek istiyorum. Neriman’da görmeyi hak ettiğimiz, hatta Neriman için
Neriman’ın da hak ettiği şey, yaptıklarının azametiyle yüzleşmek bundan sonra.
Şöyle olsun böyle olsun demek asla istemiyorum – bundan delice çekiniyorum
hatta – ama içten içe Neriman’ın yaptıklarının; daha doğrusu yıktıklarının
bilincine varıp ağırlığını hissetmesini, yeniden inşa edebilecekleri için taşın
altına elini koymasını bekliyorum resmen çocukça, masallara layık bir hasretle.
“Hulusi baba”sının aklına, şefkatine muhtaç Neriman’da o yürek ve merhamet var
çünkü. (Sırtınızı yere koymayız dercesine gölgelerin arasından çıkıp selam eden
Hulusi dede ve Sadri ustanın ellerinden de öperiz, bu vesile ile)
Yıllardır belki yüzünü bile görmediği Ömer’iyle, bir kez rastlaşıp (benim
ananemin deyimiyle) “ilk göz ağrısı”nın daha yanında bile görmediği Defne’sinin
ne kadar yakıştığını biliyor Hulusi dede. Belki saçma, fazla masalsı geliyor bu
kağıt üstünde. Ama bazı şeylerin kudreti o kadar sağlam olur ki, suretler
gereksizdir onların gerçekliğini hissetmeniz, bilmeniz için. Defne’nin yüreğinin
temizliği, eşsizliği gibi. Koca koca, hatta dolu dolu açtığı gözlerinden
süzülen bakışlar; Necmi’nin en derinlerine işleyip, yaralarını temizliyor,
boşluklarını dolduruyor. Belki başka kimseden uzanamayacak türden bir el olup,
Necmi’yi kendi karanlığından tutup çeken kişi Defne. Kendisini yıkıp geçen
kadını hayata tutundurmak için “bunu bir daha düşünün bence” diyebilecek tek
kişi de belki Defne. Çünkü gerçek, adeta gerçek olamayacak kadar gerçek hatta.
Bırakın Ömer’i kadın erkek çoluk çocuk biz aşık oluyoruz Defne’ye. Beni
ağlattın Defne. Allah seni güldürsün.
Herkes beni sevsin. HERKES!
Veya Allah’a değil, İz’e havale edelim o işi... Hazır ortalardayken. Gelişinde
türlü türlü belâyı, felâketi, musibeti aradığımız(!); fakat aslında -
perdelerini aralamamız her sağlıklı ilişki için şart olan – “geçmiş”in, en
fazla silik bir “iz”i haline gelmiş olan İz’e... Biz izlerimizden oluşuyoruz,
onların bir parçası ve sonucuyuz. Bizi biz yapan izleri deşmek bu yüzden bir
“bedel” değil, bir “gerek”. Beni geçen bölüm üzmekten çok şevklendiren İz, bu
bölüm de açtığı yoldan paldır küldür sürükledi bizi peşinden işte... Bizi
peşinde sürüklerken, Ömer’le Defne’yi de birbirine doğru aklı tutulmuşçasına sürükleyen
İz’di yine.
Kimsenin yaratamayacağı bu girdabı yaratacak tek kişi aslında İz. Sevdaya
dahil ayrılıklar çetrefillidir çünkü. Ömer ve Defne, İz’in gelişinden önceki yollarından
devam etselerdi; önce kendilerine, sonra birbirlerine dürüst olmak zorunda
kalmakla sınanmayacaklardı. Kaçtıkça, dinlemedikçe, buna rağmen yüz yüze
bakmaya da devam ettikçe; bir süre sonra baktıkları gözler hüzün değil öfke
doldurmaya başlayacaktı içlerini. Kırgınlıkları siteme, öfkeye, hınca hatta
gözleri kör eden bir inada dönüşecekti belki.
Ayrıldığınızı, ancak kaybettiğinizi hissettiğinizde anlarsınız. Öncesi,
arafta kalmaktan ibarettir. Ömer’le Defne aralarındaki jaluziden birbirlerini
görebildiklerini bildiği sürece, birbirlerini kaybettiklerini anlamayacaklardı.
Ama aşktan da güçlü olan bir şey varsa, o “kaybetme korkusu”dur işte. İz bunu
fişekledi Defne’ye. Ömer’e ise kaybettiği şeyin, geçmişinde biriktirdiği
izlerin yanında ne kadar eşsiz olduğunu gösterdi. İz sürekli yeni izler
bırakmaya yeltendikçe, kendini durmadan Ömer’in gözünün içine sokmak istedikçe,
Ömer İz’den çok Defne’yi görmeye başladı bu yüzden. Aşka, sevdaya dahil bir
takım ters tepkimeler... :) Tepkinin
olması için etkinin olması gerektiği, artık çok net, öyle değil mi?