Poyraz Karayel bağımlısı ve çevremdeki neredeyse herkesi bu diziye
başlatmış birisi olarak üzülerek söylüyorum ki 26. bölüm dizinin şu ana kadarki
en kötü bölümüdür. Hem de öyle böyle kötü değil. Daha evvel bir 14. bölüm vardı
bazı sahneler gereksiz uzatılmış diye sinirlendiğim, bir de 19. bölüm birtakım
karakterler beni hayal kırıklığına uğrattığı için çok içime sinmeyen. Ama o
bölümler bile tekrar tekrar izlenebilir güzellikteydi Poyraz Karayel evreninde.
Geçen haftaki bölüm de bir sürü hatayla doluydu ama hadi yeni başladılar diye bir
nebze affedilebilir demiştik. Ama bu çok kötü oldu be. Sahne kaçıracağım diye
gözümü ekrandan ayıramayan ben resmen sıkıldım ilk defa, alelade bir dizi gibi
(bakınız bu husus çok mühim) başka şeylerle ilgilenirken buldum kendimi.
Sıkılmaktan da öte sinirlendim. Neden?
Çünkü sevip benimsediğim şeylerin boka sarması canımı sıkıyor. Kendi kendime
niye sevemiyorum bu bölümü dedim. Bir yapmacıklık bir olmamışlık aldı başını
gitti. Daha evvel hiç izlemeyip ilk defa bu bölümüne denk gelen bir kişi “Bu
muydu lan o kadar övdüğünüz dizi?” diyebilir, sonuna kadar haklıdır. O yüzden
lütfen bu dip olsun ve battığı gibi ordan yukarı doğru çıksın Poyraz Karayel demekten
başka elimizden bir şey gelmiyor şu noktada. Uçan kuştaki güzelliği kayıp mı
ettik yoksa Albayım? Hadi bir de birtakım abuk metroseksüel kılıklara sokup (ekrana
bakamadım yüzümü filan kapattım o derece) yok yere karizmasını çizdirdiğiniz
Sefer’in repliğiyle sorayım: Biz hep sevdiklerimizden mi patlayacağız böyle?
Hikaye kopuk kopuk, oyunculuklar muhteşem diye sevdik ama
nedense oyuncular bizi inandıramıyorlar, her şey arkadan atlı koştururmuşçasına
hızlı gerçekleşiyor ama aslında pek de bir olay olmuyor, sürenin çoğu goygoyla
geçiyor, falan filan. Yaz tatilinin etkisinden çıkıp okula alışamamış
çocukların şaşkınlığı var sanki ekipte.
Bana mutsuzluğun
resmini çizebilir misin Poyraz?
Oysa bölüm güzel başlamıştı (Bol reyting alan son sahnenin
yeni bölümün bir parçasıymış gibi tekrar verilmesini saymazsak). Poyraz’ın
acısı, Begüm’ün kendini kaybetmesi, Ayşegül’ün Poyraz’a yardım etmesi ama istediği
kadar yanında olamayışı, mesela bir sarılamayışı. Fragmana da koydukları ve
bölümle ilgili umudumu arttıran Bahri-Poyraz sahnesi. Sinan’ın babasının oğlu
olduğunu bir kez daha gösterdiği ölümle yaşam arası rüya sahnesi, Begüm’ün
saçlarını kesip şarkı söylediği sahne. Şebnem Hassanisoughi’yi övmeye devam
edeceğim bu noktada, kendisini diziye girdiği andan beri çok beğeniyorum, söz
konusu sahne de bir sanat filmi sahnesi gibiydi. Burada gözüme batan ve
belirtme ihtiyacı duyduğum bir şey; Sinan ölümden dönmüş, Begüm kendini alkole
vurmuş ve depresyonun dibindeyken Ünsal ve Canan Özbakan çiftinin halen
İsviçre’de olması. Oyuncuların diziden ayrıldığının farkındayım ama geçen sene
izlediğimiz hikâyeye bakarsak bu tamamen mantık dışı. En azından lafları
geçseydi. Keza Sema telefonla konuşurken Sinan’ın vurulma olayını duyan Bahri
ve Songül’deki cold blood tepkisizlik.

Koskoca
Avukat Hanım'ın düştüğü hallere bak.
Sema demans mı, Alzheimer mı, beyninde ur mu var bilmiyorum
da, hafızasıyla birlikte kişiliği, mantığı, sofistike yanları filan da gidip
geliyor. İdollük derecesinde mükemmel bir karakterdi kendisi, etmeyin eylemeyin
üzülüyorum. Yeni tanıdığı Poyraz’ın işe gelirken giymesi için tam üstüne
oturacak takım elbise ayarlayan Sema, kocası olacak adama damatlık dikmesi için
nasıl bir modacı buluyor öyle? Adam haklı olarak sinirlenirken de "Kabul
ediyorum, benim hatam." diye çaktırmadan gülüyor
filan. Komik mi? Bence değil. O değil de taşındığımı tamamen unutmuşum nedir ya? Nereye taşındı ki Sema? Kız isteme
olayı zaten saçmayken Ayşegül’ü olaya dahil etmeye ne gerek vardı onu bile
anlamadım ben. Sema "Biz Sefer’le evleniyoruz." diyor, Ayşegül hiç sorgulamıyor
bile zaten. Nasıl oldu, emin misin filan sorsana ya? Ay çok sevindim, deyip
geçti resmen yarım ağız. Geçen hafta diğerleri de sanki çok önemsiz bir haber
gibi, "İyi, tamam, oturun, biz de Adil Topal’ı konuşuyorduk." diye konuyu
değiştirdiler heyecanlı heyecanlı biz evleniyoruz diyen çifte. Kızı Bahri’den
isteyeceklerdi güya, Ayşegül’den istediler resmen. Kim istedi o da belli değil
gerçi. Sema’nın görümce topuzu ve içerisinde yürüyemediği rüküş elbisesiyle “Ne
düşüneceğiz ya ver gitsin!” şeklindeki Kezbansal söylemleri ve nikâh değil düğün
değil ne gerekse piste davet edilen çiftimizin dans etme çabası beni benden
aldı. Neyse ki Sadreddin Songül’e biz yarın edeceğiz senle dansı dedi de sahne
kurtuldu. Son ana kadar Poyraz dolaptan çıkıp (Sahi neden çıkamıyor, mantıklı
bir açıklaması olan var mı?) olaya dalacak diye bekledim, o da olmadı. Kısacası
bu sahnedeki mizah da gay modacı mizahı gibi bizim Poyraz Karayel’den
beklediğimiz mizah değil. Komik olacağı çok bariz bir durum varken en çok
“Quaresma aynı Quaresma yani, bi cacık olmaz.” repliğiyle mi eğlenmeliydim?
Yanlış anlaşılmasın Beşiktaş göndermelerini bir Beşiktaşlı olarak gülümsemeyle
takip ediyorum. Ama sahne bütün olarak bir “Zülfikar’a meslek şoku” sahnesi
içtenliğine sahip değil.
Lakin favori çiftim SefSe’yle ilgili en çok hayal kırıklığı
yaşatan sahne nişan sonrası baş başa konuştukları sahnedir. Bir kere o mekan Beş
Kardeş izleyicileri için o diziyle özdeşleşmiş bir mekan, başka bir yer
bulsaydınız keşke. İkincisi, bir sezon boyunca Sefer’in Sema’yı sevişini, bekleyişini
izledik. Sema tarafından da bildiğin hoşlanma/etkilenme sinyalleri aldık ara
ara. “Ben senin bana olan aşkına aşık oldum.”a mı bağlanmalıydı olay? Hem bir
insanın aşkına aşık olmak, kendisine de aşık olmak manasına gelir mi?
(Kelebeğin Rüyası filmini anıyorum gözlerim kapalı). Biz Sema’nın kendisiyle
ilgili anlatamadığı şey ne, Ayşegül’e hiç aşık olmadım sorup durma dedi,
Sefer’e tee lisede mektuplaştığı çocuktan bahsetti bunları öğrenelim derken, bari
en azından mevzu daddy issues’e bağlansın diye derinlikli psikolojik
çözümlemeler beklerken bu muydu yani? Adam gönül diyor, bu hala mantığı
devreden çıkaramamış şeyler söylüyor duygusuz duygusuz. “Bu yaşa geldim,
yalnızlıktan da ölüyorum üzerine afiyet, hazır sen de peşimde pervanesin, elin
yüzün de düzgün kaçırmayayım bari dedim.” dese daha samimi bir cevap olurdu. O
öpüşme sahnesi de hiç olmamış. Uzun uzun çekilmiş bir de ama, Sefer’in polise
oyun yapıyoruz ayağına Sema’yı gafil avlayıp öptüğü sahnedeki, onu bırak geçen
haftaki kısacık beraber yürüdükleri sahnedeki duygunun onda biri yoktu. Olmamış.