Ankara merkez; (yok öyle) kafasına göre herkes!
En sonda söyleyeceğimi ilk başta söyleyeyim, diyorum. MİlaT, 5.bölümü ile beni iyice içine aldı. 1.-2.bölümlerde eksik bir şey vardı sanki. Nasıl anlatsam? Yemeğin sosu eksik gibiydi. Hikâye genişledikçe genişledi. Her yeni gelen karakter elinde balıyla kaymağıyla gelmiş desem abartmış olmam. Zira kalitenin arttığını başka türlü ifade edemem. Emeği geçen herkesin gönlüne bereket.
 
Eveeeeet, kamera arkasından kameranın önüne dönecek olursak nerede kalmıştık? Hıh, evet hatırladım. Ekip, en son 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı provoke etmek isteyen canlı bombaları tepelemek ile meşguldü. İlk canlı bombayı İbrahim, Sinan ve Ahmet kolundan tuttukları gibi indirmişlerdi. Ancak Hamza’nın tarafından bir patlama sesi duymuştuk. Yoksa, Hamza, yok ya Allah korusun deyip konuyu kapatmıştım. Durduk yerde senaryodan gol yemeyelim. Yüzde 1500 eminim ki hepimizin tahmini de Hamza’ya bir şey olmayacağı biliyorduk da ama nasıl olmayacaktı? Hamza, zeki ve çevik bir adam olduğunu, adının neden Hamza olduğunu bir kez daha gösterdi. Bombacıya attığı tekme ile herkesin hayatını kurtardı.
 
Yeni bölüme ise Duru ile başlamak istiyorum. (Zira laf lafı açacak.) Bu bölüm, Duru, sonunda + nihayet, babasının Esin Alpkaya ile ortak olduğunu öğrendi. Babasının şirketinin aynı zamanda hukuk müşaviri olan Duru’nun bu ortaklığı öğrenmiş olmasına çok sevindim. (Günaydın cicim.)

Ender'den: "Duru, kızım, öp misafilerin elini." bakışı.

Bence Duru, Amerika’ya gitmeli. Orada moda okumalı sonra sosyal medyada “Rujum için rujcu ablaya teşekkür ederim.” içerikli paylaşımlar yapmalı. Duru’cuğum kusura bakma ama sen Hamza’nın peşinde koşarken, atı alan çoktan Üsküdar’ı geçti. Umarım yeni ortağın Esin’i ve CEO’su Yağız Ali’yi sevmişsindir. Ortaklık demişken, Esin-Ender ortaklığı da tam gaz devam ediyor. Sevkiyatları başladı bile. Birol, Esin’in şirketi için kıytırık diyordu ama bu bölüm baktım da “Bu daha başlangıç” seviyesine yükselmiş. Ender çıkıp: #BenimMilatım, Esin Alpkaya ile ortak olduğum gün, dese tam isabet olur. Ender’in, Birol ile de işleri yolunda. Oh hayat sana güzel Ender! (Geleneksel “Duygu’nun şom ağzı” Şenlikleri başlamıştır.)

Gözün kapalı çıktıysa sayılmıyormuş.

Beyce’deki petrol olayından patladılar hem de öyle böyle bir patlama değil. Ortaklık kurdukları firmanın aslında paravan olduğunu ortaya çıktı. Dış işlerinin hakkında açağı uluslar arası soruşturmadan bahsetmiyorum bile. Üstelik terörist adamlarla tokalaşırken çekilmiş boy boy fotoğrafları da var. Senden bir “Kızım etkileniyor.” çıkışı bekliyoruz Ender. Ender’i bu işten kurtarmaya hevesli tek isim ise Esin oldu. İnsan kıyamıyor tabi ortisine. :)
 
Asaf’ın sırrını da öğrenmiş olduk. Meğerse teşkilat için çalışırken görevde işler yolunda gitmemiş. Asaf, gurbet ellerde bir başına kalınca teşkilatın onun sattığını düşünmüş ve o da hiç düşünmeden teşkilatı satmış. Ve sonuç bugün olanlar… Ancak Asaf'ı satmaya kim cesaret edebilir? Peki, o zaman Murat Bey’in Agah Başkan’dan miras kalan notlarındaki şifreden çıkan “Üzgün” kim, neyin nesi, neye üzülmüş? Aklıma ilk Asaf geldi ama… Tamam, tamam sustum.
 
Bölümün ilk operasyonunun haberi, ekibe, Agâh Başkan’ın cenazesinde geldi. Kaçak silah sevkiyatı işi. Yani biliyorsunuz işte, böyle işler, ekip için çıtır çerez. Komutada Gökçe, koordinasyonda İbrahim, sniper olarak Sinan, aksiyonda Ahmet ve Hamza. Ekip, her zaman olduğu gibi, bu operasyondan alınlarının akıyla çıktılar.

Rafael'ciğim bu kadar sinir hasta eder ama adamı.

İlk operasyonu, benim de çok sevdiğim, Alman yazar Bertolt Brecht’ten bir söz ile bitirmek istiyorum ki mesaj yerine varsın:

Vatan millet hep palavra
Savaşlar da bahane
Bu düzende tek kural var
Artmalı hep sermaye.
Kapıların arkasında bölüşürler pazarı
Çıkarları çatışınca başlatırlar savaşı
 
Bu haftanın konukları ise taa Tel-Aviv’den geldi. Malum, seçimler yaklaşıyor. Kafamızın, evimizin önünden geçen ve ne dediği anlaşılmayan seçim arabalarının gürültülerinden şiştiği bu dönemde bir de provokatörler uğraşıyoruz. Gelenlerden biri sosyoloji ve insan hakları diğeri strateji ve Ortadoğu konusunda uzman olan iki akademisyendi. Farklı üniversitelerden okuyan, “örgüt mensubu” öğrencilere ders vermek için gelmişler. Bu adamların gelişi, izlerini kaybettirmesi, şehirden uzak yerlerde “provokatör” yetiştirmesi seyri her zaman olduğu gibi Rafael’in öncülüğünde ve Asaf kontrolündeydi. Ama yine olmadı, yine olmadı. İlk önce silahları kaçıramadılar. Üstüne üstlük misafirleri de koruyamadılar. Zorluk seviyesi “Eliyle koymuş gibi bulmak” deyiminden bit tık üstte olarak ekip, masumlara zarar vermeden (Burası çok önemli: Masumlara zarar vermeden.) operasyonları tamamladılar. Akademisyenleri, konuşturmak adına zaten onları sağ yakalamaları gerekiyordu. O Allah’ın emri zaten. Ama körebe oynar gibi eve girmemeleri ile yine gönlümü fethettiler. Harikasınız çocuklar!

Operasyonunen şık ismi tabi ki yine Sinan'dı.
 
Hamza’da durumlar karışık ve çift dikiş gidiyor. Resmen iki mesai yapıyor. Gündüzleri operasyonlar, aksiyonlar, silahların gölgesindeyken, geceleri de Asaf’ın peşine düştü. Karşılaştıkları restorandan bir şeyler yakalamak isterken, restoran sahibinin cesedine ulaşıldı. Ama kol boyu sıralarsak Asaf’ın peşinde Hamza, Hamza’nın arkasında ise Birol yeğeni, Rasim vardı. Hatırlayacak olursa Hamza ve Yağız, Birol’u kışkırtmak için kumarhanesini basmış, paralarını yakmış, Rasim’i ise ellerine ateş etmek suretiyle etkisiz hale getirmişlerdi. Rasim’in intikam olması gerekirdi. Yoksa erkekliğine halel gelirdi, maazallah. İlk önce Hamza’nın yakın arkadaşı Mustafa’yı kaçırıp ağzından laf almaya çalıştılar. Yetmedi çocuğu dövdüler. Bu da yetmemiş olacak ki Hamza ve Yağız da oradayken Mustafa’nın çalıştığı benzinciyi bastılar. Olan yine en mutluya, mutluluğu en çok hak edene oldu. Mustafa, elinde, teklifini kabul eden sevdiceğinin resmiyle vuruldu. Hamza’nın mutluluk tarifine katılmamak elde değil. Ne diyordu abi: Benim için mutluluk sevdiklerimin benden uzakta, iyi olduklarını bilmektir. Başında kara bir bulut ile gezdiğinin Hamza da farkında. Ama vatan sevgisi hepsinin önüne geçiyor işte.

Hayalleri olan insanlar, hayallerini gerçekleştirmeden ölmese ya:(

Bu haftaki gönül işleri köşesinin bir numarasında Gökçe vardı. Esin ile buluşmak için gittiği restoranda, Esin ve Yağız’ı el ele görmesi çok kötü oldu. Yağız, gönül hikâyesini Esin’e anlatırken Esin: Gözden uzak olan gönülden de uzak oluyor, dedi. Ama o iş öyle değil işte Esin. Gözden uzak olan gönülden de uzak olmuyor, göz görmeyince gönül, mecburen, katlanıyor.

Biz bölmüyoruz romantizminizi, değil mi?

Bölümün en dikkat çeken sahnesi Rafael ve bağlı bulunduğu teşkilatın yaptığı katliamdı. “Terör örgütü ve güvenlik güçleri arasında çıkan çatışma sırasında, 10 yaşındaki bir çocuğun, kimin silahından ateşlendiği belli olmayan bir çocuğun ölmesi” Kulağa ne kadar tanıdık geliyor değil mi? 269 gün komada kalmak, 15 yaşında olmak, 16 kilo olarak toprağa verilmek… Selam olsun sana, nur içinde yat çocuk. Söyleyecek başka sözüm yok.
 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER