Bu başlığı
17. Bölüm ikinci fragmanını izledikten sonra atmaya karar vermiştim. Ama bölüm
o kadar karman çormandı ki, izledikten sonra hafif sitemli bir başlık atacaktım;
‘Sucuklu yumurtadan ne istedin be kadın!’ gibi bir şey. Ancak kapak
fotoğrafındaki güzel sahnelerin hatırına, sitemimi yazıya sakladım aşklı kısmı
başlıkta baki kalsın istedim.
Kaplumbağanın
mesajı nedir acaba?
Begüm’ün
gelmesini nasıl bir ihtiras ile savunduğumu bilen bilir. Ama ben böyle bir
Begüm hayal etmemiştim. Evet, Begüm’ün de baba problemli olması, Poyraz Karayel’i
ana ekseninde tutmaya yarayacak. Bunu gerçekten çok sevdim. Hatta merakla
bekliyorum, Ünsal ve Begüm konuşmasının arkasında saklanan gerçeği.
Ayrıca Begüm’ün
ilgisiz bir anne olduğunu çoktan anlamıştık. Zaten Begüm’ün evladına börekler
açıp, pantolonunun içine içlik giydirmeden sokağa salmayan bir anne tipi
olmadığını gelmeden tahmin ediyorduk. Bu konuda da bir sıkıntımız yok. Gerçi Poyraz
da çok evhamlı bir baba değil, sorumsuzluksa o da oğlu yanındayken çatışmaya
girmekten çekinmiyor, ayrı konu.
Kadın tam
bir pislik çıktı Rıza Baba!
Ama gelir
gelmez Begüm’ün “ben kötü kadın karakterim, saf masum iyi karakterinize türlü
türlü kötülükler yapacağım, annesinden içtiği sütü burnundan getireceğim” yazılı
pankart açmasına da gerek yoktu. Elbette bekliyorduk ki Begüm, Ayşegül ve
Poyraz arasında bir sorun olacaktı. Ama kör göze parmak sokar gibi aşırı doz
Begüm entrikası almak beni rahatsız etti. Tamam, Begüm zaten bağımlıydı, bunu
biliyorduk. Ama üstüne üstlük eski kocasını kıskanan paçoz kadın kıvamında
olmasına gerek görmüyorum. Elbette Poyraz’ı kıskanıp çirkinlikler yapacaktı ama
ben Begüm’den daha kaliteli kıskançlıklar görmeyi umardım ki böylesi çok daha
tehlikeli olurdu. Sonuçta zamanında Poyraz bu kadına âşık oluş. Ben şahsım
adına, Poyraz’ın Begüm’e neden, nasıl âşık olduğunu anlamak isterim ya da Begüm’ün
neden 5 yaşında çocuğu varken bir şişe viskiyi gömdüğünü. Hepsinin bir nedeni
olmalı ve biz bunu öğrenmeliyiz.
Yeri
gelmişken, huzurlarınızda Sinan’cığımdan özür diliyorum. Çünkü kendisi bu anne
babaya fazla bile olmuş. Bir de Sinan’ın sahnelerdeki ağırlığı son iki bölümdür
tam olması gerektiği gibi. Sadece okul muhabbetlerine hala gerek görmüyorum ama
biliyorum ki o konu da ‘yerli dizi yersiz uzun’ sorunsalından kaynaklı.
Sadece
babası değil kendi de parmaklıklar ardında, ruhen de olsa.
Ayşegül’ü
çok sevdiğimi, hatta en özdeşleştiğim karakter olduğunu ve ‘Hangi Poyraz Karayel karakterisin?’ testinde,
testi hazırlamamışım gibi çözersem Ayşegül çıktığımı belirtmek isterim. Bu
nedenle de Begüm’ün tüm aşırı doz çirkeflikleri karşısında kalitesinden ödün
vermeyip, ama içten içe üzülmesi yüreğime dokundu. Bu krizi atlatma çabasında
gösterdiği akılcı tavra saygı duydum. Ama hala giydiği ayakkabının parasının
nerden geldiğini bilmemek benim karaktere olan inancımı yitirmeme neden oluyor.
Aşk gibi para da bu hayatın bir gerçeği ve Poyraz
Karayel’de bu konu aşırı soyut kalıyor.
Ayrıca sizle
paylaşmadan önce, haftalardır Ayşegül’ün o hastanede yaptığı şeye bir anlam
veremesem de sabredip bir anlam ifade edecektir diye bekledim. Üzülerek
söylemek istiyorum ki Ayşegül’ün kafasına göre, kâh gittiği kâh gitmediği
sadece bir doktor ve bir hastanın olduğu kendi uzmanlığı ile alakası olmayan o
hastanede ne yaptığını cidden anlamıyorum. O gençle kurduğu bağ üzerinden, ölen
kardeşiyle ilişkisinin yeniden canlandırılmasını izliyoruz Ama onun yerine, esas
ateşin düştüğü Umman ailesinde bu acı kaybın izlerini görsek çok daha vurucu
olmaz mıydı?
Örneğin
Bahri Baba uyuşturucudan hapse girmişken Ayşegül’ün “babam her şeyi yapar ama
uyuşturucu işi yapmaz” demesi çok güzeldi. Sonra yana yakıla “babamı görmek
istiyorum” deyince ben de babası için endişelendi sandım ki hali tavrı öyleydi.
Ama Baba – Ayşegül konuşmasında, duyarlı Ayşegül gitti bencil Ayşegül geldi. Hâlbuki
uyuşturucu yüzünden derin bir ortak acıları varken bu bencilce ve yüzeysel
diyalog yerine baba kızın daha derin bir şeyler paylaşmasını isterdim.
'Düştüm mapus damlarına öğüt veren bol olur.'
Baba’nın
hapishane olayında da oturmayan durumlar var. Ama bir mayfa kültürüm olmadığı
için racon nedir bilmiyorum ama sanki böyle de olmazmış gibi geliyor. Keşke
dönem dizilerindeki tarih danışmanları gibi mafya dizilerinde de mayfa danışmanlıkları
olsa. Örneğin Bahri’yi hapisten çıkarmak için suçu üstlenecek adamı illa Zafer’in
mi göndermesi gerekiyordu? Yani bir itiraf ile Bahri’nin çıkması mümkün ise
bunu kendileri de yapamaz mıydı? Onun yerine Zafer’den, kokain yüklenirken ki
otopark kaydını isteselerdi biraz daha sağlam bir delil olabilirdi. Evet, bu
küçük bir ayrıntı bir kere olunca Poyraz
Karayel’de yaratılan dünyaya inancımızı kaybetmiyoruz ama damlaya damlaya
göl oluyor ve bir gün bir bakıyoruz ki orada anlatılan hikâyeden uzaklaşmışız.
Şimdilik bu Poyraz Karayel için uzak
bir ihtimal ama uyarmakta fayda var.
Başıma sıkmayı akıl edemeyen Bahri Baba mı benim rakibim olacak!
Ve yine
konumuz Zafer’ken, ben bir izleyici olarak, Zafer’in çok büyük ihtimal ölmediği,
vurulma numarasıyla kendimi adatılmış hissettim. Yani bir şok yapıp Zafer’i
öldürürlerse dediklerimi seve seve geri alırım. Ama Zafer’in büyük ihtimalle en
basit çözüm olan çelik yelek giyerek kurtulduğu bu durumun açıklamasının beni
çok tatmin edeceğine ihtimal vermiyorum. Poyraz
Karayel’in de böyle küçük oyunlara ihtiyacı olduğunu hiç düşünmüyorum.
Hayat acı gerçekler ondan da yakıcı!
Yazıyı bitirirken,
bölüm sonundaki sahne dizilimi nedeniyle, her biri kendi içinde çok güzel olan
sahneler birbirinin duygularını bastırdı. Bir yanda sezon finalinde patlatmalık
bomba olan Sema’nın, babasının katilini öğrenme dramını diğer yanda Baba’nın
Zafer’i vurmasını, bir başka köşede Sefer’in şişlenmesini izlemişken; Poyraz’ın
Ayşegül’e bin birinci kez ilanı aşkı ile bölümü bitirmek cidden alternatif bir
tercih olmuş. Öyle ki kendimden şüpheye düştüm Ayşegül ve Poyraz daha önce
öpüşmemişler miydi diye. Neydi bu sahneyi önemli yapan cidden anladım. Hâlbuki
her bölüm en az bir kere izlediğimiz, klasik Poyraz’ın gaza gelip yaptığı bir
şeydi.
Mahir dayı
ölmedi marksizmde yaşıyor
Bu hafta
sürekli beğenmediğim şeyleri yazmış oldum ama dost acı söyler kontenjanıma
sığınıyorum. Peki, güzel hiç mi bir şey olmadı derseniz. Nasıl olmasın ki. Bu
dizide çok güzel karakterler var bir kere. Ve onların hafta boyu beynimize
kazınan aforizmaları, çok naif aşkları var. Ha bir de Mahir dayı vardı ama o da
öldü. Cidden bu kadar az görünüp de bu kadar sevdiğim bir karakter olmamıştı
hepimizin başı sağ olsun.
Zülfikar
kalp televizyonun içindeki, televizyon seçimi kalp ben
Son söz
olarak, başlığa ilham olan Zülfikar’ın Çiğdem’e yaptığı aşk çağrısının ne kadar
güzel ne kadar yüreğe dokunduğunu burada bir kez daha size anlatmayacağım zaten
bu hafta boyunca durup durup izleriz. Ama Poyraz
Karayel senaryosu, mayfa olaylarına bizi inandırmakta zorlandığından çok daha
fazla, bu fantastik aşklara inandırmakta başarılı. İşte bana sorarsanız, Poyraz Karayel’i bambaşka yapan şey bizi
aşkla dünyanın daha iyi bir yer olabileceğine inandırmasında saklı.