Bu hafta MİlaT’tan
istifade Ankara’nın yapılı çevre sorunlardan* bahsetmek istiyorum. Evet, sahne
geçişlerinde sizin de gördüğünüz üzere Ankara’da genel olarak gri renk hâkim.
Ana arterlerde sağlı sollu uzanmış, ucube, hepsi en az 25 katlı gökdelenleri
görmek mümkün. Trafik konusunda İzmir’in abisi, İstanbul’un küçük kardeşi. Ama
merak etmeyin, İstanbul gibi olmasına az kaldı. Yeşilin en yoğun olduğunu
yerler ise mezarlıklar. (Yorumlayıcı konuya nasıl gireceğini bilemediği için
burada saçmalıyor.)
Goygoy dozaj bir yana, 4.bölüme kanlı düğün baskını ile
başladık. Kısaca hatırlayacak olursak; Asaf ve adamları yapacağını yapmış ve
İbrahim’in oğlunun sünnet düğününü resmen kana bulamıştı. Düğünde çıkan
çatışmada Sinan ve İbrahim hafif, Ferhat ise ağır yaralanmıştı. Ne yazıktır ki
Ferhat… (O uğursuz kelimeyi söylemek istemiyorum.) Üstelik bebeğini kucağına almasına bir ay kala. Eğri oturup, doğru
konuşmak gerekir. Ferhat durumu bana bugüne kadar “büyüklerin” savaşı uğruna
babasını kaybeden çocukları, sevdiği adamı kaybeden eşleri hatırlattı. Söz
konusu vatansa kimse boşuna ölmez ama gel de anlat bunu küçük çocuklara. Ekibin
beynini kemiren asıl önemli soru ise düğün bilgilerinin kim tarafından
uçurulduğuydu. Yoksa Gökçe, bir an boş boş bulunup Esin’e? Yok ya, Esin kime,
neden yetiştirsin ki? Hem sadece “Akşam bir sünnet düğünümüz…” demesiyle
anlaşılacak da bir şey değil ki. Akşam bir sünnet düğünümüz var = Sarı çizmeli
Mehmet Ağa.
Ferhat dışında ekibin resmi olmayan “babası” Agâh ise
kalp krizi geçirdi. Açıkçası Agâh’ın düğüne saldırı olacağını çözmesindeki
sırrı anlayabilmiş değilim. Yani kendisine gelen notu “düğün ve suikast” olarak
çözümlemesi ben de boşluk. Zaman ilerledikçe Agâh’ın sırlarını da çözerim
umarım.
Velhasıl bu baskın resmen “milat” oldu. Savaş
başlarken saflardaki isimler belirlenmeye, belirli olanlar ise sıklaşmaya
başladı. Bir yanda Rafael, Yıldıray, Figen, diğer yanda teşkilat ve Esin. Ender
Gümüş’ün durumu için henüz bir şey söyleyemiyorum zira dönme hızının, Dünya’nın
dönme hızından bile hızlı olduğunu düşünüyorum. Yazdım onu kara kaplı deftere.
Yıldıray güçlü, kararlı, hırslı bir işadamı. İçinde
bulunduğu savaşı kazanmak için her şeyi yapacaktır. Elindeki tüm imkânları
seferber edecektir. Bu sefer seferber edeceği en önemli imkânı ise basın yayın
gücü. Kime yandaş, kime candaş olacağı malum. Allah, yandaş medyanın şerrinden
korusun. Korumaya da Ender’den başlasın. (4 bölümün sonunda Ender için iyi bir
şey söyledim.) Bakanlık müfettişlerinin yaptığı soruşturma sonrasında Ender
köşeye sıkışmış gözüküyor. Haksız kazanç sağlamaktan dolayı hakkında adli
soruşturma açılmış.
Elimizde görüntüler de var. Haftaya cuma açıklıyorum. (AÇIKLAMADI)Geçmiş olsun Ender’ciğim. Ama bu durumu Duru’dan nasıl
saklayacaksın? Hem kızın, hem de şirketinin avukatlarından. Duru’nun bu
durumdan habersiz kalması demek
Avrupa
Yakası dizisindeki Selin eşittir Duru demektir, olacak. Yani her sabah
süslenip püslenip babasına şirketine giden, ortada tatlış tatlış gezinen kız
çocuğu şekli.
Teşkilatin durduğu yer belli. Ama durduğu yerden bile aynı anda üç cephede savaşıyor.
Esin Alpkaya ile sektörde, Birol ile tüm kirli işlerinde ve Asaf Demirci ile
her yerde.
Şimdiii, ilk önce Birol cephesi. Birol’u kışkırtmak
için kumarhanesine ufak bir operasyon yapıldı. Başrollerde Hamza ve Yağız. Bu
işler ekip için çıtır çerez. Gittiler, ortalığı birbirine kattılar. Birol’un
yeğenin ellerini sıktılar. Geri döndüler. İlk önce organ ticareti yaptığı yer,
şimdi kumarhanesi… Birol artık sinirden bindiği küplerden çivileme atlayabilir.
Ama onu da koruyan kollayan var: Yıldıray. Bırakın çocuklar kumlarda oynasın. Hepsinin
hesabı zamanı geldiğinde görülecek.
Oooo, yandı paralaaaar!
Bu aralar herkes Ender’e çalışıyor. Yıldıray ve gelini
Figen ellerinde kâğıtlar Ender’in sonunu getirme peşinde. Yukarıda bahsettiğim
yandaş-candaş medya meselesi. Artık ellerinde nasıl bir haber varsa… Ender’ciğim
ruhunu şeytana satıyormuş, yazııık! İçim parçalandı şu an. Hâlbuki sütten çıkma
ak kaşıktı. Bunun yanında işlerini halletmek zamanında sıradan bir memur iken şimdi
güçlü(!) olan bürokratları da araya sokuyorlar. Esin Alpkaya ise çiçeği
burnunda CEO’su Yağız ile Ender’e yakın olma konusunda kararlı. Ekip de
piyonları Esin’in yeni ortağı Ender’i içine düştüğü adli soruşturmadan kurtarma
peşinde.
En tehlikeli iş ise tabi ki Yıldıray ve Rafael’in
elinde. Artık eli silahlı terör örgütüyle iş birliği yapacak bir “deli” arıyorlar.
Bakalım o deli kim? Nedeni ise belli işte: Amann petroool, canııım petroool…
Açeydim gollarımı, ben deli değiliz diyeydim.
O aldığın yap-boz parçasının yerine elbet başka bir şey buluruz, Rafi.
Deli demişken Asaf’tan söz etmeden olmaz, olayımız o! Evet,
adam tam bir baş belası. Canlı bomba. Ama başka bir şeyler daha var. O şey, her
neyse Hamza’yı çok rahatsız ediyor. Ne olduğunu bizler biliyoruz, bakalım Hamza
ne zaman öğrenecek?
Bakalım, kapı açılacak ve Hamza içeri girecek mi? (Fonda Gülpembe.)
(Hamza’nın ailesini
kaybettiği kazanın sebebi Asaf. Bkz: Video)
Olayların akışı içinde tam Asaf’a “Bittin oğluummm
seeen!” derken, adam hoop küllerinden yeniden doğuyor. Adamlarının saklandığı
villa muhteşem diyebileceğimiz bir operasyonla basıldı. (Muhteşemden kastım bizi yavaş yavaş alıştırdıkları, çıtası hızla yükselen, standardın üstünedeki sahne kaliteleri tabi ki. Bilgisayar oyunları gibi.) Sağlam bir tek adamı kalmadı. Kolu kanadı kırılmış, harap ve
bitap düşmesini beklerken adam ÇATTT diye Hamza’nın karşısına çıktı. Sezon
finali tadındaki bölüm sonuyla yine tadı damağımızda kaldı.
İşte yine bir gün arkadaşlarla operasyondan dönüyoruz...Bölümün, naçiane, benim için tek kusuru İbrahim ve Sinan'ı operasyonlarda göremeyişimdi. Böyle ekipli işlerde birilerinin eksik olmasından pek hoşlanmıyorum. Anca beraber, kanca beraber.
Sadece enerji ve istihbarat savaşlarında değil aşk
savaşlarında da taraflar kendini göstermeye başladı. Duru ve Hamza, hanım-bey,
siz-biz muhabbetinden sen-ben muhabbetine geçti. (Açık konuşmak gerekirse ben
de yaşıtlarımla siz-biz, hanım-bey muhabbetinden nefret ederim. Gereksiz bir
statüko. Mesajın evrene ulaştığını varsayıyorum.) Yalnız Duru’cuğum daha dakika
bir, gol bir Hamza’yı sağlam darlıyor. Aramalar, mesajlar atmalar… Çocuk,
arkadaşımı kaybettim diyor, sen hala akşam yemeği derdindesin. Hoş işimiz
erkeklerin aksiyona geçmesine kaldıysa ooo, yanmışız da bi’ dur bakalım. Ağır
ol da molla desinler. Bu kadar darlamak için daha erken gibi geldi bana,
bilmiyorum. Ha, ama doğru, sen Ender Gümüş’ün kızıydın!
Kalbi kırık yavru ceylan Gökçe’nin ise yaraları
kanamaya başladı. Zor, çok zor. Ayaklarını yerden kesen adam ile kafa üstü
toslamana neden olan adam aynı. Üstelik açtığı yara, belli ki, iyileşememiş.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de aynı ortamda çalışmaya başlayınca seyreyle sen
Gökçe’nin ruhundaki gümbürtüyü.
Esin'ciğim o elin, kolun bi'rahat dursun.Korkarım ki bu daha Gökçe’nin iyi günleri. Zira
Esin ile hem iş, hem de aşk ortaklığı yapacak gibi duruyor. Gökçe-Yağız
ilişkisinde kesinlikle Gökçe’nin yanındayım. Herkes birbirini unutuyor, kalpler
delik deşik oluyor. Varsın senin sadece bir tane ama sürekli kanayan bir yaran
olsun. Sen unutma.
Evet, “Homo homini lupus.” Yani “İnsan, insanın
kurdudur.” İnsan kendi varlığını sürdürmek için sürekli birileriyle, bir şeylerle savaşmak durumundadır ve Murat Beyi’in de dediği gibi: Bir yerde Asaf varsa orada kimsenin
can emniyeti yoktur. Artık yüzleşme gerçekleşti. Asaf ve Hamza karşı karşıya. Varlıklarımı, amaçlarını gerçekleştirmek için kimin ne kadar kurtlaşacağını göreceğiz. Beşinci
bölümü hazırladığım özel sğınıkta seyredeceğim.
*Yapılı çevre sorunları ifadesini bana sabırla anlatan
Ece Tabakoğlu’na teşekkürler.