Menajerimi Ara: Yalanlar içinde gerçek bir yalnızlık...
Kayboluyoruz. Dünyalar arasında. Doğrular ve yanlışlar; yanlış bilinen doğrular ve doğru bilinen yanlışlar arasında.

Sıkışıyoruz. Oysa bilmiyoruz ki aslında yeterince sıkışmayı bekliyoruz bizi gerçek kendimize götürecek o atılımı yapabilmek için. Nasıl ki bir sapanın teli yeterince gerilmeden hedefine ulaşamaz, biz de yeterince zorlanmadan potansiyelimize ulaşamıyoruz. O yüzden kaçmamak lazım belki de bizi acıtan şeylerden. Dicle gibi gerekirse kalbimize batıra batıra sahip çıkmalıyız hâyâllerimize. Jülide gibi bize verilmeyen şansı biz kendimiz yaratmalı, hakkımızı söke söke almalıyız. Bu yolda hatalar yapabiliriz. Barış’ın dediği gibi insanız neticede. Bin kere özür dilesek yine yaparız. Düşe kalka öğreneceğiz hayatın bize çizdiği sınırlara nasıl ve ne kadar uyacağımızı. Yaşamak bu değil mi?

Bu bölüm biraz umutlar üzerineydi benim gözümde. Karakterlerin her birinin birer umudu var. Onları farklı kılan, bu umutlar üzerine verdikleri mücadeleler. İçlerindeki iyiyi ne kadar koruyabiliyorlar? Bunu konuşmak bizim konumuz değil. Hepsi birer savaş veriyor, başkalarına karşı açtıkları savaşlardan ziyade asıl savaş herkesin kendi içinde kendiyle verdiği savaşlar. Çünkü burada galip çıkmanın bir önemi yoktur. Hangi taraf haklı çıkarsa çıksın kişi sonunda yastığa başını huzurla koyamadığı müddetçe bunun hiçbir anlamı olmaz.



Dicle babasına karşı başlattığı savaşı kendi içinde veriyor şimdi. Nahif kalbi hak ettiği sevgiyle sarmalanamadı, toplumun gerçek adını verdiği olgularla yüzleşirken cesareti dışında başka hiçbir zırhı yok şimdi. Ama vazgeçebileceği bir noktada değil.

Barış’ın durumuna benziyor onunki de. Pes ederse yahut adımlarını doğru atamazsa döneceği yer başladığı noktayla aynı olmayacak. Çok daha geride kalacak. Sadece ideallerini değil, kendine duyduğu öz inancını da kaybetmiş olacak. Ki bu insanın yaşamını anlamlandıran en elzem güçtür. Yeri başka bir şeyle doldurulamaz.

Bu yüzden Dicle de savaşına devam etmek zorunda. Perinde Hanım’ın dediği gibi zor yoldan öğrenmeyi seçmiş de olsa zaman ilerledikçe bir şekilde kendi yolunu bulacağına inanıyorum. Öyle böyle o da öğrenecek nerede durup nerede devam edeceğini, bu yolda kimlere dayanıp kimlere dayanamayacağını yaşayarak görecek.



Perinde Hanım demişken bu bölüm hem Kıraç’a hem de Dicle’ye yaptığı konuşmalardan gördük ki bu ekibin sığınılacak kişisi o. Başları sıkıştığında nefes almaya yanına gidecekleri, dertlerini anlatmadan dermanını duyabilecekleri ekibin bilge kişisi o. Dizide devamlı yaş vurgusu yapılıyor ama bence bilgelik yaş almayla kazanılan bir şey değil. Görgü gerekiyor. Sezi, iyi niyet, merhamet, empati ve evet tabii biraz da tecrübe. Perinde genç, hareketli kadronun yanında sadece saygı gösterilen bir etkisiz eleman muamelesi görse de bu özelliklerin hepsi onda toplanıyor. Feris çok önemli bir işin kaybedilmesi gibi bir durumda gözü dönerek Dicle’ye sırt çevirebilir gibi, zaten iş söz konusu olduğunda nasıl bir hırsa ve karaktere sahip olduğunu biliyoruz. Bir süre daha Dicle’nin özel hayatıyla ilgilenmeyecektir. Ama Peride Hanım’ın Leyla Hanım gelene kadar Dicle’ye sahip çıkacağını düşünüyorum. Bu bölümde olduğu gibi Dicle’nin çekincelerini görmeye ve ona öğütler vererek onu yönlendirmeye devam ederek. Tabii bu süreçte, bizim yer yer safozlaşan kızımız bu öğütleri yanlış anlayıp yanlış adımlar atmasın diye dualarımız daim olacak…



Barış karakteri gitgide daha çok sinirimi bozuyor. Deniz Can Aktaş bu kadar güzel gülmeseydi Dicle’ye âşık olacak başka birilerini bulalım tutturmalarıma bile başlayabilirdim. Hiç sevmem böyle dengesiz tipleri. Görmeyi bilemeyen, hep karşı taraftan bekleyen, devamlı akıl verilmeye ve doğrusunu yapması için ikna edilmesi gereken tiplerle muhatap olmak hayatın kişiye bir zulmüdür diye düşünüyorum. Hayır yani tamam lafta çok samimisin, birebirde prenssin, o gün Dicle sana direkt benimle gelir misin dese arkadaşlarını bırakır gelirdin ona da güveniyoruz ama Dicle’nin halihazırda beyaz tenindeki kızarmış gözlerini ve titreyen sesini fark edecek ilgili bir bakışın olmadıktan sonra bunların ne anlamı kalıyor ki? Erkeklerdeki bu biz düz mantığız, anlamıyoruz hikâyesi de beynin işleyişi üzerine birçok kitap okumuş biri olarak söylüyorum düpedüz “umursamıyoruz”a çıkıyor. Sevgi komut alıp vermekle ilgili bir şey değil, şu askerlik kafasından çıkın artık. Sevgi görmektir, hissetmektir, onu konuşmadan anlayacak kadar iyi bilmek, sustuklarını duyabilmektir. Barış’ın Dicle’yi hak etmesi için daha bi’ yirmi otuz fırın falan ekmek yemesi lazım.

Ayrıca fragmanda daha belirgin bir şekilde gördüm ki Barış Dicle’nin ondan etkilendiğinin bal gibi de farkında ve şımarık bir şekilde Dicle’nin bu zaafını kullanarak onunla oynayacağından, sonra yine onu üzeceğinden endişe ediyorum. Umarım böyle bir şey yaşanmaz. Hiçbir pişmanlığın kırılan bir güveni telafi etmeye yeterli gelmeyeceğini hatırlatmak isterim.



Onun dışında Dicle’yle birlikte enerjileri çok güzel. Çağatay Ulusoy’la birlikte geçirdikleri sahnelerden ve taka yolculuklarından büyük keyif aldım. Çağatay Ulusoy’u gerçekten özlemişim. Üzgünüm arkadaşlar, Barış nasıl dayak yeyince bile hâlâ güzelse Çağatay da yüz kilo alsa bin kilo alsa yine güzel yine güzel. Adamın yumuşacık bakışları bile yetiyor yav. ♥ “Mücadele Çıkmazı”yla verilen Netflix projesi reklamı da baya iyi hareket. Buradan bir alkış da Çağatay Bey’in menajerine gelsin o vakit. Dedikoduların alıp başını yürüdüğü bir dönemde böyle bir rolle onu ekrana getirmek, olumsuz imajı silmek, bir de üstüne yeni projesinin reklamını yapmak. Baya kral hareket. Yeni menajer arayanlar Çağatay Ulusoy’un menajerini arayın a caaanıııım, o halleder. (No ürün yerleştirme. ^^)

Ferhan Şensoy ve Derya Baykal’ı izlerken bir ân kendi annemle beni izliyorum sandım. Dizideki Derya Baykal o kadar annem ve Ferhan Şensoy o kadar ben… Enerjileri diziye yakışmış. Olayın sonunun iki tarafın da anlaşarak yeni bir çözüm bulması yerine ikilinin birbirleriyle olan ilişkilerini seçmeleri şeklinde bağlanmasına sevindim. Hayat bazen önceliklerimizden ibarettir. :)



Ah, tabii ki yazıyı yine en sevdiğim karakterle bitireceğim. Ah Çınar’ım, üzümlü kekim… Valla şu dizide en çok Çınarcığımı ve Fatih Bey’i görmek beni mutlu ediyor. Jülide ile olan tartışma sahnelerine bayıldım. Jülide helâl kız! Ne güzel kendini ezdirmedin, Çınar’ın aklını da başına getirdin. Jülide’nin tiradını izlediğimiz sahnede sizin bu perinin gözleri bir dol… Düzenli takipçiler bilir, tiyatroya köpek gibi âşık bir insanım. Çeşitli özel sebeplerden ötürü hayatımı o sahnelerde devam ettirmek, seyirci koltuğundan bile büyülendiğim sahne tozunun içinde kaybolabilmek nasip olmadı. O yüzden buradan Jülide’ye sesleniyorum, gülüm senin o yeterli bulmadığın sahne için ömrünü tüketmeye hazır olup da yapamayanlar var az kıymet mi bilsen? :’)  Neyse, onlar ersin muradınaaaa, biz çıkalım kerevetineee arkadaşlar. ^^

Bu bölüm beni zap yapmaktan alıkoyan ve gecenin bu saatinde bilgisayar başına oturtan çok güzel bir bölümdü. Kıraç Dicle’nin EGO’dan gitmeyeceğini anlayınca kendi mi gideyim dedi yani fedakârlık mı yaptı yoksa ifşa olmaktan korkarak EGO’yu batırırsam o da gider kafası mı yaptı onu tam çözemedim, siz ne düşünüyorsunuz yorumlara yazın bi’ konuşalım.

Kızların nihayet Sticker Sedef’ten kurtularak kendi evlerine çıkmalarına sevindim. O bahçesinde ne güzel sohbetler döner, ne güzel sahneler izlenir. Tam da böyle Barış gelsin sürünsün kapısında köpek olsun yeri değil mi? ^^ Yapımcı görüşmesinde Feris’in en son dayanamayarak yapımcıyı üslubu için uyarması güzeldi. İşini kalbiyle yapan profesyonel isimler istisna tabii ama sektörde böyle çok insan var gerçekten. Bir tanesi de benden iyi ah almıştı, ben etik Elif sus Elif uğraşmaya değmez Elif diye kendimi yerken sonrasında gerçek yüzü kendiliğinden ortaya çıktı. Çok mesudum. Darısı diğer “selamımı söyle sen, benim ismim yeter”ci boş egolara gelsin. Gelsin kiii işini hakkıyla, vicdanıyla yapan ve severek çalışan isimlere yer açılsın di’mi ama?

Dicle, Gülin’i başından güzel def etti ama Gülin’in Kıraç’ın eşine yaptığı gevezelik başını ağrıtacağa benziyor. Bir yandan ima çok çirkin ve rahatsız edici diğer yandan da “Babam olduğunu kimseye söylemeyeceğim. Çünkü benim babam olmanı istemiyorum.” sözü var. Ben işin içinden çıkamadım. İnşallah Kıraç duruma erken uyanır da Dicle’ye bari bu kadarını yaşatmamak adına gerekeni yapar.

Her zamanki gibi yorumlar bizim, Twitter ve Instagram DM kutularım sizindir arkadaşlar. Aynı kullanıcı ismimle bana her zaman ulaşabilirsiniz.

Sevgiyle, ümitle, hâyâllerinizin peşinde ve mümkün mertebe evlerinizde kalın.
Periniz. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER