Baktığında hayallerini dalgalandırabildiğin her yer senindir.
Yer, gök deniz.. Kendi benliğini yeşertebildiğin ölçüde sana ait olur ve gerçek
rengini yalnızca sana göstermeye başlar. Sınırsız dilek hakkın olmasına rağmen aynı dilek için onlarca yıldız feda edersin. Hayallerin o rengi alır ve o şekilde yer eder ruhunda. Yıldızlar sadece senin
baktığın yerde olsun istersin.
Bir de benden dinleyin istiyorum Apollon ve
Daphne’nin hikayesini.
Apollon ışığın,
şiirin, okun, kehanetin tanrısıdır. Kusursuzdur. Gökyüzünde süzüldükçe daha da
derinleşir ruhu. Kibriyle dalgalandıkça dalgalanır yıldızların etrafında. Derinliğinde
var ederken karanlığında yaşatır. Daphne’yse nehir tanrısının kızıdır.
Güzelliğiyle aydınlatır baktığı her yeri. Kendi ışığını yıldızları kıskandıracak
kadar büyük bir efsunla saçar etrafına. Bakanı mest eder. Apollon Eros’la bir ormanda
karşılaşır. Kusursuzluğunun gölgesinde var ettiği kibriyle küçümser Eros’u.
Oklarına göz diker. Kendi arzuları uğruna ezip geçer Eros’un varoluş amacını.
Günler geçer, aylar geçer. Ve bir nehir kenarında Daphne ile karşılaşır
Apollon. Vücudunu bir titreme sarar. Ruhunu kül edecek kadar kuvvetli bir ateş kaplar içini. Tam o sırada altından ok isabet eder kalbine. Bitip tükenmeyecek
bir aşkla bağlanır Daphne’ye. Daphne ise kurşundan okla yara alır. Ölesiye
nefret eder Apollon’dan. Apollon her gün gökteki tapınağından inip izler Daphne’yi. Gücünü de kusursuzluğunu da kendine yetiremez olur. Daphne’nin bir bakışı uğruna yakıp yıkar her
şeyini. Daphne kaçar, Apollon kovalamaya devam eder. Daphne birden durarak
ayağı ile toprağı eşeler ve nehir tanrısından yalvararak yardım ister. Vücudu birden ağırlaşmaya başlar. Ayakları toprağın derinliklerine doğru kayar,
yeryüzündeki bütün kadınları kıskandıran bedeni kabuk bağlar. Kokusundan
evrendeki herkesi mest eden saçları yapraklara dönüşür. İnce, narin kolları uzar;
dal olup rüzgarda salınmaya başlar. Daphne, sonunda bir defne ağacına dönüşür.

canım laurie'ye emek verip böyle güzel bir fotoğraf ortaya çıkardığı için teşekkür ederim.
Apollon, gözlerinden kanlı yaşlar dökerek
sarılır defnesine. Sonra şu sözler dökülür dilinden:
‘’Ey güzeller güzeli, ben seni çok sevdim. Benim
olamadın ama her zaman onurum olacaksın. Bundan böyle ben ve tüm
kahramanlar senin ağacının dallarıyla süsleyecekler kendilerini. Bu ağacın
yaprakları yaz ve kış yeşil kalacak ve ben onları taç yapacağım başıma.’’
Olması mümkün olmayacak bir şey olur. Defne saygıyla eğilir Apollon'un karşısında. Efsane Harbiye’de geçer. Ve
derler ki; Harbiye'nin şelaleleri Daphne'nin döktüğü gözyaşlarıdır.
Serkan ve Eda’da bulabiliyorum ben bu tutkuyu. Serkan’ın hep bir
yerde gizlediği ruhunu en ince detaylarda keşfediyor olmak etkiliyor beni. Sırt
çantasından kahve çıkarıp yıldızları anlatan o adamı seviyorum günden güne. Eda’nın, geçtiği her yolda kendi ışığını yıldızlara dönüştürüp yola serpmesine gıptayla
bakıyorum. İnsanların fısıltılarını yüksek sesli karşılayabiliyor,
gürültülerini fısıltı sayıp bastırabiliyor kendi içinde. Bulunduğu ortama uyum
sağlamak yerine bir yerlerde kendinden bir şeyler bulup üzerine gitmesi, oradan yakalaması etkiliyor beni. Heyecanını
seviyorum.

Seyir zevkini ciddi anlamda hissettiğim sahnelerin
gerekenden daha kısa olması afallatıyordu bölümün ilk yarısında. Sürekli İstanbul’a
kafa uzatıp deniz tuzu kokan sahnelerden çıkmak uzun zamandır bu hikayede
rastlamadığım bir durumdu. Yan rollerle ilgili ciddi sıkıntı yaşıyorum izlerken. Neden var olduğuna anlam veremediğim, anlam versem de izlemekten keyif almadığım birçok karakter izliyorum ısrarla. Kaan’ın maceralarını bir kenara koyuyorum. Kaan’dan daha da kötü olma potansiyeli taşıyan üstelik bunu yaptığında neden yaptığını sorgulamayacağım bir Ferit var, anlıyorum. Diğer tarafta ise Eda’nın arkadaşları artık tebessüm ettiren noktadan
uzaklaşıp kanal zaplama isteği uyandıracak konuma geldiler benim için. Melo’nun
akıl erdirilemez bir saflığı var. Öte yandan sivriliğiyle kesip biçen bir Fifi
görüp duruyoruz. Aynı soğukluğu Pırıl’da bulmama rağmen yadırgamıyorum mesela. Olması
gereken tatlılığı yakalamak için olduğundan bambaşka birine dönüştüğünü gördüğümde
samimiyetinden zaten uzaklaştığımı fark edebiliyorum. Engin’in Pırıl üzerinde
kurduğu ‘’rahatla biraz, eğlen.’’ baskısı da bu yüzden Engin’den birkaç adım
uzaklaştırıyor beni. Her olay karşısında nasıl davranacağımızın bir kitabı,
kanunu yok. Ama birçok şey karşısında vermemiz gereken tepkiyi vermediğimizde karşımızdaki
insanın baktığı yerden dünyaya bakıp tüketiyoruz bir şeyleri. Ve o yerden
baktığımız anda da karşımızdakine boyun eğip kendi saygımızı yitirmeye başlıyoruz.
Bunun olmasını, sıradanlaşan bir kadını izlemeyi istemiyorum. Tam da bu yüzden ben
seni böyle kabul ediyorum ve böyle seviyorum Pırıl.

Hayatı anlık yaşamayı göze alan ve bu yüzden yaptığı her
hatayı kabullenmeyi bilen Eda ile kapattık bölümü. Hiç deneyimlemediği bir şeyi
sorumluluk hissi yüzünden göze alıp dik bir şekilde karşılamasını çok sevdim. Paparazzilere yürürkenki cesaretini izlemek keyifliydi. Onu her izlediğimde saygım daha da artıyor. Görebiliyorum, o her şeyin üzerine
korkmadan gittikçe etrafında kusursuz olarak adlandırılacak bir şey bırakmıyor.
Serkan kendindeki her şeyi sorgulamaya, kendini kendine yetirememeye başlıyor
ve biraz daha iniyor yer yüzüne. Duvarlarını gün geçtikçe daha çok kaldırıp
asıl olan şeylerin farkına varıyor.
Ve artık ekranda da kendine saygısı olan bir insana
herkes saygı duyuyor.
İrem.