“Birini çok sevince, öldü diye unutamazsın onu." /
Dr. Ali Vefa ( Taner Ölmez) Mucize Doktor, 5. Bölüm
“Mucize
Doktor” 5. Bölümü, gerçek hayatın içinden daha çok hikayeye baktığımız,
senaryonun derinleştiği bölümlerden biri oldu ve belki de büyük bir kriz
sahnesiyle açılması bu açıdan çok önemli: Tüm izleyenlerin gönlünde taht kuran
sempatik Ali’nin kriz halleri izleyici açısından çok önemli bir farkındalık.
Açelya'nın mekanda söylediği ağır sözlerden çok etkilenen Ali, üzüntüsü ve kötü
hisleriyle birlikte oldukça ciddi bir kriz geçirerek mekanı terk etti. Çantasını
yolda bırakıp kaçacak kadar, sokağın sonunda duvara denk gelince "Yol bitti, eve gitmek isterim!" cümlesini
sürekli tekrar edecek ve etrafındaki kimseyi gözü görmeyecek kadar ağır bir
kriz…
Peşinden
giden Ferman ve Nazlı ne yapacaklarını bilemeyince, tabii ki Dr. Adil’den
yardım alıyorlar. Çözüm: Odağını değiştirmek! Önce doktor olma hissini
deniyorlar ama hastane imgesi Ali’yi yine panikletince pekiştireç devreye
giriyor: "Birlikte döner yiyelim
mi?" O da sökmedi ise… En sevdiği, abisinin anısı ve abisinin verdiği
oyuncak neşter!
Dr. Ali: “Yol bitti, yol yok, eve gitmek
isterim!”
Diziyi
izlerken, hele de hayatınızda bir otizmli birey yoksa, ilk kez böyle bir kriz
görüyorsanız, ne hissettiğinizi doğrusu merak ediyorum. Twitter’daki yorumlar
daha çok “Ah Ali” biçiminde empatiyle karışık acıma halindeydi. Ben size biraz
gerçekleri anlatayım. Biz Nâzım Özgün’le sahneyi izlerken daha çok Taner
Ölmez’in gerçekçi performansına odaklanıp nefesimizi tuttuk. “Çok etkilendi tabii Açelya’nın sözlerinden,
kriz geçiriyor, çünkü çok üzüldü” dedi kendisini her an Ali ile
özdeşleştiren oğlum, bense daha çok ne kadar süreceğine odaklanmıştım, çünkü
kriz ne kadar uzun sürerse etkisi o kadar çok olabilir.
“Öfke (tantrum) krizi” veya “panik anı”
olarak nitelendirilen otizm krizleri, otizmli bireylerde küçük yaşlarda çok
daha sık yaşanıyor. Yaş ilerledikçe sayısı azalsa da yoğunluğu artan kriz
anlarında kendini ifade edememe haline bağlı olarak saldırganlık da
görülebiliyor. Daha önce yazdığımı tekrar edeyim: Bir otizmlinin kafasına
takılan herhangi kötü bir olay, onu rahatsız eden bir ses, bir koku veya bir
ışık, bu sahnede olduğu gibi söylenen ağır sözler, hatta dışarıdan bakıldığında
ne olduğunu asla tahmin edemeyeceğiniz duygusal bir sorun, otizmli bireyin kriz
geçirmesine neden olabilir. Bazen krizler öyle ağırlaşır ki, iletişim kuramayan
otizmli şiddete başvurur, etrafına veya kendine bile zarar verebilir. Krizi
bitirmek için yapılabilecek en iyi şey, krizin nedenini ortadan kaldırmaktır,
ancak her zaman o nedeni bilemeyebilirsiniz. Böyle durumlarda en iyisi, otizmli
bireyin aklını krizden başka yöne çevirecek, onu hissettiği sıkıntıdan
uzaklaştıracak bir akıl çelici yardımıyla bireyi sakinleştirmektir. Tıpkı Dr. Adil’in Ferman ve Nazlı’ya
yönlendirdiği pekiştireç veya odak değiştirmek gibi.
Uzaktan
“sarıl sarıl” sahnesiyle gecenin bir vakti buluşan Adil Hoca ve Ali’nin ev
sahnesinde Ali’nin “benim hiç arkadaşım
olmayacak” isyanının toplum içinde birçok otizmli birey için geçerli
olduğunu bilmemiz gerekiyor, hem otizmlilere uzak ve kötü davranan diğer
insanlar yüzünden, hem de bir otizmlinin diğer doğal gelişimli insanların iniş
çıkışlı davranışlarını anlamaları zor olduğu için…
“Mucize
Doktor” dizisinin Amerikan versiyonuna çok paralel giden uyarlama senaryoda
kriz sahnelerinin olanca gerçekliği ile yer alması ve Taner Ölmez’in Ali’nin
otizm özelliklerini çok içselleştirdiği her halinden belli olan performansı,
gerçek hayatta otizmli bireylerin yaşadıklarını bize kalırsa iyi betimliyor. Lütfen
otizmli bir bireyin bu krizleri hayatı boyunca ne kadar çok geçirebileceğini ve
krizi kötü davranışın tetiklediğini unutmayın! Pekiştirmek açısından
belki Nâzım Özgün’ün sözleri daha çok aklınızda kalır: “Bence bölümün Ali'nin kriziyle başlaması çok iyi. Böylece otizmi
bilmeyenler Ali'ye "mucize" demez, otizmden korkanlar ise iyi
davranılır ise nasıl düzeldiğinden biraz haberdar olabilir. Biraz, çünkü bu
dizi. O zaman gerçek hayatta otizmlilere iyi davranır mısınız?”
***
Bir
sonraki sahneyi anlatmaya Açelya’yı canlandıran Hayal Köseoğlu’nu alkışlayarak
başlayayım, o kadar iyi geçiriyor ki karakteri, ona ne olduğunu sordukları
zamanki göz devirme halini de görünce hızımı alamayıp “Söylesene Açelya, benim
yüzümden kriz geçirdi, benim söylediğim korkunç sözler yüzünden desene Açelya”
derken buldum kendimi! Hayal Köseoğlu da bana izlediğimin dizi olduğunu
unutturabiliyor.
Dr.
Ferman herkese konferansa gidiyorum diyor, Dr. Tanju onun yerine asistanlarla
çalışıyor, ama aslında Ferman’ın başka bir yere gittiğini biz görüyoruz,
diğerleri sonradan keşfediyor. Artık hepimiz eminiz, değil mi? Ferman'ın
hayatında/ailesinde ya otizmli ya da farklı gelişimli biri var, muhtemelen
kardeşi... Hastane veya bakımevi tarzı binadan çıktığında bedeninde gördüğümüz
o izler, dolu göz pınarları ve o yüz ifadesi çok şey anlatıyor. Başından beri
biliyorum, Ferman’ın Ali’ye olan tepkisi de sözleri de kendi içinde
yaşadıklarını yansıtma sadece. Sanırım gerçeği öğrenmemize de çok kalmadı, bu
bölümde Beliz ile olan diyaloğundaki sır detayı yakında çözüleceğinin bir
işareti.
***
Demir’in
Dr. Tanju ile çalışma zorunda olduklarını öğrendiği zaman söylediği “Tanju bizim ensemizde boza pişirir!”
cümlesine Ali’nin verdiği tepkiye artık alıştık, değil mi? “3.derece yanık olur, ensemde bir şey pişirilmesine izin veremem!” cümlesindeki
kelimeleri gerçek anlamları ile algılama hali bize göre komik, ama Nâzım Özgün
acı acı güldü: “Off bu deyimler, hep zor
anlaşılır!” (Deyimler sözlüğünü ezberlediği ve yine de tam anlamadığı
zamanları unutmuş olamaz bence!)
***
Bu
bölümün odak hikayesi küçük Kerem’in tip olarak Ali’nin abisine çok benzemesi
(aynı küçük oyuncunun oynaması bence hoş olmuş) ekseni etrafında şekillenen
duygusal akış, Dr. Tanju’nun pis planının ayağına dolanmasına neden oldu.
Kerem’in Ali’ye: "Sen bütün
hastalarınla bu kadar ilgileniyor musun?" sorusuna karşılık Nâzım
Özgün, "Abisine çok benziyorsun da
ondan! Şimdi sende bir hastalık çıkarsa, Ali çok üzülecek..."
deyiverdi.
Ali’miz
çok üzüldü elbet, ama hem iletişim becerilerini geliştirme arzusu, hem de
kendisinde gerçekten çok ağır basan hasta insanları iyileştirme “takıntısı”
bölümün ilerleyen anlarında inatçılığı ile birleşince Kerem’in hayatını
kurtardı, fakat biz izleyiciler açısından tüm bölüm boyunca oldukça duygusal ve
ağlamaklı anlara neden oldu. İtiraf ediyorum, senaryo akışını orijinal
diziden bilsem de, Amerikan versiyonunu çok severek izliyor olsam da insanın
kendi ana dilinde, kendi TV ekranında böyle bir hikayeyi izlemesi daha çok
etkileyici oluyormuş, ben ilk kez böyle bir şey yaşıyorum, o yüzden izlerken
biraz gülüp çokça gözlerimin dolduğunu, kendimi epey kaptırarak izlediğimi
sizden saklayacak değilim, ki zaten dizi sırasındaki tweetlerimi takip edenler
de bilirler. Belki de tam bu yüzden geriye dönük hikayede abisine doğum günü
hediyesi olarak "Şeker Portakalı" kitabını (hem de Şeker Portakalı!)
almak için nesi var nesi yoksa veren küçük Ali çok içime dokunurken, büyümüş
haliyle Dr.Ali’nin Kerem'i kurtarmak için her şeyi yapacağını da biliyordum.

Ali’nin
küçüklüğünü canlandıran 8 yaşındaki Adin
Külçe’nin rol kabiliyeti bir yana, bence otizmi anlayabileceği gibi anlatan
bir oyuncu koçuyla çalışıyor olmalı, o el hareketleri, başını yana eğişi, tek
bir bakışla onlarca cümleyi ekrandan izleyiciye geçirme hali gerçekten çok
etkileyici.
Ali’nin
küçük yaşta tren geçidinde ölen, ama hayatı boyunca ona sevgisi sayesinde
aslında yol gösteren abisi Ahmet’i canlandıran 10 yaşındaki çocuk oyuncu Berk Toktamışoğlu, karakterin hikayesi
ve kişiliği sayesinde otizmli bir çocuk için sevginin ve korunup kollanmanın
nasıl bir ilerlemeye neden olabileceğini de gösteriyor. Kardeşine “iyi ki
varsın’” derken öylesine içten ve gerçekçi ki, tıpkı Adin gibi rol kabiliyeti
ile izleyiciyi etkiliyor, ayrıca bu bölümde sempatik ve akıllı küçük Kerem
rolünde de çok başarılıydı. Hiç bir yapmacıklığa düşmeden çocuk oyuncuları
yönlendiren yönetmene ve hiç ajitasyona kapılmayan senaristlere de
alkışlarımızı gönderelim bence.
Yazı devam ediyor..