'Sahip olmak istediğim kızıma...'
İstanbullu Gelin finale hızla yaklaşırken her bölümle bizi biraz daha fazla üzmeye kararlı olduğunu 79.bölümü ile de gösterdi. Bildiğimiz ne varsa yeniden düşünmeye zorluyor ekip bizi resmen ve elbette bu düşünme sadece Boran ailesi ile sınırlı kalmıyor, bir noktada illa ki kendi hayatına da sıçrıyor insanın, sonra gelsin olaylar olaylar. Sırf zihnimize yaptırdıkları bu egzersizler için bile çok özleyeceğim İstanbullu Gelin’i.

Bölümde en etkilendiğim sahne ile başlamak isterim anlatmaya; Esma Sultan’ın Süreyya’ya ‘Boranlar sana emanet’ demesiyle. Daha önce Faruk bu yükü Süreyya’ya vermek istediği zamanlarda defalarca ona kızdım ama bu sefer öyle değildi. Emanetin gerçek sahibinin karşısındakinin gözlerinin içine bakıp bunu söylemesi bambaşkaydı. Süreyya eğer bir Esma Boran devamı değil de Süreyya Boran olarak sahip çıkarsa konağa ev halkı da mutlu olur, biz de. Tabii Süreyya’nın başına geleceklere adım adım yaklaştığımızı hissettiğimiz bugünlerde bu iyimser temennilere kapılmak ne kadar doğru bilmiyorum. Sahne hem İpek Bilgin hem Aslı Enver’in oyunculukları ile ve özenle seçilmiş cümleler, üstüne bir de ‘Sen benim sahip olmak istediğim kızımsın. Sen de benim yarımsın’ diyalogu ile beni benden aldı, unutulmazlar arasına çoktan girdi.


Hangimiz sırıtarak mesajlaşmadık?

Gelelim sevdiğim bir diğer sahneye. Her ne kadar Dilara’nın alelacele bir ilişki içine girmesini ilk başta manasız buluyorduysam da, elinde telefon suratında gizlemeye çalıştığı bir gülümseme ile dolaşan Dilara’yı sevdim. İstanbullu Gelin ekibinin bize sürekli hatırlattığı bir diğer şey de zaten fikirlerimizin değişebileceği değil mi sonuçta? Bir de o Gıybet Kazanı WhatsApp grubunun gerçek hayattaki karşılığı ile kızların o dedikodu halini, Dilara ile hafif hafif dalga geçmelerini, Senem’in kına moduna girmesini çok sempatik, çok gerçek buldum. Tamam koşarak evlenmesinler tabii ama Dilara da ufak bir flörtle mutlu olsun, buna karşı olmayı bıraktım.


Ne tatlısınız

Bölümün nazarımdaki kahramanı Esma ile hastane odasında Scrabble oynayan Garip’ti. Aşkın ne olduğunu iliklerime kadar hissettiğim bir andı o. İniş çıkışlar, itiş kakışlar, aşk adı altında oynanan bir takım oyunlar değil, hayatı boyunca sevdiği kadının en zor anlarında yanında olan ve hayatın o kaybolunca çok özlenen sıradanlığını sürdürmeye çalışan bir adam vardı karşımızda. Birlikte yaşanacak ne kadar vakitleri varsa onu en güzel şekilde geçirmeye kararlı âşık bir adam. Keşke daha önce bir araya gelebilselerdi diyeceğim ama onların da dediği gibi ‘Geç hiçten iyidir.’


Sen de bu ailenin bir parçasısın Akif 

Faruk’un şirketi bırakacağını açıklamasından beri kendini dertlere karan Akif’in günler sonra ilk defa rahat bir nefes aldığı o anın güzelliği neydi peki? Faruk’un basın toplantısında diğer kardeşlerle birlikte onun ismini de söylediğini duyunca yüzüne yerleşen o gülümseme neden İstanbullu Gelin izlemeyi sevdiğimizin en büyük sebebi aslında. Kimse figüran değil, kimsenin hayatını öylesine görmüyoruz bu dizide. Hayatının neredeyse tamamını adadığı Boran ailesinin onu bırakmayacağını bilse de kardeşi bildiği Faruk’tan adını duymak önemliydi Akif için, hangimiz için olmazdı ki? ‘Aman canım ne var, bilmiyor mu zaten?’ dememek ve insanlara yaptıklarının bizim için kıymetini hatırlatmak güzel, ihmal edilmesin dilerim.


Sanki her şey normalmiş gibi 

Aile yemeğinde Esma’nın söylediği ‘Artık kimseye karışmayacağım, başkası için yaşanan hayattan kimseye fayda gelmiyormuş.’ Cümlesinde de değinmeden geçmek istemem. Dünyanın en aşırı doğru cümlesi ama Esma’nın bunu anlaması kendisininki dâhil birçok hayatın yıllarca zehir olmasına ve kasvet içinde geçmesine sebep oldu. Yine de aklı hala başındayken bunu fark edebilmiş olması ailenin ilerideki günleri için bir ışık belki de. Tabii bir de izleyici için keyfine doyulmayan bir seyirlik oldu o sofra. Yemekte Esma’nın hastalığını bir an olsun unutur gibi bile olmuştuk ta ki Anastasya’yı tanımadığı ana kadar. Osman’ın Anastasya’ya söylediği  ‘İpek gibi, Süreyya gibi onlar nasıl yapıyorsa öyle yaparsın’ kısmı ise itiraf etmemiz lazım ki biraz saçmaydı. Kızın daha kaç ayı oldu konakta, üstelik Esma’ya bakmak için işe alındığı yer orası, herhalde bir anda onlar kadar rahat ve duruma hâkim olmasını beklemiyordur. Ne diyeyim, Osman’ın aklı çok gitti geldi bu aralar.


Gerçekten oldu mu bunlar?

Final, Süreyya’nın kâbuslarına girip duran Ayn-ı Hayat tabelasını Faruk’un yeni hayatı için seçtiği yolun ta kendisi olduğunu görmesiyle oldu. Süreyya’nın Özgür’ü Faruk’u öperken gördüğü finalde de yaptıkları o hareketli müzik seçimi bu bölüm finaline de cuk oturmuştu, kısa film izler gibi oldum. Bakalım bütün bu olanlar gerçekten oluyor mu yoksa Süreyya’nın hastalığının bir parçası mı bunlar? Küçüklüğünden beri pastırma pişirebiliyor diye lokantacı olmaya karar veren bir Faruk belki de gerçek değildir sonuçta. İyi seyirler dilerim.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER