Gözümüz aydın, Emir Kuşu yuvasını yaptı!
Uykusu gözüne, aklı başına..
Geçen hafta sanırım dizinin 10 bölümü arasında seçim yapsam "en iyisi" diyeceğim kadar güzel bir hikayeler bütünü izledim. Finalin kaldığı nokta, Sadullah'ın paketlenişi çok güzel planlanmış hikayelerdi. Nihat'ın, Yiğit'e verdiği hayat dersi ve kestiği racon, sahne kurulumu ve diyalog yazma dersi olarak okutulsa yeridir. Hep diyorum, her bilen diyor, Mahinur Ergun iki bezelyeyi konuştursa ağzımız açık dinleriz. Diyalogda bir dünya markası olduğu net. Saygılar.. Uzun zamandır Mahinur Ergun senaryoları izlediğim için artık diyalogların ne kadarı senaryoda var, ne kadarı sette ekliyorlar çok net anlıyorum. Liste veririm, sekmez. O derece iddialıyım. Çünkü Ergun'un diyalogları domino taşı gibi kusursuz dizilmiş, dantel gibi işlenmiştir. Eklenen ya da eksiltilen hemen kendini belli eder. Bunu bir kenara koyalım. Başlamadan önce bölümün açılışını yani Nihat- Yiğit sahnesini her anlamda çok beğendiğimi de söyleyeyim. Çekenin, yazanın ve oynayanların gönlüne bereket! Allah razı olsun..

Ah benim aptalım, şimdi bu sınav onları daha çok birbirine bağlayacak

Bölüm, geçen hafta kaldığı yerden başladı. Yiğit, Nihat aracılığıyla ilk karanlık dünya dersini aldı. Aldı da ne oldu? Hiç. Yiğit çapında hırs ve intikamdan gözü dönmüş, daha yavruyken Ormanlar Kralı'nın ayağına basmış bir karakterde Nihat'tan aldığı oturaklı dersin etkisini birkaç sahnede de olsa görmek isterdim. Göremedim. Adam açıkça "Sakın korkusuz olma" dedi. Eh be, Yiğit'ciğim şimdi senin bir kulağından girdi diğerinden çıktı bu uyarı; Nihat'ı dize getirme planına da devam ediyorsun ama hiç değilse adamı kıllandırmamak için ondan "korkuyormuş" ve saygı duyuyormuş gibi davranman gerekmez mi? Ama sen adama hâlâ asker arkadaşın gibi davranıyorsun. Mekanına geliyor, şöyle bir toparlanmıyorsun bile.. Nihat  sana eşek yüküyle ders verip, racon kesti ama sana da zerre güvenmediğini bilmiyor musun? Gül ile konuşurken olaya ayılır gibi oldun ama benden söylemesi, Nihat ilk fırsatta boynuzunu kıracak. Sen böyle, sanki Nihat'ın ekmeğini veriyormuşsun gibi yukardan yukardan bakmaya, davranmaya devam et. Çakal Nihat bu durumu görmezden mi gelir? Bence gelmez. Senin ruh halini, vücud dilini fark edemeyecekse o zaman "İstanbul'un top beş"i ünvanını arka cebine koysun bi zahmet... Hiç değilse bu sefer biraz akıllı davran. Bir devir kapansın diğeri açılsın. Artık Çaylaklar Kahvesi'nde değilsin. Karanlık dünyanın kreması ile masaya oturdun, ayıq ol..


Sanırım diziyle ilgili en büyük sorunum bu. Bazı karakterlerin asla bir duygu devamlılığının olmaması.. "Hikayenin kurgusu hızlı, zaman atlamalı ilerleniyor, vakit mi var?" diyeceksin ama olmalı. Yiğit'in bende ayaklarının bir türlü yere basmamasının sebebi bütünlüklü bir "kimlik" olarak önümüze gelemiyor olması. Yukarıdaki örnek yetmedi daha da mı vereyim? Hemen yakın zamana gidelim. Bir hafta önce Sibel'i, "Kim bilir kaç erkeği daha çıldırttın!" diyerek duvara yaslayıp öfkeli bir şehvetle öpen adamın aşkına inanmamı istiyorsanız o zaman sırf Kübra onları mutlu görsün diye Sibel'in reklam çektiği yere götürüp adamı yayık ayranı gibi oynatmayacaksınız. Bana sattığınız hikayedeki Yiğit, ağzı kulaklarında Sibel'i izlemeye gitmez. Eğer o kadına ölümüne aşık ise Sibel'in şöhret basamaklarında attığı her adım Yiğit'in kemiklerine kaçmış kaktüs etkisi yapar. Yapmalıdır. Kızı tam kafesleyemedi ama Sibel şöhret basamaklarını "hızla" tırmanıyor (kanaldan bülten öyle geldi de "bir yıldız doğuyormuş") ama Yiğit hiç mi korkmuyor kaybetmekten? Setleri komşu kapısı yaptı, elini kolunu sallayarak giriveriyor orasını çok da yazar ekibi kadar mühimsemiyorum. Karakterler söylemese de sormazdım, "Yiğit çekim mekanını nasıl buldu?" diye çünkü alıştık bazı şeylerin öylesine oluvermesine. Neyse. Yiğit, Sibel'in daha da uzağa kaçmasını engellemek için kariyerini görmezden geliyor, yok sayıyor anladık ama, biraz fazla geniş davranıyor. Hatırlatırım bu adam üç bölüm önce kızı sırtına alıp çıkarttı o zengin piçinin evinden. Şimdi Sibel'in kariyerine poker face yaptığına inanmamı istiyorsanız bunu bir cümle ile ya da oyunla anlatmanız lazım. Aşk bu diyeceksiniz biliyorum. Sorun da bu, diyorsunuz, görmüyoruz. Yiğit-Sibel arasında herkesi darmaduman eden o aşkı madden görmüyoruz ama Derya Sibel'e aşk hakkında bir cümle kuruveriyor apışıp kalıyoruz. Viva Derya!


Karmaşalar Prensi Emir

Hikayesi ve oyunu tutarlı ilerleyen Kübra dışında ana kastın şakülü haftalardır ayrı bir yerden kaydı, hâlâ da oturmadı. Emir bir bölüm He-Man, diğer bölüm Eziklerin Kralı olarak çıkıyor karşımıza. Adam, "bu memlekette kanun var" diyor ama Derya'nın babasını dövüyor. Üstelik dünya kıymetlisi kardeşinin ertelenmiş cezası varken. Hani Yiğit bir olaya daha karışırsa başı yanacak ya.. Emir şimdi de sapkın bir şekilde, "Elif analı-babalı büyüyecek" diye tutturdu. Tutturdu diyorum çünkü Emir-Kübra evliliğinin gerekçeleri yeterinde inandırıcı verilmedi. Elde tek sebep var: Mahalleli ne der? Kübra'nın babası da öldü bu nasıl bir "mahalleli"den çekinme halidir? Mahalleliden sadece Kübra ve Emir mi çekiniyor, aynı mahallenin ortasında Sibel ve Yiğit öpüştü bu bölüm? Mahalleli dediğiniz de "Carcar Neriman" meğer nelere kadirmiş, çenesiyle Emir ve Kübra'ya nikah bastırdı. İnandım mı? Hayır. Yarabbi şükür dedim, geçtim. Emir'in bu evliliği salt "analı babalı büyüsün" sendromu yüzünden istediğine de emin değilim. Çünkü kapı ağzında Neriman'a "Karımla düzgün konuş" derken de, Kuyumcu'ya "eşimin yüzüğü" derken de gerçek bir evlilik yaşıyormuş havasındaydı. Eğer Emir aslında Kübra'ya aşık olduysa, öyle bir nüans yok oyuncu yorumunda. Emir'de Kübraya yönelmiş bir kaçamak bakış ya da o "temastan kaçış anı", kız dokununca taş olmalar filan görmedim. Hani hamura un dökerken doğal bir el teması olur da adam o kadar etkilenir ki "Abow bu oğlan kıza kesiik!" dersin. Yok. İleride Emir'de anneden genetik miras bi mental rahatsızlık çıkacak diye şüphelenmiyor da değilim. Kursağıma kirli lokma sokmam diyorsun da, git pazarda limon sat Emir'im, küçük bir kasabada arzuhalci ol, ekmeğini kazan. Bir de kalkmış, "çok lazım gelirse boşanırız" diyorsun. Elif analı babalı büyüsün diye yengene nikah bas, göl maya tutmazsa ileride boşanmış anne-baba çocuğu olsun he mi, oldu Balım.

Bu bakışlarla Sibel ne sattıracaksa o firma batar. En azından ben satın almam, korkarım..

Sibel ise ne yazık ki kendine müstakil bir hayat kuramamış halde hikayenin yedek kulübesinde oturuyor. Oysa bu yolculuğun çatışmasını oluşturan "iki kadın"dan biri. Kübra kadar onun da müstakil bir hayatı olmalı. Ara sıra Yiğit'in aklına düşmese kızı göremeyeceğiz. Şikayetçi miyim? Vallahi değilim. Yasemin Allen'i Merhamet'te beğeniyordum ama bu hikayede kurgulanan Yiğit ve Sibel aşkına da tek başına Sibel'e de inanmam mümkün görünmüyor. Büyük aşk yaşamalarını beklediğimiz iki karakter yan yana durduğunda benim cenahta ortalık buz kesiyor. Yiğit ve Gül arasında bile daha yüksek bir cinsel elektrik ve uyum var;  o derece diyeyim. Misal Yiğit ve Kübra arasında da ateşler çıkmıyordu ama bu hikayenin lehine bir durumdu. Yiğit'in Gül'den sonra enerjisinin en uyduğu karakter ise Derya, onlar da olayı çoktan 'ölümüne kankayız'a bağladılar. Geçmiş olsun. Bu akşam Kübra'ya, "iki dünya bir araya gelse Yiğit'le olmam" dediğinde Sibel'e elbette hiç birimiz inanmadık. Üzülerek söylemeliyim ki Yasemin Allen'in bana göre bir türlü inandırıcı olamayan oyunculuğu o sahnede gerçekten işe yaradı.

Derya'ya gelirsek. Elif'e bakmak, Sibel'e yarenlik etmek, Kübra'ya destek atmak ve Yiğit'e kanka olmak arasında mekik dokurken onun karakteri de zaman zaman tutarsız bir rota çiziyor. Ama diyaloglarına hastayım. ( Ekleme, çıkarmaları da galiba en çok o yapıyor) Sibel, göz yaşları içinde, "ben onu seviyorum" diyor, Derya mahkeme duvarı. Telefon çalıyor. "Ay o kadar bahsettik ki kulakları çınladı" diye açıyor neşe içinde. Ayol kadın az önce ilk defa "seviyorum" dedi kimse oralı değil. Yiğit, Sibel ile tatil planlarını anlatırken anladım ki Derya sadece Yiğit'in tarafında ve sadece onun sağlam kankası. Ayrıca "yönetici sekreteri" olunca da az bi karakterinden çıktı. Nihat'a alenen yeşil ışık yaktı gibi oldu. Oysa Balat'ta büyümüş, erkeklerin sana bakınca ne gördüğünü ezberlemiş bir kızsın az ağır abla gibi olmazsan başına gelebilecekleri biliyor olmalısın. Amaç bu ise amenna.. Neden bilmiyorum ama bütün bu bahsettiğim tutarsızlıkların bir yazım hatası olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü Sadullah (Taner Turan), Nihat (Kağan Uluca), Gül (Alma Terzic) Zeliha ( Tilbe Saran) gibi karakterler adeta taş gibiler. Sanırım bana böyle hissettiren bir tür yorumlama tercihi. Galiba o tercihi sevemiyorum.

Hikaye her bölüm hızla derlenip toparlanıyor, dizi listede yükseliyor fakat ortada tam anlamıyla bir "uyumlu gidişat" göremiyorum. Tam tutunamadım hikayeye, bazı sahneler, bazı performanslar, bazı reji hoşlukları uğruna duruyorum 10 bölümdür. Gider ayak bir cümle de rejiye söyleyeyim isterim. Altan Hocam, iste, bileklerimi keseyim ama bazen fazla mı slow kullanıyorsun? İnan, Malesezya virüsü kapmış da fark etmeden orta kulağına kadar yürümüş Çeyrek gibi başım dönüyor izlerken..

Emeği geçen herkese teşekkür ederim, ellerinize sağlık!
Böyle işte,
R.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER