İstanbullu Gelin 20.bölüm hakkında söyleyeceklerime en
nefret ettiğim andan başlamak isterim. Bugüne kadar kendine göre türlü çeşitli
sebepleri olduğu için bir miktar sempati ile yaklaştığım Begüm’ün tüm
kredilerini tükettiği, hayatını mahveden kadın Esma ile işbirliği yapabilecek
kadar (üstelik sanki hiç işi olmazmış gibi havalar yaparak ve asaletine inanmamızı
bekleyerek) alçaldığını gördüğümüz anla.
Beş dakika önce Esma ile kumpas peşinde değilmişim gibi çek
Süreyya’nın tüm o samimiyeti ve
açıklığının yanında bol hesap kitabıyla, çalışılmış cümleleriyle ‘Biraz
konuşabilir miyiz?’ diyen Begüm, yaptığı tüm açıklamaları bir de ‘Sen daha
fazla strese girme diye sustuk’ diyerek kendini Faruk’la ‘bir biz’ yapınca attı
tepemin tası. Tüm vicdani değerlerden geçtim ama durumun bir de doktor etiği
yönü vardı ki Süreyya’nın da dediği gibi onun hekimi olarak anlatması gerekirdi
Süreyya’ya durumu. Sonra Esma’nın yaptıklarını unutması ve ona
güvenilebileceğini düşünmesi ne büyük saçmalık. Senin hayatını bir an bile
düşünmeden çizip atan kadının bunu tekrar yapmayacağına seni ikna eden ne
Begüm?
Omuzlarındaki o ağırlık çocuklarının acıları olmasın?
Esma Sultan demişken, Süreyya’nın
konaktan eşyalarını toplarken ona söyledikleri aşırı güzel değil miydi? Yazanın
da oynayanın da ellerine sağlık. ‘Bu evin bir annesi yok maalesef ve ne yazık
ki. Bu evin çok sert, çok acımasız bir yöneticisi var, çocuklarının acılarını
omzuna rütbe yapabilen bir yönetici.’ Esma ile ilgili hislerimi bundan daha
güzel anlatacak tek bir kelime bile bulamayacağıma eminim. Adem’in bir Boran
olduğunu düğününde tüm Bursa’ya haykırmasından sonra girdiği yenik komutan ruh
halinden, bir takım aciz kadınları çevresine toplayıp ‘Yıkılmadım ayaktayım’
gösterisi yaparak çıkmaya çalışan Esma’yı ne kadar küçümsüyorsam, içi hayatla
dolup taşan Süreyya’yı da o kadar seviyorum, kelimelerine kuvvet.
Bari siz mutlu olun
Normal şartlarda çok sevdiğim
biri olmasa da düğününün orta yerine bir Boran bombası bizzat eşi tarafından
düşürülen Dilara’ya çok üzüldüğümü belirtmek isterim söz Adem’e gelmişken. Hepimiz
gibi Dilara da Adem’in her şeyi düğünün o son sahnesi için organize ettiğini
düşündü ve aldatılmışlığının boyutuyla baş etmeye çalıştı. Dilara’ya ne kadar
üzüldüysem, gecenin bir vakti onu almak için gelen Adem’e de bir o kadar kıyamadım
aslında. ‘İçimde bir ateş var demiştim sana, hani ateşten korkmazdın?’ diye ne
kadar içten sordu. Aşık olmanın aşırı tehlikeli bir mevzu olduğunu o sahneyle
bir kere daha anladım. Isısını kestiremediğimiz ateşlerin bizi yakmayacağına ne
kadar kolay emin oluyor, boyumuzdan
binlerce kat büyük vaatleri ne de çabuk veriyoruz. Durumun öteki tarafı da var
tabii, kısa bir süre öncesine kadar hiç tanımadığımız bir insanın içimizdeki
ateşe yoldaşlık edeceğine, ne olursa olsun yanımızda olacağına nasıl da hemen
kanıveriyoruz. Şimdilik Dilara ve Adem evliliklerini bitirmediler ve bu
inançları sarsılsa da henüz yıkılmadı, umarım hiç de yıkılmaz.

Peki ya o çoraplar?
Yazının son paragrafını dizinin
en sevdiğim kısmına ayırdım. Geçen bölümün sonunda dans pistindeki
elektriklerine şahit olduğumuz ve bu bölüm aynı yatakta gördüğümüz Senem ve
Akif’ten bahsediyorum elbette. Akif ve Senem karakterlerini ayrı ayrı sevmemden
de öte bu sahne ve sonrasında Senem’in mutluluğu, kendine bakışlarındaki o
güven, üstündeki ölü toprağının attığına şahit olmak ne kadar hoşuma gitti
anlatamam. Kadınların cinsellikle ilişkilerinin hep çekingen anlatıldığı, hele
de yaşı biraz ilerlemiş kadınların mevzuya herhangi bir ilgi duymalarının ancak
bir mizah ögesi olarak kullanıldığı ekranlarımızda bu sahne çok mutlu etti
beni. Akif ve Senem’in ilişkilerinin akıbeti ne olur bilemiyorum ama bu sahne
için dizi ekibine teşekkür etmek isterim.
21.bölüm fragmanı hem Emir’in
Süreyya’ya sığınması hem de sonunda gördüğümüz kaza anı ile beni benden aldı.
Bir an önce gelsin istiyorum. İyi seyirler dilerim.