“Bu şehrin tadı, kokusu kan; benim için…”
Hayatım bir avuç cam kırığı…
Bu Şehir Ardından Gelecek, macerasını bu gece noktaladık, sonunda. “Mutlu son”la bitecek diye ödüm koparak oturdum bölümün başına. Hâlbuki mutlu sonları severim ben, çoğumuz gibi. Kahramanlar yolculuk boyu ne çekerse çeksin, hesapları kapayıp güzelliklere yelken açsın isterim, huzur isterim, bakışlarındaki mutluluğa tanık olmak isterim. Öykü bitip gittikten sonra zaman zaman aklıma düşer; kahramanların finalden sonraki hayatlarını hayalimde onlarla yaşarım, özlerim ve bende bir şekilde yaşayıp giderler. Oysa bu defa ben dizi bitmeden vedalaşmıştım kahramanlarla ve benim gözümde onlar kendi hikâyelerini çoktan tamamlamışlardı.
 
Öyküde çok uzun zamandır, adamakıllı bir düğüm kalmamış; yan olaylarla, detaylarla bölümler kotarılır olmuştu. Eldeki malzemeler harcanmış, sağlam çatışma olacak yerlerin hepsi pas geçilmiş, karakterlerin içi boşaltılmıştı. Bu noktada bir bölümde her şeyi çözüp tatlıya bağlayıp “Her şey yoluna girdi” havası yaratmak öykünün zaten kaybolan inandırıcılığını bütünüyle sıfırlayacaktı.
 
Mutluluk ancak hayallerde çaldı kapımızı.
 
Geçen bölüm yorumunda “Ali ve Derin aşkına inanmadığım ve o ilişkiyi de hiç sağlıklı bulmadığım için gönlüm Derin’in ölmüş olmasından yana…” demiştim. Şahin Bebek, bin türlü vartayı atlattığı gibi kurşunlanmadan da kurtulup sağlıkla dünyaya geldi, annesi kurşunlanmadan değil ama ameliyat sonrası komplikasyondan dolayı herkesle vedalaştıktan sonra hayata veda etti ve dileğim gerçekleşti. Bu arada, son ana kadar Ali vazgeçip de İstanbul’da kalır mı acaba, kaygısı yaşamadım da değil. Neyse ki, Belgin’e “Çekil önümden!” demeyi bildi ve hem kendini hem oğlunu kurtardı.
 
Bölüm bittikten sonra yirmi bölümlük serüveni bir gözden geçirdim ve sordum kendime: “Mesajı neydi bu öykünün?” diye. İki sonuç çıkardım: İlki “Hayatta sadece iyiler sınanır.” İkinci de “Kötülük eden bedel ödemez.” İlk mesaja sözüm yok ama biz kötülerin öyle ya da böyle cezasını çektiğini görmeye alışkınız. Bu defa Belgin ve Tekin kızlarını kaybetmek gibi bir sonuçla karşılaşsalar da bu kayıp, onlar için seyircinin içini soğutacak bir ceza olmadı. Belgin’in “Yaşama amacımı kaybettim” diye sızlanmasına karşın hepimiz biliyoruz ki limandan eve dönünce mükellef sofrasına süslenip püslenip kurulacak, hayatına devam edecek. Kızının öldüğünü öğrenince canına kıyan Tekin’e gelince bu zaten adamın istediği sondu. Hiçbir bedel ödemeden kurtuldu, diye düşünüyorum. Kızına ve Elif’ine kavuşma hayaliyle güle oynaya ölüme gitti. Bütün çabasına karşın ölmeyi başaramasa ve hayatını demir parmaklıkların arkasında geçirmek zorunda kalsa hak ettiğini bulmuş olacaktı.

Yiğit’e gelince ben onu “kötü” sınıflamasının dışında bırakalı zaten çok olmuştu. O, bu sarsaklığı ve beceriksizliğiyle olsa olsa zavallı olurdu ki ölümü de ona yakışır zırvalıkta oldu zaten.
 
Öykünün başından beri gerçek anlamda tek “iyi”si Ali’ydi. İstanbul’da yaşadığı aşağı yukarı bir yıla bakarsak her anında bedel ödeyen, çile çeken ve sonunda kendi kaderini paylaşan oğluyla yine yapayalnız bilinmeyen bir yerlere gitmek zorunda kalan da o oldu. Bir tek kucağındaki oğlu bir kazanç sayılabilir onun adına hepsi o. Üstelik bütün yaşadıkları; başkalarının hataları, yanlışları ve hesaplaşmaları yüzündendi. Hep birilerini kurtarmaya, korumaya, kollamaya çalışan; karşılığında sürekli canı yanan bir adam izledik yirmi bölüm boyunca.
 
Âleme cellat lazımsa o sen olma be Ali!
 
Geçen haftaki yazımın altına yorum yapan bir okur, Sulhi Dölek’ten alıntıladığını söylediği "İyi bir senaryoyu kötü yönetmen çekebilir ve izlenir ama kötü senaryoyu Fellini gelse kurtaramaz." cümlesini yazmıştı. Bu Şehir Arkandan Gelecek için söylenebilecek en doğru ifadeydi bana kalırsa. İyi yakalanmış bir fikir “Bu kadar mı işlenemez?” dedirtti, haftalar boyunca. Tutarsız karakterler, çelişki dolu ve manasız diyaloglar bir türlü ilerleyemeyen akslar ve manasızca uzatılan yan olaylar, yan karakterler… Bütün bunları düşününce kendi adıma final için “Yine iyi toparlandı.” diye düşünüyorum, çoktan çıkmaz sokağa sapmış ve gitmeyen bu öykü için.
 
Oyuncuların bütün iyi niyetli çabalarına ve emeklerine karşın karakterlerin boşluğu ve oradan oraya savrulmaları yüzünden izleyici olarak artık hiçbiriyle empati kuramaz hâle gelmiştik ve ne tuhaf izleyen herkes, dizi tarihimizde belki de bir ilk olarak “Artık finale gitsin!” duygusunu yaşadı. Neyse ki yayından finalsiz kalkan diziler kervanına katılmadı ve bir biçimde sonuca ulaşıldı.
 
Kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış bir adam, pimi çekilmiş bir bombadır.
 
Öyle ya da böyle yirmi bölümlük bir macerayı tamamladık. Bu Şehir Arkandan Gelecek’ten benim en büyük kazancım Rauf Anne’yi çok severek izlememi sağlayan Osman Alkaş ve Aslı’ya zaman zaman çok kızsam da hakkını çok vererek oynadığına inandığım Nilperi Şahinkaya oyunculukları oldu. Kerem Bürsin, Ali’ye çok yakışmıştı ve onu gerçekten baştan beri iyi taşıdı. Derin, ilk bölümden beri dizinin en eksik, en tutarsız kısaca en olmayan karakteriydi. Fellini’nin bile yapamayacağını Leyla Lydia Tuğutlu da yapamadı elbet ama onu kurtarmak için verdiği emeği de göz ardı etmemek gerek. Ekrana çok yakıştığını düşündüğüm Leyla Lydia Tuğutlu’yu en kısa sürede keyifle izlemeyi umut ediyorum.

Defne Kayalar, Seda Akman, Gürkan Uygun ve Burak Tamdoğan gerçekten çok başarılı performanslar çıkardılar. Bütün ekibin emeklerine, yüreklerine sağlık.

Yirmi hafta boyunca yazdıklarımı okuyan, benimle birlikte yorumlayan, bana destek olan herkese yürekten teşekkürler. Pek çok defa pes etmeme ramak kalmışken yazdıklarıma değer verip okuduğunuzu bilmenin gücüyle devam ettim. İyi ki varsınız…
 
Bir gün, bir yerlerde güzellikleri konuşmak, beğenileri dillendirmek ve emekleri takdir etmek üzere yine buluşalım olmaz mı?
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER