“Ben suçlu değilim!” diyerek maviliklerin sonsuzluğuna
haykıran Melis ve Hakan resmi olarak HakMel olmuşken, kalp acısı denilen,
aşıkların yüreğini yakan, gözyaşlarını akıtan, uykusuz gecelere mahkum eden
şeyle de tanışmış oldular. Melis’in Hakan’a söyledikleri acı ama gerçekti.
Sibel’in burnunun dibine kadar girmesine Hakan izin vermedi mi?
Melis’in tipik ergen triplerine girmeden, aklını kullanıp
kalbinin sesini dinleyerek Hakan’a ulaşmasını seviyorum. Sibel’in araya
girmesiyle aralarında oluşan sıkıntının getireceği triplenme hali de oldukça
normal. Sevdiğin adamın dudaklarının bir başkasının dudaklarıyla buluştuğunu
öğreniyorsun. “Aman canım, yanlışlık olmuş.” denilebilecek bir şey değil.
Melis’in restleşme halini de seviyorum, çok güzel damara basıyor.
Bu durum elbette Hakan’ın canını yakacak ama içten içe Melis’in de. Melis’in
karşısındaki kişinin canını yakmak isterken kendi canının yandığını görmeme
gibi bir huyu var. Zaman geçecek anca anlayacak kalbinin sızısını.
Hakan’ın durmaksızın acı çekmesine gelirsek… Bu çocuğun yüzü
birazcık gülse ya artık. Başka insanların hatalarını yaşamaktan vazgeçsin,
Melis’in dediği gibi. Babası bitti, Sibel başladı. Hakan-Sibel-Fikret
üçgeninden rahatsız değilim ama aralıksız bir şekilde Hakan’ın acı çekmesinden
rahatsızım.
Değmez, gözyaşını akıttığına değmez...
Bu bölümün yıldızı kuşkusuz ki Baran Bölükbaşı… Sevgisini,
acısını, çaresizliğini çok güzel gösterdi. Sadece bir tık yüksek perdeden
oynadığını düşünüyorum. Ama o da oturur zamanla elbet. Fiko, hayata Sibel’le
başlamış, ondan başkasını tanımamış, bilmemiş. Haliyle darmadağın oldu ve
kendini yüksek duvarların üzerinde buldu. Fikret, Hakan gibi güçlü bir karakter
değil, biraz da hayatın dalgasında. Alışkanlıklarının tepetaklak olduğunu
görünce dağılması da normal. Ama yine de yenildiğini düşündüğü ilk anda
intiharı düşünmesini sevmedim.
Yazı devam ediyor...