Bölümün en önemli olayı, elbette Bora’nın yani Nejat İşlerin
gelişiydi. Aksi mümkün değil. Kısa süreli olacağı düşünülse de gerek
Gözde’ye attığı mesajda yerleşeceğinden bahsetmesi gerek de otellerin çoğunun yönetiminin
kendine geçmesi olsun kalıcı olacağına inanmak istiyorum. Lütfen öyle olsun.
Bodrum Masalı birçok yapıma gayet güzel direniyor orası bir
kesin, yazdan çıktıktan bir süre sonra -tamam biraz uzun bir süre sonra- hikaye
de büyüklere biraz daha yaklaştı çünkü Aslı&Ateş, Su&Kelebek
kavuşmalarının yaşanması ile kötülerin kendi köşelerine çekilmeleri çatışmalar da ortadan
kalktı. Hikayenin büyüklere yönelmesi ile de ortaya çıkan monoton hava biraz
dağıldı hele de büyükler cephesinin eli güçlenince.
Reytinglere de yansıyacağını düşünüyorum elbette bu iki yeni
oyuncu katılımının ama beni bir izleyici olarak ilk ilgilendiren unsur elbette
reyting değil. Ben seyir zevkinin derdindeyim, benim için önce hikaye sonra
oyuncu önemli. Hikayeyi zaten seviyorum, yirmi iki haftadır takip ediyorum bir
de üstüne Timuçin Esen oyunculuğunun seyirlik zevkine zevk katacak biri
eklenince heyecanlanmamak elde olmuyor. Nejat İşler’e duyduğum kişisel
hayranlığın dışında bölümün son kısmına gelmesine rağmen kesinlikle ivmeyi
yükselttiğine inanıyorum. Umarım bu fikirde yalnız değilimdir.
Gözde, sevdiğim kötü karakterlerden biri. Duruşunu, hikayeye
kattığı heyecanı seviyorum. Daha da önemlisi Evren’i alt edişini seviyorum. Çünkü
herkesin bir karması vardır, Evren’in ki de Gözde ve dolaylı yoldan Bora.
Bora karakterinin duruşunu, tarzını, asistanı ile olan durumu
bir hayli Ercüment Çözer’e (Behzat Ç.) benzettim ilk andan. Kardeşine olan
bağlılığı ve henüz var olmamış yeğeni için her şeyi göze alışı güzeldi. Gönenç
ve Cahit’in oyun dışı kalışı biraz fazla oldu bittiye gelse de Faryalı ve Bora’nın
teke tek karşılaşmaları için heyecanlıyım. Tabii bir de Uzay ve satmadığı
hisseleri var.
Uzay konusunda kendimi çok dizginlediğimi bilmenizi
istiyorum. Ortaya bir Uzay fangirl çıkmıyorsa bu kendimi en baştan beri
tuttuğumdandır ama son bölüm itibariyle artık gerçekten çok zor durumdayım.
Ya hu kaç adam mini minnacık bir kadına, “Hiç kimsenin
yağmurun bile böyle küçük ayakları yoktur.” der? Uzay diyor. Uzay çok başka bir
boyuta ulaştı artık. Elbette bunda Serhan Onat’ın etkisi azımsanamaz. Yan
rolden neredeyse bir unutulmaz karakter yaratma yolunda ilerliyor. Annesinin
tablosu ile konuşmaları olsun, Alara ile yaptığı kişilik analizleri olsun,
Aslı’nın karşısında dilinin susup kalbinin konuşuşu olsun gerçekten izlemelere
doyamıyorum. Hatta öyle ki bu bölüm hasta diye derde düştüm, ya hu güzelim
çocuğu Alara’ya baktırttınız, yazıktır.
Alara demişken, konuya “Oraya gitme demedim mi?” yakarışı ile
giriş yapmak istiyorum. Ferdi’ye hiç mi acımadınız? Hiç mi zaten kalbi kırık,
bir kere incindi, ilk aşkı sancılı bitti bir de başına Alara açmayalım
demediniz? Pizza yaparken ağlayan çocuğu Alara’ya layık gören hayat bize neler
yapmaz?
Ben felaketi önceden gördüm, gördüm de etmeyin dedim ama ah
ne fayda. Bari Ateş’te olduğundan başka birine evrilsin diyeceğimde kendisine
Winnie’nin bala duyduğu aşkı duyan Uzay’ı soğuttu o kız, Ferdi’ye neler edecek
kim bilir.
Uzay ve Lal’in ilk karşılaşmasındaki elektirik de ayrı güzeldi. Bodrum’da Uzay’a aşık bir kadın görmemizin vakti çoktan gelmiş de geçiyordu bile. Uzay
fazlasıyla aşık olunası biri kabul edelim, hele de kalkanlarını atıp
dudaklarını sarkıtarak çocukluğuna döndüğü anlarda. Umarım Lal, Uzay'a geri dönülmez bir şekilde aşık olur da birileri de şu çocuğun kıymetini bilir artık. Yoksa Yıldız'ın Faryalı'ya sorduğu gibi, bir çorba yapanı olacak mı merak ettim, diyerek arayacağım gerekli yerleri.
Yazı devam ediyor...