Sevgi tüm boşlukları doldurmak için sızıyor aramıza.
Kafamdaki yapbozda doğru yere oturtamadığım bir diğer isim de Belgin. Baştan beri kızıyla ilişkisi bana göre defolu olan, bir anne o. Kızının evi terk etmesine neden olan süreçte tavrı malum… Derin’in duyguları, gelinlik provası kadar bile anlam taşımadı, onun için. Nişanlısı gözünün önünde kızını itip kaktı, sesi çıkmadı. Kocası, Derin’e tokat atarken oralı olmadı. Ait olduğuna inandığı çevreyi ve “Ne derler?” kaygısını her şeyin önünde tuttu. Bütün bunları anlayabilirdim ama aynı kadının Aslı’nın annesine “Kızına model olamamışsın.” sözünü bu çerçevenin hiçbir yerine oturtamadım. Sorarlar adama? “Sen model oldun da kızın onun için mi duygularının peşinden gitti, seni arayıp sormadı?” diye… Belgin’in tepkisine Aslı’nın annesinin “Ben bu lafları sana yediririm.” demesini çok daha gerçekçi buldum, açıkçası. Bu cümlenin Derin ve Ali birlikte olduktan hemen sonra söylenmiş olması da bana ilerleyen bölümler için bir gönderme gibi geldi. Bakalım, o birlikteliği ve doğurabileceği sonuçları taşıyan “model anne” Belgin ne yapacak?
 
Kızının odasında bangır bangır müzik dinleyerek “Kızım olmadan yaşayamıyorum!” duygusallığına bağlaması da benim için bütünüyle inandırıcılıktan yoksundu. Acaba, Belgin’i soğukkanlı, plancı ve duygusuz kadın olarak mı tutsanız, sevgili senaristler; en azından onun kendi içinde tutarlılığı var.

Yiğit de öyküde hâlâ serseri mayın gibi dolaşan kahramanlardan biri. Beş bölümdür izliyoruz; Yiğit’in derdi ne, ne hisseder, annesiyle ilişkisinin odağı ne çözebilmiş değilim. Sürekli gözlerini patlatarak tehditler savuran, kirli işleri idare edecek kapasiteden yoksun, kriz yönetemeyen, soğukkanlı ve planlı davranamayan bir adam izliyorum. Verilmek istenen beceriksiz ama kötü bir tipleme ise tamam, olmuş ama öyküde bir itici güç olarak düşünülmüşse bu Yiğit’ten o çıkmaz, demedi demeyin. Canlandırmadaki abartı, gereksiz jestler ve hep aynı mimiklerin tekrarlanması da gözümü giderek daha çok rahatsız ediyor.
 
Düştüğün yerden bir yüreğe tutunup kalkmak gerek…
 
Ben, Bu Şehir Arkandan Gelecek’te Ali’yi ve onun hikâyesini seviyorum. Allah’tan Ali ve onu çevreleyen Şahin, Rauf, Derin hatta Nesrin iyi işlenmiş karakterler. Giderek Ali’nin iç dünyasının derinine inmeye başladık. İndikçe de çok boyutlu bir kimlik çıkıyor ortaya. Kırılganlıklarıyla, zaaflarıyla, anlık kararlarıyla, öfkesiyle, zekâsıyla…
 
Öykü benim ilk andan beri istediğim baba – oğul ilişkisine evrilmeye başladı. Bundan da çok memnunum. Eğer babasının Şahin olduğunu öğrenen Ali, katilin o olduğunu sanıyorsa buradan nefis sahneler çıkar, diye düşünüyorum. Kerem Bürsin, iç çatışmaları iyi aktaran bir oyuncu. Gürkan Uygun’la uyumları da çok iyi… Öykünün ağırlık merkezi buraya kaydıkça dramatik boyutu çok daha çarpıcı hissedeceğiz diye umuyorum.
 
Final sahnesine bu nedenle bayıldım. Kerem Bürsin de Osman Alkaş da Gürkan Uygun da çok çok iyilerdi. Rauf Anne – Ali – Şahin Vargı üçlüsünü finalde seyretmek aksaklıkları zihnimde silmemi sağladı. Umarım bölüm sonu tadı damağımda kalan o sekansın devamını altıncı bölümde doya doya izleriz.
 
* Feridun Düzağaç’ın “İçimden Şehirler Geçiyor” şarkısının sözlerinden alınmıştır.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER