Acılar yarıştırılmaz. Her acının etkisi ayrı, bıraktığı
hasar farklı farklıdır sıralaması yapılmaz. Ama içlerinde biri var ki onun
üzerine hiçbir yorum yapılamaz, yerine hiçbir şey konulamaz. Her gün şehit
haberlerine uyandığımız, gencecik bedenleri toprağa verdiğimiz şu günlerde bir
sürü ailenin içine düştüğü bir ateş olan evlat acısı. İki evlat sahibi bir anne
olarak varlıklarının nasıl bir mutluluk olduğunu, onlarla hayatın nasıl anlam
bulduğunu çok iyi bilirim. Kayıpların en büyüğü, acıların en derinidir evlat
acısı. Onlara gelecek küçücük bir zarar bile anne babayı çok fazla sarsar. Bu
yüzden bir hafta boyunca kızını ipten kurtarmak için koşuşturan Cevdet’i, ne
Eşref Paşa tam anlamıyla anladı ne de evlat acısını yaşamış biri olan Vasilli
çok umursadı. İkisi de kendi önlerinde ki konuya odaklanmanın getirdiği bakış
açısıyla bakıyorlardı olaya. Oysa ateş düştüğü yeri yakıyordu. Cevdet askeri
dehasını bu sefer daha bir can havliyle kullanıyor ve Hilal için her yolu
deniyor, her planı ayrı ayrı düşünüyordu. Çünkü o bir babaydı ve göz göre göre
evladının haksız yere idam edilmesine göz yumamazdı.
İnsan olarak hepimiz içimizde suç potansiyeli taşırız. Onu
kullanıp kullanmamak bizim seçimimizdir. Ama hangi suçu işlemiş olursa olsun,
ben birinin yaşam hakkının elinden almanın doğru olmadığına inanıyorum. Tabi ki
hukuk işleyecek ve gereken cezalar verilecek ama ne olursa olsun idamı yine de doğru
bulmuyorum. Tarihe baktığımızda ölüm cezasına çarptırılmış kişilerin o günkü
kararların ürünü olduğunu görüyor ve bugün olsa onların bu kadar ağır cezalarla
yargılanmayacağını anlıyoruz. Bu yüzden hiç kimsenin yaşam hakkını elinden
almadan gerekli olan cezalar neyse verilmeli diye düşünüyorum.

İdam sehpasının etrafında biriken kalabalık elbette yaşananlara
üzülüyordu ama asıl kahrolan Hilal’in ailesiydi. Azize kendini yerden yere
atıyor, çaresizce bağırıp çağırıyor ve ağlıyordu. Ama Cevdet dışarıdan
bakılınca sanki duygularını aldırmışçasına hiçbir şey yapmadan öylece duruyor
ama aslında gözleriyle arkaya bakıyor, yüreği ağzında bir şeyler bekliyordu.
Çünkü planını çoktan yapmış ve devreye sokmuştu. Küçücük bir gecikme çok büyük
bir şeye neden olacağı için diken üstünde duruyordu. Azize şimdi ona daha bir düşman olmuş, Hilal
için hiçbir şey yapmadığını düşündüğünden daha önce birçok kere affetmesine
rağmen bu olaydan sonra onun üzerini tamamen çizmişti. Bir tarafı onun
varlığına ihtiyaç duyuyor, diğer tarafı bu ihtiyacı duyduğu için kendine
kızıyordu. Bir yandan fırsatçı Tevfik’in sözlerine maruz kalıyor, diğer
taraftan bütün bunlara yol açan Cevdet’e kin ve öfke biriktiriyordu. Bir yandan
onun sağladığı imkanların içinde yaşamayı içine sindiremiyor, diğer yandan
kızına bu cezayı verenlerle aynı çatı altında yaşamamak için Tevfik’e boyun
eğiyordu. Zorlu hayat koşulları içinde tek başına hayat mücadelesi veriyor,
onun kocası olduğunu söylemesine rağmen onu yanında hissedemediği Cevdet’i
içinden söküp atmak için çabalıyordu.
Bütün bunlar bir yana bir de üç tane çocuğu vardı. Ali Kemal
kontrolsüz, kavgacı bir adamdı ve hiç düşünmeden davranıyordu. Başına bir şey
gelecek diye korkuyor ama onu yeterince takip edemiyor, etse de söz
geçiremiyordu. Bir yandan Yıldız’ın mutsuzluğunu ve evlenmek istemediğini
görüyor, diğer yandan yalnızlığı içinde onunla baş edememekten korktuğu için
onu istemediği biriyle evlendirmeye çalışıyordu. Diğer yandan Hila’in vatan
sevgisi ile bir takım işlere bulaştığını biliyor ama ona mani olamıyor ve bu
yüzden başını tekrar derde sokmasından endişeleniyordu. Hayat her yönden onu
çepeçevre kıstırmış, o buna rağmen ayakta kalıp direniyordu. Hilal’in
kurtuluşundan sonra bu süreçte onların yanında olan Veronika’ya gitmeyi de
ihmal etmiyordu. Onun tepkisine rağmen “Bu bizim savaşımız değil” diyerek onun
yanında olduğunu söylüyor ve bu iki yalnız kadın birbirinin omuzu oluyorlardı.
Yazı devam ediyor..