Halide Edip, Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal’in yanında yer alarak cesaretiyle örnek olmuş ve milli mücadeleye ciddi katkılarda bulunmuş bir şahsiyet. Her ne kadar sonraki yıllarda mandacı görüşleri nedeniyle tepki toplayıp, Atatürk onu ve eşini yanından uzaklaştırmış olsa da. Sultanahmet konuşması tarihi bir konuşmadır, tıpkı izlediğimiz konuşma gibi. Olaylar üzerimize üzerimize geldiği anlarda daha bir ihtiyaç duyarız böyle dayanışmalara ve de yanımızda olunduğunu bilmeye. O da hem kendini yalnız hisseden Azize’ye hem de işgal altındaki İzmir’e yaptığı konuşmayla moral oldu bir nevi. Türk’ün gücünü haykırdı meydanda. Her şeyin bitti gibi göründüğü bu yerde, aslında her şeyin yeni başladığının sinyallerini verdi korkusuzca. Tabii Cevdet’e de güzel bir ayar çekti tıpkı Eşref Paşa’ya çektiği gibi. Hilal’in, Halit İkbal olduğunu hemen nasıl da anladı. Hilal ise, izinden gittiği kişiyle karşılaşınca o kadar mutlu oldu ki, içinde bulunduğu durumu bile unuttu.
 
“Karamsarlığa kapılan kalpler çareyi düşünmeye fırsat bulamaz.” diyen Tevfik Fikret gibi Leonda Hilal için çareler arayıp durdu. Leon sen bu dizinin en güzel ayrıntılarından birisin. O kadar derin bir karaktersin ki, hem asker tarafını hem de insan tarafını bize her olayda çok güzel yansıtıyorsun. Ne yaşarsan yaşa, ne görevinden ne de vicdanından ödün vermiyorsun. İkisi arasında ara ara gidip gelsen de yine de doğru yerde durmaya çalışıyorsun. Sen yardım etmeye çalıştıkça, sana ters davranan Hilal’e her defasında biraz daha hayran oluyorsun. Tabii bizde sana, bu karakterli duruşuna her defasında hayran oluyoruz. Aslında Hilal de, senin onu fark ettiğin gibi o da senin farkında. Seninle ilgili kafası karışmıyor değil. Onun katı kuralları seni daha yakından tanıdıkça daha bir esneyecek. Milliyetçi tutumunu biraz daha farklı bir gözle tekrar ele alacak zamanla. Hayat bizi karşı olduğumuz ve ısrarla savunduğumuz şeylerle bu şekilde sınamaz mı zaten? Onları tekrar tekrar gözden geçirelim diye yeni fırsatlar sunmaz mı? Yanlış ve doğru diye ısrar ettiklerimizin üzerinden yeniden geçelim diye yeni pencereler açmaz mı? Bizi saplanıp kaldığımız o yerden kurtarıp, yeni ufuklar kazandırmaya çalışmaz mı? Bunu bazen canımızı acıtarak yapmaz mı? Bazen güldürerek yaparken bazen ağlatarak yapmaz mı? Anlamanın kapılarını ardına kadar açık tutarak bizi durmadan içeri davet etmez mi? Zaman ve mekan kısıtlamadan bize elini uzatmaz mı? Tıpkı Mehmet’in Andreas’ı öldürmesinin yanlış olduğunu kendi ölümüne giderken itiraf etmesi gibi, bize vicdanımızla ışık tutmaz mı? 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER