Leon askeri kimliği ile vicdanı arasında gidip gelen derin bir karakter. Bir yandan vatanına hizmet ettiğini düşünerek cephaneyi patlatanları bulmanın sevincini yaşarken, bir yandan da Hilal’in bunu yapmadığını bildiği için vicdanı rahatsız. Hele ki suçun cezasının idam olduğunu duyduğu anda daha bir arada kaldı. Hilal’in kişiliğine, her olayda biraz daha hayran oluyor. Aslında ikisi de birbirine çok benziyor. Ona battaniye ve kitap götürerek onu anladığını ve aynı durumda kalsa kendisinin de bu şekilde davranacağını söyleyerek bu benzerliğe dikkat çekti zaten. Savaşın acımasız yüzünü anlatırken Hasan Basri için üzgün olduğunu söylemesi çok acayip bir ayrıntıydı. İnsan olmanın hiçbir milletin tekelinde olmadığını ve bütün milletlerde iyilerin de kötülerin de olduğunun mesajıydı bu sahne, her bölüm olduğu gibi yine bu bölümde de.

Vasilli’de askeri bir öngörü olmadığını düşünüyorum. Stratejik düşündüğünü zannederek Hilal’i konuşturmak için ailesi üzerine oynaması ve ipi hücrede bırakması çok büyük bir gaftı. Bu olaydan kendisini sorumlu tutabilir ki Hilal’i ipten alacak kişinin Leon olduğunu düşünürsek böyle bir durum yaşanabilir. Oğluna daha fazla güvenmeye başladı. Bir askerle bir baba arasında kaldığında, askerliği seçmesini övülecek bir davranış zannederek anlatıyor oğluna. Kimliğinin, babalığının önüne geçmesinin yarattığı sonuçların farkına varmadığını bir kere daha anlıyoruz onun bu sözleriyle. Daha önce de söylemiştim, diğer oğlunu kaybetmenin iç dünyasında oluşturduğu suçluluğun önüne kendini işine daha fazla adayarak geçmiş Vasilli. Oğluyla eşi arasına koyduğu bu duvar, aslında kendiyle hayat arasına koyduğu o kocaman duvar. Bu duvarı aşabilecek mi bilmiyorum? Cevdet’in Yunan ordusunu mu yoksa kızını mı seçeceğini sorarken, kendi seçimlerinden yola çıkarak yorumluyor yaşananları. Kendiyle yüzleşebilecek mi bunu ilerleyen zamanlarda göreceğiz. Bilhassa Ali Kemal’in onların oğlu olduğunu öğrendiklerinde başlayacak bu ailenin hikayesi. Kendilerini, acılarıyla gömdükleri o yerden çıkararak yapacaklar bu hesaplaşmayı hem kendilerinde hem de birbirlerinde.

 

Miralay yine Cevdet’i kışkırtarak puan toplamanın peşindeydi. Saplantılı bir şekilde Azize’ye tutkun bu adam, Cevdet’e olan düşmanlığını her geçen gün daha da bir hissettiriyor. Geminin pusulasının arızalı çıkması silahların bir müddet daha bulunmasını erteleyecek besbelli. Kötülükleriyle arzu endam yapmaya devam edecek tabi Tevfik hazretleri. Son sahneden yine kim bilir kaç takla atarak, kaç yalan sıkarak kurtulacak pişkin pişkin. 

Acılar ortak yapar insanı. Aynı şeyleri yaşayanlar daha bir anlar birbirini. Veronika ile Hasibe Ana evlatlarını yitirmiş iki acılı anne olarak yakınlaştılar ve de yüreklerini açtılar birbirlerine. Güvendiler ve sırdaş oldular aynı çatı altında yaşayan iki farklı millet olarak. “Analığın dili, dini olmaz… Sınırlar değişti… Bayraklar değişti… Diller değişti… Değişmeyen tek bir şey kaldı anaların yüreğine düşen ateş.” diyerek çok güzel özetledi Hasibe Ana tıpkı “Dünyanın bile taşıyamayacağı acılar anaların sırtına yüklendikçe her yönetim başarısızlığa mahkum kalmaktadır.” diye yazan Veronika gibi. Mektubu işe yarayacak mı ve de o mektuba gerek kalacak mı gelişen olaylar sonucu göreceğiz. Ama Türkler’e bu kadar kızgın olmasına rağmen bu şekilde davranarak, devletle milleti ayırabildiğini gösterdi bize. 

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER