“Bir rüyaydık biz, aynı anda iki kişinin gördüğü”
Tamam, “Rüzgâr Gibi Geçti” pozu verdik de bu filmin ismi beni bi’ geriyo yani, Sinan!
 
Tatlı İntikam’ın şu ana kadarki en iyi bölümünü izledim, bu hafta. Çok daha romantiği, çok daha heyecanlısı olmadı mı, oldu ama büyük bir açık yüreklilikle söylüyorum en iyi değerlendirilen 150 dakikayı bu hafta izledim, ben. 25. bölümden itibaren değişen öykünün giriş kısımları bitmiş ve çok iyi bir gelişmeye geçilmişti, hem de neredeyse her cephede…

Bölümü konuşmaya geçmeden özellikle üstünde durmak istediğim bir yer var ki bence çok önemli:25. Bölümde oldukça ciddi bir dönüşüm yaşadı dizi. Hem öyküsü, hem kahramanları hem yazarları değişti. Genellikle bu tür değişiklikler izleyicide tepki uyandırır ki açıkçası buna kuşkuyla yaklaşanların başında da ben geliyordum. Bu değişimin birtakım olumsuzlukları getireceğinden endişeleniyordum / endişeleniyorduk. Oysa korkulan olmadı. Öykünün yeni hâli izleyenleri tedirgin etmeden çok başarılı sunuldu. Bunda kanalın diziyi sahiplenmesinin büyük rolü var, o kesin. Sosyal medyada dizinin resmi hesapları çok iyi yönetiliyor bu da çok önemli bir faktör. Müziğinden rejisine, senaryodan oyuncusuna çok dikkatli davranıyorlar bu da bir etken ama bir başka özellik var ki benim asıl takdir ettiğim de o: Tatlı İntikam, izleyici açısından çok şanslı bir dizi. Baştan beri de öyle oldu. Pek çok platformda takip etmeye gayret ediyorum. Hepsinde durum üç aşağı beş yukarı aynı… Genellikle yapıcı eleştiriler geliyor. Fanlar tepkisel değil ve destekçi... Görebildiğim ekip de bu yapıcı eleştirileri hafife almıyor. Söylenenleri göz ardı etmeyen düzenlemeler yapıyorlar. Bence Tatlı İntikam’ın en güzel yanı da bu.
 
 
Hani siyahları filan giyiyon ya, tutamıycam kendimi söyliycem: O, duygu dolu yürekle senden BAD MAN olmaz be, annem!
 
Haftalardır diyoruz ki, “Sinan’ın Pelin’i unutamadığını görelim. Hiç değilse kendisiyle hesaplaşmasını izleyelim ve Sinan’a inanalım!” Bu hafta Sinan, kendi kendine söylemekle kalmadı bir de Hakan’a itiraf ediverdi, dört gözle beklediğimizi. “İnsanın burnunun direği sızlıyor.” dedi ( Ne güzel deyimdir, o! ) “Geçmiyor.” dedi. “Hiç de geçmeyecek. Kalbini avcunun içine alıp tüm gücüyle sıkan o acıyla yaşamayı öğreniyorsun. “dedi. Kısaca içinde ne var ne yok itiraf etti. Ben inandım Hâkim Bey! Ben, Sinan’ın gerçekten burnunun direğinin sızladığına inandım.

Döndüğünden beri Sinan’ın alaycılığı sinirlendiriyordu, beni. Özellikle Pelin’e tavrına kızıyordum ama bu bölüm hem ikili diyaloglarında hem de itirafından sonra kavradım ki o alaycılık bir maske! Sinan’ın çevreye de Pelin’e de içinde olup bitenleri göstermemek adına taktığı maskesi o. Hani küçük bir çocuğun yere düşünce kanayan dizine bakıp gözyaşlarını tutmaya çalışırken “Acımadı ki, acımadı ki…” demesi gibi. O maskeyi takmazsa içinde olup biteni saklayamayacak, o maskeyi takmazsa kendini koruyamayacak ve o maskeyi takmazsa (şimdilik) cevaplayamayacağı sorulardan kaçamayacak. O yüzden Pelin ve Bülent başta olmak üzere herkesin ona kızmasına, herkesin onu dışlamasına “alaycılık” maskesini takınarak tepkisiz kalabiliyor.

Sinan’ın bir hikâyesi olmalı, dedik. Gidip de bir yıl Başak dışında kimseyi aramadan uzakta kalmasını açıklayabilecek bir hikâye olmalı. Yavaş yavaş ucu göründü. Var öyle bir hikâye, belli. Her ne kadar henüz kafamda Sinan’ı özellikle Bülent’i aramaması konusunda haklı çıkaramasam da, nereye varacağını hiç kestiremesem de gidişin de uzakta geçen bir yılın da altı dolu.

“Rüzgâr’ı o uçurumun kıyısından almasam biz mutlu olamazdık ki!” diyen Sinan haklıdır! Haklıdır amma Rüzgâr’ı kurtardıktan sonrasının da izahını aynı netlikle yapabilirse masum kabul edilebilir. Benim gönül mahkememde gerekçesi haklı; yolu ve sonucu yanlış bir suçlu o, şimdilik. Beraat edebilmesi için suçu kasıtlı işlemediğine de ikna olmam şart.

Hani böyle bakıyorsun ya bana! Hâlâ içimde depremler oluyor.
 
Sinan’ın neler yaşadığını Pelin de bizler gibi bilmiyor elbet ama bizimle eş zamanlı o da farkına varmaya başladı ki, Sinan’ın yok oluşunun gerisinde bilinmeyen bir şeyler var. O kurşun yarası Pelin’in gözlerindeki perdeyi araladı diye düşünüyorum.

Sinan’ın sırtındaki kurşun yarasına dokunmak üzere olan Pelin sahnesi bu bölümün en iyi sahnelerinden biriydi. Parmak ucundan içinin titrediğini hissettiren Leyla Lydia Tuğutlu’yu da sahneyi çok ama çok iyi çeken Barış Erçetin’i de yürekten kutluyorum, söylemeden geçmeyeyim.

Geçen haftalarda Barış’ın ilk hatasını restoran konusunu Pelin’den gizleyerek yaptığını yazmıştım. 27. bölümün finalinde Barış, “Ben net bir adamım.” diyerek bir anlamda Pelin’e rest çekmişti ama bunun karşılığında Pelin’den Barış’a ilk ayar geldi: “Güçlü ve dişli olabilirim ama aynı zamanda duygularıyla davranan biriyim. “dedi. Yani “ Duygularımı hafife alma, ben senin sandığın o aklının sesini dinleyen kadın değilim.” mesajıydı Barış’a gönderilen. Bu, bir anlamda Sinan’ın “Tutku yok sizin ilişkinizde.” cümlesinin de onaylanmasıydı, bence.
Pelin için Barış’ın tek cazip tarafı güvenilir oluşu. Oysa Barış, bir kez daha bu konuda hata yaptı. Sinan’ın borcunu kullanıp onu sıkıştırmayı denedi ve yine Pelin’den gizli yaptı, elbette bunu.  Pelin’in son sahnede motosikleti restorana süren Sinan’ı gördüğünde tehlikede olan Barış’ın değil Sinan’ın adını haykırması da bana kalırsa, tercihini güvenden değil tutkudan yana kullandığının kanıtı. Barış’ın hataları Pelin’de damla damla birikip bardağı taşıracak noktaya ulaşacak.

Sinan’ın bunu her fırsatta tetiklemesi gerektiğini düşünüyorum. O yüzden de son sahnede “Ben savaşırsam kendimden geçerim, canımdan geçerim ama Pelin’den asla vazgeçmem!” diyen Sinan’a kocaman bir aferin, diyorum. Pelin için savaşan Sinan’ı çok bekledik, çok özledik ve ona “Eğer ona değerse vazgeçmezsin, vazgeçersen sen değmezsin!” diyen Bob Marley’in sözünü hatırlatıyorum.
 
Bana öyle bakma, sakladığım ne var ne yoksa gözlerimden düşüyor!
 
Duygu’ya “Unuttum dersin, kalbine gömersin ama bilirsin ki bir daha kimsenin bakışları içini titretemeyecek!” diyen Pelin, kendisi için savaşmaya kararlı Sinan’a ne kadar direnebilir, göreceğiz ama kardeşi için kendisinden casusluk yapmasını isteyen Barış’ın artılarında azalmalar başlayacağı da kesin. Rıza Baba, “Ben kızımı tanıyorum. Onun gözünde aşk meşk yok.” derken Pelin’in söylemediğini de dillendiriverdi her zamanki dobralığıyla. Statü hayranı Süheyla’nın bütün snopluğuyla Barış’tan yana olması bile Pelin’in gerçeği görmesinde etkili olacaktır diyorum.

Güven, yaralı bir insan için önemli elbette, ne var ki onun sırtındaki yara senin içini kanatmıyorsa, ona her bakışında sımsıkı sarılmak aklına gelmiyorsa, hele hele bağıra çağıra kavga dahi edemiyorsan orada “ateş” yanmamıştır. Ateş, yanmadıysa da “duygularımla davranırım” diyen bir kadını yanında tutmanın pek yolu yoktur.
Barış’ın gerçek yüzü de iyiden iyiye belirmeye başladı. Gerçi Barış’ın hissettiği şey kıskançlık değil Sinan’a karşı. Kıskançlık bile bir duygudur. Barış’ta duygudan eser yok. Bana kalırsa Barış, Pelin’le ilgili kurduğu “iş” planını bozduğu için öfkeli Sinan’a ve ortadaki engeli kaldırma peşinde… Pelin’i gerçekten tanımaması ve Sinan’ı hafife alması onun sonunu getirecek.Benim bu noktada tek merak ettiğim kardeşini takip ettiren Barış’ın karşısına yine Sinan çıktığında ne yapacağı?

 Mesele gitmek değil yeğen! Mesele, döndüğünde senden gideni görmek!
 
Sinan, Pelin için savaşma kararı aldığına göre, Duygu cephesinde de işler karışacak. Sinan tarafından ilk kez reddedildi Duygu. “Açmasaydın, bir daha aramazdım.” diye büyük büyük laflar eden kızımız, sözünün eriyse Sinan tarafından ekilince de dönüp arkasını gitmeli ama elbette öyle olmayacak.” Ben ona âşık oldum amaaaa…” diye dolanmaya devam edecek etrafta.

Sevgili senaristler şimdi çok ama çok büyük bir ricam var: Şu Duygu işini, gelin; çok uzatmayın. Aşk üçgenimiz var zaten bunu dörtgene çevirmenin gereği yok. Aşırı doz sakinleştirici almış gibi sürekli manasız tebessümlerle dolaşan, isteği olmayınca çocuk gibi dudaklarını büzüştürüp duran, yersiz jestleriyle fena hâlde dikkat dağıtan Duygu öyküyü zayıflatmaktan öte bir işe yaramıyor. Hazır kızımız “Ben çılgınım, aklıma eseni yaparım.” modundayken aklına bir estirin kendini Tanzanya ovalarında bulsun, gözünüzü seveyim.

Daha önce de dile getirdim. Tatlı İntikam izleyicileri olarak biz Ceyda ve Rüzgâr gibi iki manyakla Sinan cephesinde kotamızı fazlasıyla doldurduk. Bir de bu çakma çılgınla sınamayın sabrımızı, ne olur. “Yooo; Duygu bize gerekli, vazgeçemeyiz.” diyorsanız o zaman duruma biri acilen el atsın ve yeni bir oyuncu rejisiyle abartıları törpülenip Duygu bir şekle şemale sokulsun, yalvarırım.

Başta söylediğim gibi, benim en beğendiğim bölümdü, bu. Duygu dışında beni rahatsız eden hiçbir detay yoktu.
Müzikler, çekimler ( son sahneye de bayıldım hemen belirteyim), olay örgüsü, tempo hepsi ama hepsi çok iyiydi. Keyifle izledim ve dönüp dönüp bakacağım sahneler var. Umarım haftaya bundan da güzel bir bölümü konuşuyor oluruz.

Emeği geçenlere teşekkürlerimle…
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER