Baba-oğul.
Maksadını fazlasıyla aşıp beni derinden etkileyen 65. bölüm sonrasında çok fazla kelimem yok. Her zamanki gibi ilk duyduğumda fark edemediğim kadar güzel cümleler, küçük iç acıtan detaylar ve bol bol acı soslu bir bölüm izledik. Birkaç kelam edip içimi dökmem sonra da kendimi bir kez daha Tehlikeli Oyunlar’ın kollarına atmam lazım..

“En garibi de budur ya, öldüm der durur, yine de yaşarsın.” Ayşegül böyle seslenmişti bize, hatırlayın. Sonra da eklemişti: “Siz benim ne çektiğimi bilmiyorsunuz? Bilseniz de asla anlamazsınız… Keşke o kefeni hiç açmasaydım, en azından içimde hep bir umut taşırdım. Yaşamak için bir nedenim olurdu…” Yaşamak için kendine bir neden dahi bulamayan Ayşegül en son noktayı da koymuştu. “Sonra anladım, toprağa giren Poyraz ama ölen bendim.” diyerek.

Günler geçti, aylar geçti, mevsimler geçti ama Ayşegül’ün içindeki acı hiç geçmiyordu ya... İşte tam da o noktada Ayşegül, Dünya’nın en güzel Ayşegül’ü olarak yapması gerekeni yaptı.  Zira Poyraz’ın ölümünün ardından 11 ay, 8 gün, 3 saat, 39 saniye sonra kendi acısını dindirmek için ölmeyi isteyen Ayşegül, benim tanıdığım Ayşegül değildi. Acısının yoğunluğundan deliremeyen Ayşegül de farkına vardı. “Öldüm der durursun ama yine de yaşarsın.” Ayşegül de yaşamalı, çiçekleri koklamalı, daha çok kitap okumalı, yürüyüş yapmalı ve yaşamaya devam etmeli. Tüm bu saydıklarım içinde başka biri ile evlenmek kaçıncı sırada yer alıyor, emin değilim fakat Ayşegül olmak için bunu yapmak icap ediyorsa, bunu da en iyi o yapmalı!

Siz sanıyor musunuz ki Ayşegül kendi keyfinden böyle davranıyor? Siz sanıyor musunuz ki Ayşegül Poyraz’a sarılmak, koklamak ve çekip gitmek dışında bir şey istiyor? Ya da siz sanıyor musunuz ki Ayşegül, Poyraz’ın yaşadığına dair ufacık bir umut taşısaydı, sonsuza kadar gelmesini beklemeyecek? Ama öyle olmuyor işte... Bu Dünya, ne Poyraz’ın ne Ayşegül’ün ne benim ne de bir başkasının etrafında dönüyor. Kimin ya da neyin etrafında, neyin hürmetine döndüğünü asla bilemediğim bu dünyada yeri gelir, Ayşegüller ve Poyrazlar bile ayrılır.

İşte bu nedenle, “Sen de ölseydin.” diyen Poyraz’ı da tanıyamıyorum bazen. -Gerçi sonra hemen “Albayım” diyor hatırlatıyor kendini-  Mesela benim bildiğim Poyraz, Ayşegül’ün kendini öldürmeye çalıştığını duyunca, “Ya ölseydi?” diye kahrolup, en içteninden bir bela okurdu kendine.  Ya da o kefenin altında yatarken, Ayşegül’ün çığlıklarını duyduktan sonra, “Evli kadınlar tarzım değil.” demezdi, diyemezdi. Ayşegül artık benim umurumda değil diyen Poyraz yerine, başına gelenleri anlatması gerekiyor. Ortada önemli bir detay daha var. Poyraz tüm bu işkenceleri, tüm bu cehennemi Ayşegül’ün orada bir yerlerde yaşadığını bilerek, ona tutunarak yaşadı. Ayşegül’ün ise tutunacak tek bir nedeni dahi yoktu.  Ayşegül Begüm gibi kendini alkole verebilirdi, Sema gibi sevdiği adamın arkasından gitmeye kalkışıp başarılı olabilirdi. Fakat o kendine tutunabilecek bir dal bulduğu an, ellerini daha da sıkı tuttu. Çaresizlik içinde acı çekerken, tutunacak bir dal bulduğunda onu bırakacak kadar cesur birini gördünüz mü? İşte bu nedenle nereden gıdıklandığı bilen, menemeni iyi yaptığını sandığını ona söyleyen Poyraz gittiğinde, Ayşegül’ün yanında iyi hissettiği birine tutunması lazımdı. Ayşegül’e kızmayın, sarılın. Unutmayın,  Poyraz'ı Ayşegül'den ayıran dünya çirkin ama her şeye rağmen Poyraz ve Ayşegüller güzel.

Poyraz daha önce hiç bu kadar gitmemişti. Yani Ayşegül’den..  Çoğunluğun aksine vedaları fazlasıyla severim, Poyraz’ın vedasından da nasibimi aldım. Ne olursa olsun, çok güzel adamsın Poyrazcım Karayel. Eğer günün birinde kelimelere yeni anlamlar katmaya heves edersem, yanıma seni alacağım, söz. "Ayrılık mesela... Ayrılığa bir anlam katmak istersen, 'gitmek' yeter. Ama 'gitmek',  'gitmek' ayrılık demek değildir. Yani 'gitmek' sadece gitmektir. 'Ayrılık' ölümle eş anlamlı...” Canım Poyrazcım Karayel, inan bana daha önce ayrılığın bu denli güzel bir anlamı olacağını düşünemezdim. Ve senin de çok iyi bildiğin üzere, “Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor.” Kılına zarar gelmesin, canın çok yanmasın demek isterdim ama nafile.. Yeni evine, yeni hayatına, yeni tehlikeli ve bir o kadar da acılı oyununa hoş geldin Hikmet..

Baba - oğul kavuşmasını daha önce kaç kere izledik, bilmiyorum. Ancak bu bölümde izlediğimiz kavuşmayı zihnimin güzel köşelerine konuk edeceğim. Bahri Baba’nın durumu gün geçtikçe daha da kötü bir hal alıyor. Düşen yapraktan bile kendini sorumlu tutan, mutsuz bir adam olarak devam ediyor hayatına. Öyle bir çaresizlik içinde ki, kendini bırakıp on yedi yıllık tövbesini bozmaya karar veriyor. İşte tam da o anda çıkagelen gelen Poyraz, 65. bölümün en güzel, en naif anını yaşattı. Bahri ile Poyraz’ın kavuşma-hesaplaşma anı, geçen hafta izlediğimiz Ayşegül-Poyraz kavuşmasına göre çok çok daha etkileyiciydi. Bahri Baba’nın tek kelime dahi etmediği o şahane anda, şaşkınlığının öfkesine, öfkesinin özleme, özleminin sevince dönüştüğü o anlara şahit olduk. Konuşmadan daha ne kadar etkileyici olabilirdi, bilemiyorum.
 
Bazen didik didik etmekten gördüğüm hataları, haşince ağzımdan çıkan “Böyle şey mi olur ya”ların hepsini bir kenara bırakıyorum. Bu hafta bir kez daha anladım, bazen dizi diye izlediğin şey yüreğine dokunabiliyor.

Güzel anlamlar katabildiğimiz yeni kelimeler dileğiyle, sevgiler.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER