''Geride bir sanat eseri kaldı''
Belirsizlikler içinde başlayıp, bitirdik bölümü. Bu son muydu yoksa dizinin adının altında ‘yeni bölüm’ değil de ‘final’ yazacak bir bölümle, bu hikâyeye biraz olsun toparlanmış bir sonla mı veda edeceğiz hafta içi hep beraber göreceğiz.

Bölümün en güzel anını, yine bir hikâyeyi dinlerken yaşadık. Sait gül ve bülbülün hikâyesini anlattı, Hicran o hikâyede kendini buldu. Gül ve bülbül kavuşamadıkça Hicran da kendi aşkının ümitsizliğini düşündü. O yol ayrımına geldiğinde Murat’la buluşmaya değil de boya almaya gitmesi de bundan sebep. Sevmediğine, âşık olmadığına, unutacağına inanmak istiyor. Kendisinin ve Murat’ın farklı yaşamları bir yana, Murat’ın nişanlı olması, o nişanı bozması Hicran’a ters geliyor. O öyle biri değil çünkü. Lale’den köşe bucak kaçmasına ne demeli. Sanki Lale onu görünce bir bakışta anlayacakmış gibi. Ama ilk öpücükten sonra ilk ‘seni seviyorum’ da gelince ne yapacağını iyice şaşırdı saf Hicranımız. İnsan ne kadar zamanda sevilir sahi? İkisi de bu birdenbire gelen aşk karşısında ne yapacaklarını şaşırmış durumda. Ama Murat kararını vermiş, her şeyi göze almış. Kızından daha entrikacı çıkan Recai, Murat’ın yeni bir iş bulmasına engel olup, kaldığı otelden de çıkmasına sebep olunca geldi Hicran’ın çalıştığı yerin karşısında izbe bir otele yerleşti adam yahu.


Sen yumruk atarsın ama Hicran'la seni o kavuşturur

Sinan ise geç kaldı. O uyanana kadar Murat kalktı aşkını ilan etti bile. Karısını zengin bir adama kaptırdıktan sonra sevdiği ilk kadının da en yakın arkadaşına âşık oluşuna seyirci kaldı. En azından hikâyenin bizim görebildiğimiz, görebileceğimiz kısmında. İçinde fırtınalar kopa kopa Hicran’ın Murat’a adım atmasını sağladı. Çocukluk hatıralarını kutuda saklayan bu adamın hikâyesinin derinlerine inemeyecek olmak beni çok üzüyor.  

Dilber’den bahsetmeden olmaz. Hakikaten çok sevmiştim ben bu deli kızı. Sen Dünya’da nereyi biliyorsan orayı söyle biz İngiltere’yi oraya taşıyalım Dilber! İkidir Sinan’la karşılaşmalarını görüyoruz ama Murat-Dilber karşılaşmasını da görmek isterdim. İki cümle de olsa diyaloglu bir sahne fena mı olurdu. Aklının başından gittiği gözümün önüne geliyor, tuhafiyecinin önünde resmi bir el sıkışması değil.


Baba-kız sizin hayatınızı bitiririz ltd.şti.

Devam etseydi eğer babalar bu hikâyenin saf kötüleri olacaklardı gibi. Recai’nin Murat’a gerçek hisselerini söylerkenki kavgada söylenmeyecek lafları bir yana, Hayri’nin de kendi oğluyla ilgili planlarını hepimiz biliyor olsak da sonunda kabul etmesi böyle bir his uyandırdı bende. Sait’i bu listeye katmadığımı söylememe bile gerek yok diye düşünüyorum. O tabi ki başka. Bu haftanın en sevdiğim sahnesi Hicran’la aralarında geçen boynuz-kulak konuşmasıydı. ‘’Kulak olmasaydı boynuz yolunu bulamazdı ki’’
 
Nazif’i nerelere koyacağımı bilemedim. Kestane şekerini yerken ağzında böyle kaldı ya yutmadan, düşünceli düşünceli; ben de öyleyim işte.


''Beni sadece senin gözlerin büyülüyor''

Hicran Murat’tan kaçmayı bıraktığında, deniz kenarındaki halleri fırtına öncesi sessizlikti. Sonunda çekilen fotoğrafların etkisi görülecek mi, görülecekse nereye kadar tabi ki bilemiyoruz. Ama kısa sürede de olsa Bana Artık Hicran De bunu yaptı, öyle güzel, nefes almalık sahneler koydu ki. Aslında tam da dizinin ve Hicran’ın naifliğine yakışır sahnelerdi. Martılar gibi özgür olsalar daha ne güzellikler yaşatacaklardı bize kimbilir…

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER