"Karanlıkta yürümeye devam ederken uzaklardan gelen bazı sesler duydum. Son derece rahatsız edici tondaki çığlıkların arasından, ateş edildiğini de fark etmem uzun sürmedi. Silahımı doğrulttuğum gibi koşmaya başladım. Yaklaşık bir dakika sonra ilk kez onlardan birini gördüm. İki metreyi aşkın belki de üç metreye yakın boyutlardaki iri yaratıkları. İlk anda onların ne olduğunu anlayamamıştım, ama birkaç tanesini öldürdükten sonra yüzlerine yakından bakma fırsatım oldu ve onların az da olsa insana benzediğinden emin oldum. Belki otuz belki kırk tane kadarlardı ve hiç durmadan diğer silah seslerinin geldiği yöne doğru saldırıyorlardı. Ben arkalarından geldiğim için beni fark etmemişlerdi bile. Bundan faydalanarak birkaç tanesini daha öldürdüm ve birkaç yüz metre ileriden gelen ışıklara doğru hızla ilerlemeye başladım. Bir süre sonra seslerin kesildiğini fark ettim. Biraz daha ilerledikten sonra da karşıma kocaman bir duvar çıktı, ışıklar ise sönmüştü..
Duvarın önünde bazıları parçalanmış, bazıları ise can çekişen onlarca yaratık vardı. Duvarın yüksekliği sanırım yirmi metre kadardı ve hafif bir eğimle karanlığın içinde yükselen koca bir tepenin içlerine doğru ilerliyordu. Aylardır ilk defa çorak topraklardan başka bir şey görüyordum. Etrafta ya da duvarın üstünde ise en ufak bir hareket bile yoktu, karanlığın içinde sadece silahımın feneriyle etrafımı görebiliyordum. Derken aniden büyük bir ışık huzmesi etrafı sardı, ben daha ne olduğunu bile anlamadan üstümde onlarca küçük lazer ışığı belirli. Duvarın ortasında bir hareketlenme oldu ve koca bir kaya hareket ederek kenara doğru açıldı..
İçeriden ellerinde silahları olan siyahlara bürünmüş üç kişi çıktı. Yavaş yavaş bana doğru ilerlemeye başladılar. Ne yapacağımı bilemiyordum, ama karşı koymanın da bir manası yoktu. Silahımı yere bıraktım ve onların yüzlerini seçmeye çalıştım, lâkin kafalarında kaskları vardı, siyah camların arkasındaki yüzlerini görmem olanaksızdı. Birkaç saniye geçmeden içlerinden biri birkaç adım öne çıktı ve bana doğru yaklaştı. Son derece sakin bir şekilde silahını aşağıya doğru indirdi ve konuşmaya başladı. İlk sözleri; “Kimsin sen?” oldu, sesi metalik bir tondaydı. “Bilmiyorum” diye cevap verdim. “Nasıl bilmiyorsun, yolunu mu kaybettin?” dedi, “Hiçbir şey bilmiyorum, kim olduğumu, nereden geldiğimi ve nereye gittiğimi. Birkaç aydır sürekli yürüyordum, sonunda birilerini bulduğuma çok sevindim.” dedim içimdeki sevinci sesime yansıtarak. Bunun üstüne kafasını hafifçe yana doğru eğerek bana baktı ve ardından yavaş adımlarla etrafımda dönmeye başladı. “Bu silahları nereden bulduğunu bize söyleyebilirsin en azından?”, “Kendime geldiğimde onlar yanı başımdaydı, hatta birkaç yüz metre ileride başka eşyalarım da var. Sesleri duyunca onları bir köşeye bırakıp buraya geldim. Ayrıca gelirken şu yaratıklardan bir kaçını da öldürdüm”, “Buna sevindim” dedi aynı metalik ses tonuyla, “En azından düşmanlarımız ortak.”
O sırada birkaç adım daha attı ve tam karşımda durdu, ardından ellerini uzatarak saçlarıma dokunmaya başladı. “Uzun sarı saçlar, dış dünyadan gelenlerde pek görmeye alışık olmadığımız bir özellik” dedi, sesindeki metalik ton bile bu durumdan duyduğu şaşkınlığı gizlemeye yetmiyordu. “Dediklerinizden hiçbir şey anlamıyorum açıkçası. Daha önce de söylediğim gibi, Kim olduğumu? Nereden geldiğimi? Buranın neresi olduğunu? Bilmiyorum. Hatta hangi yıldayız o konuda bile en ufak bir fikrim yok. Ancak şu bir gerçek ki, ben sizin düşmanınız değilim. Ve bana yardımcı olursanız çok sevinirim.” dedim, ona doğru bir iki adım atarak. “Aslında seni burada öldürmemiz gerekir” dedi silahını hafifçe bana doğrultup tehditkar bir vurgu yaparak, “Bize saldırmamış olman buna engel değil. Sadece duvarlarımızın önüne gelmem bile bunun için yeterli bir sebep”, “Ama bilerek yapmadım” diye araya girmiştim ki, “Sözümü kesme diye bağırdı” ve konuşmaya devam etti. “Fakat, yine de seni öldürmememiz için bazı sebeplerimiz var”.
Aslında bu sebebin ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu o anda. Derken aniden kafasındaki kaskı çıkardı. Kaskın altından uzun sarı saçları olan otuzlu yaşlarında bir kadın çıktı. Ben henüz bunun şaşkınlığını atamadan, diğer ikisi de kafalarındaki kaskları çıkardılar, onlarda uzun sarı saçlı kadınlardı. “Daha önce de dediğim gibi, uzun sarı saçlar dış dünyadan gelenlerde pek görmeye alışık olmadığımız bir özellik.” Dedi kendi narin sesiyle. Kaskı çıkarınca sesi normale dönmüştü. Ardından koluma girdi ve “Sana yardım edeceğiz” diyerek beni duvarın girişine doğru götürmeye başladı. “Ama eşyalarımı almadık, onlardan başka hiçbir şeyim yok” desem de bununla pek ilgilenmedi..
Tam kapıdan içeri girmek üzereyken ise kafama elindeki kaskı geçirdi ve “Seni kapıdan içeri açık gözlerle sokamayız” dedi. Ardından birden bire her şey karanlığa gömüldü. Çünkü kaskın önüne metal bir şerit inmişti. Gözlerim kapanmadan önce tek gördüğüm ise dağın içine doğru yol alan bir tüneldi. Yürümeye devam ederken arada duruyorduk ve ben onların anlamadığım bir dilde konuşmalarını duyuyordum. Sanırım neler konuştuklarını anlamamı istemiyorlardı. Bu şekilde ilerlerken bir ara havanın değişmeye başladığını hissettim, sanki o basık ve kasvetli hava yerini güzel bir kokuya bırakmıştı. Daha sonra dakikalar boyunca yürüdük, sürekli bir yerlere doğru ine çıka ilerliyorduk..
Sonunda bir kapının kapandığını duydum. Ardından kafamdaki kaskı çıkardı. Üç beş metre boyunda ve genişliğinde bir odanın içindeydik. O da tam karşımda duruyordu. “Aslında seni öldürmemenin hata olabileceğini düşünüyorum.” dedi yüzündeki hafif gülümsemeyle, mavi gözleri ışıl ışıl parlarken, “Yine de umarım ben yanılıyorumdur. Dikilmene de gerek yok, otursana”. Odanın içinde bir iki koltuk vardı, içlerinden birine oturdum. O da diğerine oturdu ve bacak bacak üstüne atarak “Merak ediyorsundur sanırım” dedi. “Birçok şeyi” diye cevap verdim.” Bunun üstüne birden ayağa kalktı ve yüzündeki aynı gülümsemeyle birlikte “Seni bir süre daha merakta bırakacağım” diyerek sırt çantamı bana doğru attı. Ardından da kapıyı üstüme defalarca kilitleyerek dışarı çıktı.."
Yazı devam ediyor..