Yalanı mı boğacaksın yalancıyı mı?
Hepiniz yalancısınız. İrili ufaklı, rengarenk, bazen çok karanlık yalancılarsınız. Ne zekada ne de güzellikte eşitlenemiyoruz. Ama yalan konusunda, hepimiz eşitiz. Kılıflarınız ne renk? Kendimi korumak için söyledim. Seni korumak için söyledim. Üzülmeyelim diye söyledim. Korktuğum için söyledim. Bir şey değişmeyeceği için söyledim. Ne çok bahanemiz var. İşin kötüsü, bütün yalanların da acı bir haklılığı var. Ama mecburuz, mecbursunuz. Çünkü dünya üzerinde işler böyle yürür. Bin doğru da söylesen, bir yalanınla hatırlanırsın. Doğrular hep örtülerin, yanlışlar ise spotların altında...

Karagül'ü senelerce seyrettik, hakkında sayfalarca yazdık. Ama her bölüm bana yeni bir his aşılayabiliyor. Sanırım işin başarısının özünde de bu sihir gizli. Halfeti'nin dokusuyla, arada kayıp giden ince bir fon müziğiyle ve hatta figüranlarının doğallığıyla bile çok 'bize dokunan' bir iş. Özellikle de annelik meselesinin kaygan zemininde ustalıkla dans eden bir yapım... Herkesin bir bakış açısı, herkesin bir hayali, ama herkesin dolaplara kilitlediği kötü bir yanı var.

Türk dizi tarihi çok kötüler gördü, pek fenalıklar geçirdi. Ama Kendal oldukça iddialı bir canavar olarak zihnimizde yer etti. Belki yıllar geçecek, Karagül'ün izleri silinecek. Ama Kendal'ın hastalıklı pençeleri asla unutulmayacak. Neden Kendal'ı bu denli önemsiyorum? Çünkü Türk dizilerinde üstünkörü yazılmış kötülere alışkınız. Kötüdür ama nedeni yoktur. Nedeni varsa gözle görülür bir noktada değildir. Hiç neden bulamıyorsak sormayıverin gitsindir.

Ama Kendal kapı gibi belgelerle kapımıza dayanıp ''Ulan hepiniz ordaydınız be!'' diyor. Babasıyla olan hesaplaşmasında sonunu daha ilk bakışından tahmin etsem de, bu ona hayran olmama engel değil. Seni çok seviyorum Kendal. İçinde yeşereceği her an kırılıp atılan dallarını da, tam ortaya çıkacakken gırtlağına çöktüğün iyilik kırıntılarını da seviyorum.


Seni doğurmadığım için özür dilerim.

Bazen iyi insan olmak da yetmiyor. Payına düşen mutluluğu uzun zaman cebinden ödemek gerekiyor. Narin gibi... Fakat işin ilginci, yoksullaşmıyorsun. Elif gibi... Karagül'ün yazarları diyor ki, inanmak vazgeçmenin yarısıdır. Elif bir hayale inandı. Ve Serdar odaya girdiğinde aralık kalan kapıda, çoktan belli olmuştu nikahın sonucu. Sevda yolunda yaptığın devasa U dönüşün sonsuza kadar hatırlanacak Elif Hoca!

Karagül'ün pek çok karakterine baktığımda ''Ben de olsam aynı şeyi yapardım'' diyorum. Tam bir karaktere öfke duyacakken, karakter karşıma geçip yüzüme bir ayna tutuyor. O aynadan yansıyanlar ise, bazen bir dramadan daha fazlası oluyor. Kaçımız Oğuz kadar onurlu olabiliriz? Kaçımız Özlem kadar güçlü durabiliriz? Kaçımız Ebru, Narin, Ayşe ve daha pek çok Karagül'den biri kadar ayakta kalabiliriz?

Ne diyordu Yusuf Atılgan?

''Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.''

İşte bazı yalanlar, yalnızca susarak söyleniyor. O sebepten, yalancıyı boğmak da pek fayda getirmiyor. Ben bu yazıya yeni bölüm fragmanını izlemeden son vereceğim. Umarım bunca yalanın içinde direnip, Fırat'ın kollarında boğulmamışsındır Narin...

Güzel günler.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER