Hastaneden geliyorum, haberler hiç iyi değil. Kardiyoloji
bölümünün çoğunluğunu Karagül seyircileri oluşturuyor. Pamuk gıdılı teyzelere
dokunuyorum, bin ah işitiyorum. Yaşını başını almış emekli amcalardan uzun uzun
sitem edişler duyuyorum. Yorgun kalbimiz bu çileye dayanmıyor diye dil altı
yuvarlıyorlar. Tamam, belki birazcık abartıyorum. Fakat kardiyoloji bölümünün
danışmasında nüfus cüzdanımı alan genç hanımefendi diyor ki: ''Karagül şeysini
yazıyordunuz, soyadınızdan tanıdım! Diziler bu kadar acıklı olmak zorunda mı?''
Duygulara dokunan her şey acıklı olmak zorunda değil. Fakat
Karagül'ün başka bir büyüsü var demekten dilimde tüy bitti. Yine de son
zamanlarda o büyü ince bir yel gibi uçup gidiyor. Buna veda havası mı dersiniz
yoksa bunca zamanın yorgunluğu mu? Bir yandan hiç bitmesin istiyorum, öte
yandan kalbim final bölümü için sabırsız! Anneliğin kitabı Karagül'de satır satır yazıldı. Anne çocuktan öte bir şeye can verirmiş aslında. Bazen cennet bahçesidir, bazen cehennemin kıyısı. Doğurduğun cehennemi söndürmeden sana ölmek yok Kadriye. Yoksa Gülizar'ın cehennemi gibi yakıcı olur. Peki sen yorgun cennetini kurtarabilecek misin Emine?
Evlat kokusu ölüm getirmemeli.
Nazlı kuluçkaya yatmış tavuk gibi konağa yerleşirken,
Ada'nın keyfi yerinde durur mu? Durmaz. Ada'nın keyfi kaçarsa, konakta huzur
olur mu? Sanmam. Ama şimdilerde o sinileri fırlatan kızdan fersah fersah uzak
kaldık. Nazlı soyadıyla övünürken benim aklıma bir şey takıldı. Kargo
tesliminde kardeşlik bağı geçerli sayılmıyor mu? Benim kuzenime dahi teslim
ediliyordu da. Bazen böyle detaylar ''Bakın Nazlı fesatlık yapacak'' diye
bağıran sıkıntılara dönüşüyor gözümde.
Herkes evcilleşirken tırnaklarını en çok sivrilten Emine
oldu. Hülya Duyar'ın olağanüstü performansına kayıtsız kalmak imkansız. İnsanın
kaşıkladığı pudingi löp diye ağzından düşürtecek kadar şaşırtıyor. Potansiyeli
zaten malumunuz fakat her sahnede göğsünü yırtarak yeni bir karakter
çıkartıyor. Can Atak'ın Türk dizi tarihinde (en azından benim için) unutulmaz
yeri olan Asım'ı da eklenince, değmeyin keyfime... Acı çekmek seyirci için
gerçek bir şölene dönüşüyor. İkisine de yürekten alkışlar!
Sen de başını alıp gitme ne olur...
Kendal, Melek'in mezarı başında bir onun bir de Asım'ın yara
olduğundan bahsediyordu. Şimdi cebinde akrep var, eli gitmiyor! Emine'nin
yıllardır Özlem'e gösterdiği sabır, çiçek açtı. Ama Kendal paraların oğlunun
tedavisine gitmesine bile karşı. Sanırım şu çekler, alacaklılar, sıkıştırmalar
derken Kendal'ın sonu da o çok sevdiği cüzdanından gelecek.
Karagül'ün castı o kadar kalabalık ki, son sezonun her bölümünde
biri ölse sıkıntı olmaz. Fakat sevgili senaristler; siz George R. R. Martin
ekolüne uyanlardan olmayın! Bizi katran karası bölüm sonlarına maruz
bırakmayın. Arada bir Narin'in gülümsemesini, Ebru'nun Baran'a sarılışını da
gösterin. Yok eğer içimizde kalan tüm ukdeler finale yazılacaksa, final bölümü
8 saat sürecek demektir. Bana uyar...
Final hayalimi anlatayım mı? Çoook uzaklarda bir evin
verandasında oturmuş herkes. Çocuklar çiçekler arasında koştururken, analar
kirpiklerinin kıvrımına kadar seyrediyor. Kadınlar Karagül değil artık. Kimisi
maviler giymiş, kimisi kırmızılara bürünmüş. Herkes mutlu, biraz eksik, ama
mutlu. Normalde mutsuz sonlara ilgim vardır. Ama mutsuzluğa fazlasıyla doymadık
mı?
Bir de çok daha uzaklarda bir hastane odasında ileri geri
sallanan bir adam... Kimse ona yaklaşmıyor, kimse yüzüne bile bakmıyor.
''Şeytanın dünyadaki resmidir o, kimse ziyaretine gelmez'' diyerek
uzaklaşıyorlar. Ve adam sadece sallanmaya devam ederek mırıldanıyor: ''Benim adım neden uçurum?''
Güzel günler.