Hayat, bir bakıma şanslı ve şanssız olma halinin dansı...
Bir bakmışsın yüzüne gülmüş, bir bakmışsın gözyaşlarını döktürmüş. İyi ve
kötünün, mutluluk ve mutsuzluğun iç içe geçmesi gerektiğine inananlardanım;
haliyle şanslı ve şanssız olma halinin bir arada bulunmasından da hiç rahatsız
değilim.
Şanslı ve şanssız olma halinin, Kerim’in o cümlesiyle
ne alakası var derseniz… Hülya, şanslı bir çocuk olsaydı, Kerim’e böylesine bir
takıntıyla bağlanmazdı. Yine Hülya, şanssız bir kadın olsaydı, ilişkileri bu
noktaya gelmezdi. Kerim’in istediği o son şans, sadece güzel öpüştüğünü
kanıtlamak için değildi, güzel sevdiğini göstermek istiyordu Kerim. Ve Kerim,
şanslı bir çocuk olmasaydı, Hülya’yla yolu kesişmezdi. Hayat bu, her haliyle
sınıyor bizi. Bugün, Kerim ve Hülya’nın içinde bulunduğu durum da şansın
varlığıyla yokluğunun anlam bulmuş hali.
Tabii, kalpler o anda küt küt ^_^ Yüzünde gülümseme, kalbinde aşk tohumlarıyla bölüm
boyunca içime ferahlıklar saçan Kerim’e kocaman kalp! Zeynep’e “Ben Hülya’yı
seviyorum.” dedin ya bir kez daha gözüme girdin Kerim Cevher! Bölümün
2.fragmanından beri sabırsızlıkla beklediğim o sahnede bir anda aşklarını
itiraf edip, güle oynaya hayatlarına devam etmelerini beklemiyordum elbet.
Hülya kaybetmekten böylesine korkarken, Kerim Hülya’yı köşeye sıkıştırmayı
severken o büyük kavuşma için biraz daha bekleyeceğiz. Açıkçası büyük büyük
sözler verilmeden gözlerde buluşma evresi ne kadar uzatılırsa o kadar güzel
olur. Bırakalım biraz gözler konuşsun, kalbin atışı hızlansın…
Hülya’nın Kerim’i gördüğünde elinin ayağına
dolaşmasını hayranlıkla izledim. İşte aşk! Bahar da geldi, misss. Kerim’in
gözlerine yansıyan samimiyeti, Hülya’nın titreyen elleri; Birkan Sokullu ve
Burcu Biricik’in muazzam enerjisi. Çok güzelsiniz, çok!
Mehmet: Baba heykeş bizimle dalga geçiyoy, inşene. Ve öyle güzel bir aile oldunuz ki. Hülya’nın sıcacık
anneliği, Kerim’in bebeğine bakarken gülen gözleri, Mehmet’in gözlerine
yansıyan huzur. Tablo gibi, nazarlardan uzak. Ve elbette ki baba-oğulun
arasındaki ilişkiye hayranım. Baba-oğul sahneleri beni benden alıyor, Kerim’in
eline bebek çok yakışıyor. Kerim’in Mehmet’i uyutmaya çalışırken kulağında
çınlayan baba ninnisi ise kalbimi titretmeye yetiyor. Kerim’in bir oğul ve bir
baba olmaya çalışması çok değerli, seyri de inanılmaz keyifli. Bir gün uzun
uzun Kerim, Mehmet ve Bayram’dan bahsetmek istiyorum, bana huzur veriyorlar.
Kerim’in ailede kurmaya çalıştığı denge, şirkette
rol almasıyla beraber daha da rayına oturacaktır. Şirkette edineceği pozisyonun
Bayram Bey’le arasındaki ilişkiyi daha da kuvvetlendireceği ise gün gibi
ortada. Zeynep’in intiharı sonrasında Hüseyin’in de kendini geriye
çekmeyeceğini gördük, güzel oldu.
Zeynep, kötü bir insan; herkese karşı. Babası
istediğini yapmasa babasına da bilenir. Yine de intihar edip iki gün sonra
Hülya’nın geçmişini araştırmak için yollara düşmesi hoşuma gitti. Çünkü, hikaye
bütünlüğü şart; tutarlı karakter ise en sevdiğim. Zeynep böyle bir kadın, onu da
böyle kabul ettik. Ev ahalisinin içine de huzursuzluk tohumlarını ekti, sonumuz
hayrolsun.
Hüseyin’in Zeynep’e boyun eğmemesi ise güzel bir
noktaydı. Kerim’in Hülya’ya söylediği gibi babaları için fedakarlık eden
çocuklar onlar. Hüseyin yine fedakarlık etti ama bu sefer altta kalmaya da
niyeti yok. Hüseyin-Melek ilişkisi de Melek’in Kaya’yla evlilik yoluna
girmesiyle yön değiştirecektir. O köprünün altından çok sular akar da üzülen
yine Kaya olacak, yanarım ona yanarım.
Özlem... Melek’in Hülya’yla yakınlaşması, aralarındaki
buzları eritmeleri çok güzel. Ama Hülya, Bahar hakkında daha fazla şey
öğrendiğinde ne olacak? Melek, çıkmaz bir sokakta ilerliyor; bu yolun dönüşü
sancılı olacak. Hülya ise büyüyor. Melek’i anlaması, yanında olması hep bundan.
İçindeki hırçın kız çocuğunu büyütüyor Hülya, güzel de oluyor.
Yazı devam ediyor...