Mutluluğunu istiyorum, ver onu bana!
Herkes bir şeyler ister, bu pek önemli değildir. O şeye sahip olduktan sonra onu hâlâ istemeye devam etmek önemlidir. Bir şeye sahip olmak güzeldir. Peki o şeye sahip olmak varken ondan kolayca vazgeçmek? Bu kadar eli açık birine hiç rastlamadım. Her şey bir şeyler ister. Kimileri ulaşır, kimileri hayat boyu o şeyin peşinde eskir. Pek çok şeye sahip olanlar ise daima biriktirir. Anılar birikir, paralar birikir, duygular birikir. Ama insanın içindeki isteme duygusu da gökyüzü gibidir, hiçbir yere gitmez.

Bir ölmeden önce mutlaka izlemeniz gereken yapımlar vardır, bir de duygusal anınızda asla izlememeniz gereken Karagül. Size hem bir yara izi, hem de o izden okunabilecekleri bırakıyor. Bu hafta bölümden memnun kaldığımı söylemek kallavi bir yalan olur. İzlerken kendimi bir mutfakta, bir salonda, bir holde buldum. Ama televizyonun sesi hep açıktı. Ben Karagül karakterlerinin sesinden akan mimikleri duyabiliyorum artık. Yine de hiçbir dizi açık bırakılan televizyondan gelen sese dönüşmemeli...


Geç bulunup çabuk kaybedilen aile üyelerinde bugün: Kasım

Karagül adım adım sona yaklaştığının sinyallerini nicedir veriyor. Mahşer yeri gibi bir telaşla herkesin hikayesi teker teker kapanıyor. Ama Karagül'ün bazı hikayeleri var ki; dizi bitse bile o hikayeler hep bir yerlerde yaşanacak. Kadınlar acı çekecek, erkekler gücün peşinde tükenecek. Ve çocuklar... Onların ellerinde güzel günler var. Ama bugünlerde güzel günlerin hayalini tüketmek en fazla bir saniye alıyor.

Hani her dizide yan karakterler olur da biz onları tanımayız ya... Adını biliriz ama öyküsünden haberimiz yoktur. Karagül bunu tersine çeviriyor. Kalabalık bir cast barındırmasına rağmen dizinin tüm karakterleri dolu dolu. Mesela Emre ve onun aşırı dramatik öyküsü... Hâl böyle olunca Game of Thrones mantığıyla her bölümü başka bir cephe üzerine inşa etmek de kolaylaşıyor. Karagül bir gün bitecek ve bize veda edecek. Ama biz Karagül'ün ciğerimize iliştirdiği ağrıyla nasıl devam edeceğiz, bilenler beri gelsin.

Her bölümde Ebru'nun Baran'a olan mesafesi daha da tatsızlaşıyor. Sanki içinde yılların gecikmişliği yokmuş gibi, sanki ayaklarını uzatıp dinlenirmiş gibi konuşuyor. Sanki Baran olmazsa ölürüm demiyor da, yaşasam ne olacak diyor. Bir ileri iki geri adımlarından başka bir şey hissedemiyorum maalesef. Bunun oyunculukla da hiçbir ilgisi yok üstelik. Ece Uslu'nun Ebru karakterini nasıl parlattığına kaç sezon şahit olduk. Ama o müthiş kavuşmanın daha da uzatılması isteniyorsa, benden pes...

Nazlı konusunun hiç ilgimi çekmediğini daha önce de söylemiştim. Neyse ki evlilik de fiyasko çıktı. Fakat onun aksine Ayşe, tahmin etmediğim yerden vurdu beni. Damar sağmadan, tuz basmadan yarasını hissettirdi. Gözünden akan her damlaya sarılasım geliyor. Karagül okulunun en nadide öğrencilerinden oldu Sevda Erginci, bahtı açık olsun... Özlem ve Ayşe sahnelerinin bu kadar lezzetli olacağını tahmin bile edemezdik.


Adamı siler geçerim!

Ülkenin ilk seri katilinin Halfeti'den çıkan Kendal Şamverdi olacağını kimbilirdi ki? Mehdi, Murat, Recep, Fırat, Melek, Sibel, Sevda ve niceleri... İşin en kötü tarafı, Kendal anlattıkça dinliyorum. Ekrana yumruk atmak gerekirken onun acısına sırdaş oluyorum. Ben Mesut Akusta'yı daha uzun yıllar izlemek istiyorum.

Herkes bir şeyler istiyor. Ama Kendal da sizin mutluluğunuzu istiyor. Kolaylıkla verin, tadınız kaçmasın.

Güzel günler.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER