Uzun zaman sonra baş döndüren ve ritmi
yüksek bir bölüm izledik. Bu ritmi sağlayan unsurlardan biri boyama sahnesinde
kullanılan parça ile Bahar-Elif sahnesindeki parça, arrtı sürekli paslaşma ile
geçen diyaloglardı.
Bu bölüm karakterlerin neredeyse hepsi
birbirine ayna oldular: Hüseyin-Tayyar, Elif-Ömer, Ömer-Arda, Nilüfer-Metin.
Ancak kaçı aynada gördüğü ile yüzleşebildi sizce?
Cennette işler karışırsa
Misal Nilüfer, junnior Tayyar Metin’in
bu yüzünü görüp aydınlanabilecek mi? Yoksa “saçımı çekiyorsa beni seviyordur”
diye düşünüp, yine de onun yörüngesinde mi kalacak? Bence Metin’i her şeye
rağmen sevmeye devam edecek. Ne de olsa Metin onu kıskandı değil mi?
Dizideki kadınlar kendi duygularını
göstermede açıkken, erkekler karmaşık. Dizideki erkek karakterlerin sevgi ile
kurdukları bağ sorunlu. Belki bu sorunun temeli de aileleri ile yaşadıklarından
kaynaklanıyor. Ömer’in sevgisi gözlerinden elmaslar gibi fışkırırken, dili lal
oluyor. Arda sevgiyi sürekli Pelin’i kızdırarak yaşıyor. Metin sevdiği kadına
sahibi imiş gibi davranıyor çünkü hayatı başkası tarafından kontrol edilen bir adamın, hayatına giren bilmediği bu duygu ile baş etme yöntemi yine şiddetten geçiyor. Tayyar ise sevgiyi bir Tanrı kompleksi ile
yaşıyor. Nasıl Havva yeme denilen elmayı yediği için Tanrı tarafından
cezalandırılmışsa Tayyar da Pınar’ı öyle bir hisle cezalandırıyor. Hüseyin
hayatta olduğu gibi bir mücadele içinde, herkese yetirmeye çalışarak yaşıyor
sevgisini, pay ederek.
Hüseyin ve Tayyarın tangosu mu desem, satrancı
mı desem karar veremediğim o sahnelerinde sarhoş oldum resmen. Hüseyin’in 6
yıldır bu işin içinde olduğuna mı şaşıralım, Tayyar’ı avcunun içine almak için
planladıklarına mı? Ya da biz tam Tayyar bu kadar salak değildir canım derken,
pat Hüso’yu videoya çekmiş olmasına mı?
Hala, Tayyar ve Hüseyin ilişkisinde
başta planlananla geldiğimiz noktanın aynı olmadığını düşünüyorum. Sonradan
eşleştirilen bir ikili gibi geliyor bana. Sanki hikâyenin bu bölümü başta boştu
ve şimdi Hüseyin’i bu karanlığa çekerek tamamlıyorlar gibi. Bir yandan da
Hüseyin için en başta çizilen babacan karakteri kaybetmemek adına olayı Baba
Demir’e bağlayacaklar gibi.
Geçenki yazımda dedim ya senaristler bize bir matrix
örüyor, sonunda çarpılacağız diye; sanırım bu matrixin göbeğinde Baba Demir
var. Ancak öyleyse, yani Sibel, Ahmet, Tayyar ve Hüso Ömer’in ailesine
bağlanırsa, Ömer’in evini türbe yapıp hep beraber mum dikelim.
Geçen bölüm Ömer’in bolca Elif’e laf
sokmasını izlemiştik ya bence biraz kaba ve bölüm için fazla idi. Elif sanırım
bugün gösterdi bize laf öyle sokulmaz böyle sokulur diye. Ömer’den farklı
olarak her fırsat bulduğunda değil ama yeri geldiğinde taşı çok güzel koydu ve
Ömer’i sarsmayı başardı.
Tokamı değil beni sarsan keşke
Ömer, Elif’i döndüğünde bıraktığı yerde
bulamayacağı gerçeği ile yüzleşti. Çünkü hiçbir kadın ağlatılmamalı ve ağlayan
kadınlar bu kadar rasyonel avutulmamalı. Gözünün önünde gözyaşları aksa senin
yanağına değecek bir kadın var, sana deli aşık ve sen hala “operasyon” de. “Operasyonun
selameti için kendini toplaman lazım” de. “Gözlerindeki ormanı bulutlar sarar”
demesi bile romantik gelmedi o dakika. Hah Elif de böyle postayı koyar: “Benim
artık kimsem yok ama madem bunlar başıma geldi bir şekilde üstesinden gelicem.
Aynı eskiden yaptığım gibi tek başıma ayakta duracağım!”
İnsanlar aynı rüyayı paylaşabilir ama aynı
kabusu aynı şekilde yaşayamazlar. Çünkü herkesin korkuları, hayatındaki zayıf
halkaları farklıdır. Elif bu kâbusun içinde kendini bulurken, bu zamana kadar
sevdiklerine sırtını yaslamışken birden yere çakılmanın verdiği acı ile yüzleşip
giderek güçleniyor. Bu sefer Ömer dâhil kimseye sırtını yaslamamakta kararlı.
Bu kararlı duruş hali de canını en çok yakan Ömer’in aşkında vücut buluyor. Ömer’i,
onun istediği gibi hayatında bir mesafede tutmaya başladı bile. Bunu en iyi
kahvaltı sahnesinde Ömer Elif’e yine hocalık taslar iken Elif’in tavrını
koyması “Biz zaten gerçekten ayrıldık komiser” demesinden gördük.
Bu ayrılığın gerçekten olduğunu ise Ömer
yavaş yavaş anlıyor ve bundan Bahar’ın “ayrılmışsınız” lafı bu kadar kötü
etkiledi. Elif’in hep orada olmayacağını anlayan Ömer, hangi bahanelerin altına
sığınacağını şaşırdı. “Metin geri gelirse diye geceyi burada geçireyim” “Pelin
ve Arda’ya ayıp olmasın istiyorsan burada kal.”
Bütün olayları hislerini dinleyerek
çözmüş adamın, insanların en fazla hislerine başvurdukları konuda hislerinin
dinlememesi. Çünkü Ömer her ne kadar Sibel’de bir darbe yemiş olsa da hala
kutsal bağlarla sarılı: kutsal aile birliği, kutsal arkadaşlık, kutsal mesleği.
Belki de Ömer’in zayıf halkası da inancı.
Bu bölümde de gördük ki Elif’in çevresi
hep çürüklerle örülürken, Ömer’in etrafı (görünürde de olsa) meleklerle
çevrili. Şebnem kızım saf mısın sen? Nasıl da güzel anlattın.
Sanırım dizideki herkes Tayyar’a âşık, adamın
bir aurası var. Gözlerini bellertip bakınca Jedi mind trick mi yapıyor acaba?
Tayyar! Her defasında yanına ünlemi hak
eden karakter. Çok güzel bir karakter oldu bu Tayyar. Tayyar bildiğin psikopat
ama hayvansever.
Pınar’ın bebeği Tayyar’dan ise
söylüyorum :Tayyar dünyayı ele geçirir. Adamın kötülüğü genlerle taşınıyor.
Bakınız Metin. Ancak yine de en başından beri elmasların kimde olduğunu bilen
Tayyar’ın Elif’in üzerinden bu kadar baskı kurması bence senaryonun zayıf
halkası. Tayyar’ın Elif takıntısı mı var? Yoksa aslında Elif de mi Tayyar’dan?
Tayyar’ın gayrı meşru doğan çocuklarına yaptıklarını görüyoruz. Adamın çocuk
terbiyesinden anladığı, durup durup acı çektirmek, cezalandırmak. O zaman Elif
ile uğraşması normal geliyor.
Bahar’ın ağzından Tayyar’ın geçmişine
dair bir şeyler duysak da sanırım Tayyar’ın geçmişi şuan geldiği noktayı
anlamamıza bir ipucu. Güce uzak ezilmiş bir insanın, gücü ele geçirince
yapabileceklerine şahit oluyoruz. Bir güvercinken nasıl şahin olunur? Tabi ki
kamufle olmayı öğrenerek başlarsın işe. Şahin gibi kuytularda dolanırsın, sanki
ortalık güllük gülistanlıkmış gibi güvercinlerin güvenle yemlenmesine izin
verirsin. Tıp ki Tayyar’ın yardıma muhtaç öğrencileri burs vaadi ile kendine
bağlaması gibi. Sonra avına odaklanır ve ensesinden yakalarsın. Kedi
besleyenler bilir, bir kediyi ensesinden tutarsan artık onun hareketlerini
kontrol edersin. O saatten sonra ne çıkan tırnaklardan kork ne de
tıslamalardan. Tayyar da şuanda etrafındaki insanları ensesinden yakalamış
durumda o nedenle Hüseyin’in tıslamalarından korkmadı. Şuan için tek tehlike
Ömer çünkü henüz onu kuytulara çekebilmiş değil.
Yalnız Bahar deli intikam planları
kuruyor. Ömer’e yanaşmaya başlaması hiç iyi olmadı hiç (iç ses Ömer yerine
Engin diyor ama sen aldırma!).
Öte yandan en büyük melek de Ömer’in
annesi. Pelin ve Arda ortaklığı ile Ömer ve Elif’i yan yana getirmeyi başardı.
Burada da önce Arda Ömer’e ayna oldu ve Ömer her daim Elif’in yanında olma
isteğini yüksek sesle duydu: “Sen Elif’in yörüngesine girmişsin bile” derken
Arda.
Ben git kızla konuş dedim dudaklarına yapış mı dedim? Şu bir gerçek, eğer iki kişi birbirine
bu kadar çok “arkadaşım” diyorsa aşkım diyemediği içindir. Ömer de Arda’ya bir
ayna oldu ve Pelin konusunda harekete geçmeye teşvik etti Arda’yı. Kendisi Elif
konusunda milim oynamazken. Arda’nın Pelin’e yaptığını birkaç bölüme kalmaz
Ömer Elif’e yapar diyen kaç kişiyiz?
Özetle dizide herkes kendince bir plan
kuruyor: Bahar’ın intikam planı, Hüseyin’in yırtma planı, Ömer’in katili bulma
planı, Metin’in Tayyar’dan kurtulma planı, Elif’in ayakları üstünde durma
planı, Tayyar’ın Elif’i ve ailesini sıkıştırma planı,… Umarım bunlar ilerleyen
bölümlerde arap saçına dönmez ve ipin ucunu bulayım derken Lost vari bir sonla karşılaşmayız.
Bütün bunları bir kenara bırakırsak
bence dizinin en güzel yanı gördüğümüz her şeyin arkasına bir “ama” sokması ve
görünen ile olan arasındakileri sorgulamaya itmesi. Aile denen kurumun da
bundan payını alıyor ve halı altına süpürülen onca şey olmasa aile hakikaten bu
kadar kutsal kalabilir miydi? sorusu ile karşılaşıp duruyoruz. Bunu yaparken de
karakterleri en ince yerlerden sınamaya tabi tutuyor: Ömer aşkı ve işi
arasında, Elif aşkı ve kabusu arasında, Nilüfer aşkı ve ailesi arasında,
Hüseyin geçmişi ve aileleri arasında, … Bu sınama ile bize tekrar tekrar
sorulan ise şu: Yaşadığımız hayatın ne kadarı bize ait, biz yönlendirebiliyoruz?
Seçenekler bize ait değilse seçimler bizim olabilir mi?