Cehennem boş ve bütün şeytanlar burada…
Kabuklu yemiş atmayınız!
Böyle diyor Shakespeare, "Fırtına" isimli oyununda… Shakespeare aşığı bir insan olarak, bu sözün tüm o mükemmel soneler ve oyunlar içinde beni en çok etkileyenlerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yaratılışa, ödül-ceza mekanizmasının bulunduğumuz dünya dışındaki ütopik bir yerde, kul yapımı olmayan yasalarla icra edileceğine inansak da, haksızlık ya da kötülük karşısında hangimiz kendimizi böyle düşünmekten alıkoyabiliyoruz ki? Ruhunda düşünmek, muhakeme etmek ve irade kullanmak gibi tanrısal özellikleri taşıyan insanoğlu, tabi ki cennet/cehennem ayrımına fani hayatta da varacak ve kimi zaman ilahi adaletin tecelli etmesini beklemeden kendi cezasını kendisi kesecek…
 
Bu sözle bağdaştırdığımdan mıdır bilinmez, bölümde beni en çok etkileyen sahne, Alparslan’ın Özlem’in mezarı başında, "bekle beni", dediği sahne oldu. Alparslan’dan sanırım ki böyle bir vazgeçmişlik, bu kadar derin bir aşk beklemediğimden oldukça sarsıldım. Birkaç sahne önce, Sibiryalı’nın kaplan tarafından parçalanışını gözünü kırpmadan izleyen Alparslan’ın saf bir intikam duygusunun elinde olduğunu düşünürken, mezarlık sahnesiyle Alparslan boyutlandı gözümde…Neden mi?
 
 
Ey aşk boynumdaki yağlı urgan mısın?
 
Silahların gölgesinde yaşanan, geçmişten gelen kurallarla çevrelenmiş bir aşk… Öyle bir aşk ki, “aşk”ın aşk üstündeki söz hakkı düşmanlıktan, rekabetten, nefretten, kesilen raconlardan, hatta ticaretten bile daha az. İçinde yaşadıkları incecik kristalden yapılma küreleri tuzla buz olunca, Alparslan ve Özlem hızla gerçekliğin acımasız kucağına düşmüşlerdi anımsarsınız. Patlayan kristal kürenin camları Özlem’in yüreğini delik deşik etmiş; Alparslan ise genlerinden ya da belki de masküleniteden kaynaklanan bir duruşla, “Yeldeğirmen”lerine karşı Don Kişotvari bir savaşa girişmişti. Biz Alparslan’ın o süre içinde hızla dönüştüğüne, gerçeğin acımasız orağının aşkını kesip attığına inanmayı tercih etmiştik. Gelin görün ki, Alparslan bizi fena yanılttı.
 
Sibiryalı’nın kaplan tarafından parçalanışını sadece intikama susayanların gözlerine inen, kan dışında hiçbir şeyden tatmin olmayan o uğursuz perdeden izleyen Alparslan, Özlem’in mezarı başında dururken sevdiğiyle başka bir alemde birlikte olabileceğine inanan naif bir aşıktı sadece… Öyle bir aşıktı ki, sevdiği huzurla uyuyabilsin, şeytanlar onları rahatsız edemesin diye tüm şeytanlarla burada hesaplaşmayı seçmişti. Yeniden birlikte olacakları yerin huzurunu korumak için, Alparslan’ın dünyadaki tüm şeytanlarla gözünü kırpmadan savaşacağına inandık o sahnede…
 
Geçtiğimiz bölüm, İlker’in Sibiryalı’nın planını Hızır’a uçurmasını pek naif bulmuş, dertlenmiştim. Hikaye İlker konusunda beni ters köşe etse de, Sibiryalı konusundaki görüşlerimi değiştirmedi. Sibiryalı kadar pasif, kolay düşürülen bir adamın devletin kasası olma durumunu gri hücrelerim hala reddediyor. Düşman matruşka bebekleri gibi iç içe gizlenmiş bir yapıdan oluşuyor. Görünen her adam, gerisinde daha da tehlikeli başka bir adamı gizliyor. Sibiryalı’dan kurtulduğumuza göre, yeni düşmanımız belli ki Viktor…


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER