Bir dizi değil mi? Netice de kurmaca olduğunu bal gibi
biliyorsunuz. Dizi bitince kanalı da değiştirirsiniz ya da ne bileyim biten
kahvenizi tazelersiniz. Hayat normal seyrinde devam eder. Neticede dünya
yeterince kötü bir yer. Endişe duyup, dert edinmen gereken onlarca neden var.
Üstelik kurgu olduğunu bildiğin bir şeyden bu kadar etkilenmen çok “saçma”
olur. Bu gece öyle olmadı işte. Ben izlediğim şeyin bir dizi olduğunu unutacak
kadar çok etkilendim. Hani böyle hasta olmadan önce yutkunurken canınız acır,
boğazınız yumru yumru olur ya.. Heeh, işte onun gibi oldum. Daha
önce de dediğim gibi hayat gibisin Poyraz Karayel. İçime nasıl işlediğini,
hatta işlemeyi geçtim bir şeyleri alıp götürdüğünü dilim döndüğünce anlatmaya
çalışacağım.
Eğer bölümden sonra acılar içinde ve yalnız kalmış
hissettiyseniz, hani sanki sırtınızda böyle ince ince bir sızı arada sizi
yokluyorsa, “Bu zorba yalan dünya ağla be” diyerek, inceden bir efkarlandıysanız, şarkı eşliğinde
yaşamınızı sorguluyorsanız, yalnız değilsiniz! Ha bir de çivi çiviyi söker mantığı ile bu yazıyı okuyacaksanız... Gelin yapmışken tam yapalım. Açın siz en
iyisi “Ağla Sevdam”. Dinleye dinleye okuyun, ben yazarken öyle yaptım. Açalım
son ses, haydi başlıyorum.
Poyraz Karayel tarihi boyunca babaları ve onların suçlarının
cezalarını çeken evlatlarını izledik. Sinan- Poyraz başta olmak üzere
Bahri-Ayşegül-Sadrettin üçgeninin içindeydik. İnanın, izlerken nasıl mümkün
olabilir diye düşünmekten kafayı sıyıracaktım. “Hangi baba, neler yaşamış
olabilir ve nasıl böyle davranabilir?” Hangi haklı gerekçe evladının
çığlıklarına kulak tıkamasını meşru kılabilirdi ki? Adil Topal’ı izlerken midem
bulandı. “ Ne yaşadın, senin vicdanın nerede be adam” diye diye en sonunda
televizyonun içine girmek istedim.
Ezel izleyenler hatırlayacaktır, Temmuz
izlediğim en merhametsiz, en kötü adamdı. Ta ki Adil Topal’a kadar. Adil’i bu
kadar kötü yapabilmek nasıl bir kafa? O kafanın içine girip dünyaya o şekilde
bakmak isterdim. Fragmanı izlediğim zaman kendi kendime Adil’in sorununu buldum
demiştim. Bu adam sürekli aşktan bir zaaf olarak bahsediyordu. Bunu acı bir
şekilde deneyimlemiş olmalıydı. Aksi takdirde bu kadar bariz kötü olması
şaşırtırdı. Ancak Adil zaafının üstesinden gelebilmiş. Sevdiği kadını kendi
elleri ile boğabilecek kadar hem de! Ve korkuyorum. Adil’i bu kadar acımasız ve
kin dolu yapan kişinin Bahri Baba olmasından korkuyorum. Bir gün Adil’e hak
verebilme ihtimalinden korkuyorum.

Manyaklığı acilen bırakman lazım by doktor
Burçin Terzioğlu... Öncelikle edebileceğim en büyük teşekkür
sana gelsin. İzlerken az çok kapılıyoruz ama kapılmak değildi bu. Karşı
koyamadığım bir şekilde içine aldın beni. O küçücük "pıhtı"nın seni anne yaptığını daha iyi nasıl hissedebilirdim,
bilmiyorum. Ayşegül’ün monoloğunu izlerken “Vay be” deyip, Adil Topal’a nefret
dolu sözcükler söylemek dışında başka bir şey gelmiyor elinizden. Tabii bir de ekrana mıh gibi çakılma durumu
oluyor. İşte tam da o an aklınızdan şimşek hızı ile bir soru geçiveriyor. Tamam
Bahri gibi babamız, Poyraz gibi sevgilimiz yok ama çok ütopik olsa da “Ben ne
yapardım?” diyorsunuz. Ve bütün kapılar –en azından bendekiler- Ayşegül ile
aynı yöne doğru açılıyor.
Ayşegül bir çıkmaz kördüğümün içinde. Bir yanda
Poyraz diğer yanda daha önce hiç tatmadığı annelik duygusu. Faydalar faydasız,
imkanlar imkansız kalıyor kısacası. Konuşması sırasında babasına olan
hayranlığı, Poyraz’a olan aşkı daha güzel yaşattırılamazdı. Ben de çok istedim
Poyraz’ın bir yerlerden yine fırlayarak seni çekip almasını ya da senin bir
çılgınlık yaparak kendini kurtarmanı. Tamam anladık, içimize hançeri
sapladınız. Ama sonra “Uyuşturmadan yapın. Bu onla aramızdaki ilk ve son bağ”
demek biraz fazla olmadı mı? O cümleden sonra hançer içimizde bir tam tur attı.
Ve Ayşegül’ün son sahnede tepkisiz ölü gibi yatması, bu kez boğazda yutkunma
efekti, mevcut. Bundan sonrası için daha
da meraklıyım. Özellikle Ayşegül’ün yaşadıklarına nasıl tepkiler vereceğini
merak içinde bekliyorum.

Beddua is loadindg...
İlker Kaleli’ye gelirsek. Diğer performanslarını da takip
etmiş biri olarak söylüyorum ki, bence hayatının rolünü oynuyor. Pardon oynuyor
demişim yaşıyor. Sanki Poyraz onun içinden bir parça gibi hissediyorum
izlerken. Poyraz’ı karşısına alıp bu kadar onu içselleştirmesi insana izlerken
nasıl zevk veriyor anlatamam. "Sevgili
deli kardeşlerim” tiradı ve evlere şenlik evlenme teklifinden sonra bu bölüm de
bir kez daha hayran kaldım. Aksi de pek mümkün gibi görünmüyor zaten. Poyraz’ın
asla mutlu bir adam olacağına inanmıyorum. Çok sadistçe gelecek belki ama bunca
acıdan sonra Ayşegül ile pembe panjurlu evlerinde yaşamaları tam bir hayal
kırıklığı olur benim için. Neden mi?
Çünkü bu yaşadıklarından sonra bir insan
normal kalamaz. “Sen mutsuzluğun diyetini fazlası ile ödedin, hadi birazcık
mutluluk” diyemezsiniz, Poyraz gibi adamlara. Bu noktadan sonra Poyraz’ın
içindeki merhamet duygusunun azalmasını bekliyorum. Yaşadığı acının etkilerini
net bir şekilde görmemiz lazım. Ayşegül ilişkisine gelirsek, artık bambaşka bir
boyuta taşındı. İkisinin de eşit olarak paylaştığı büyük bir acıları var. Çok tramvatik bir
şekilde yaşadılar hem de bu acıyı. Hikayenin ilerlemesi için Junior Karayel’in
başına bir haller geleceğini az çok tahmin ediyorduk. Dürüst olun. Ne bekliyordunuz? Ayşegül’ün
Bahri Baba’ya haber vererek bir plan yapmasını mı? Bahri Baba’nın son anda
yetişip herkesi kurtarmasını mı? İşte tüm bu klişelerin dışında kalması nedeni
ile Poyraz Karayel sıradan bir Türk dizi değil. Ancak hiç birimiz bu denlisinin
mümkün olabileceğini düşünmemiştik. Ancak bundan sonra Poyraz’ın Adil’e neler
yapacağını düşünmek bile beynimi acıtıyor.
Yazdıkça yazasım geliyor son sahneyi. Ayşegül’ün yürüyüşünü,
konuşmasını, tek kelime etmeden/edemeden o masayı yatışını. Ancak onun dışında
iki sahne de var ki harcanmasına şu gönlüm izin vermez.
Sadrettin- İpek yüzleşmesi. Sadrettin ‘ini ne kadar sevdiğimi
ve mutlu olmasını istediğimi her hafta itina ile yazıyorum. İpek’e olan aşkını
bize hissettirecek daha güzel bir sahne olamazdı. Net! Silahı dayaması ve
sonrasında gelen öpücük. Hatta azıcık çılgın atıyorum belki ama o tetiği çekse
kelimenin tam anlamı ile EFSANE olacaktı. Bu dizide kesinlikle mutlu son
istemiyorum ancak birileri için bir şeyler yoluna girecekse oyum deli fişek
Sado’dan yana.
Ve Zülfikar.. Kararsızlık zirvelerinde koşarken kendine
yakışan manevrayı yaptı. Hem Meltem hem de Çiğdem’e aynı konuşmaları yapması
çok hoş hareketti. İşte böyledir çok sevgili Poyraz Karayelci, bazı Meltem
kişileri “Sen mutlu ol yeter” der, bazı Çiğdemler ise “O’nunla mutlu olamazdın
zaten” der. Ancak Zülfikar’ın Meltem’i seviyorum dediği, o inanılmaz sahnede
derin bir oh çektim. Meltem’i tercih etmiş olmasının tüm yurtta sevinç ile
karşılandığını düşünüyorum. Umarım hemen sonrasındaki tepkileri pişman olduğunun göstergesi değildir. Aralara
birer tutam mutluluk serpiştirmek fena olmaz, he dedem?
Yeni yeni icatlar çıkardım başımıza. “Demezsem çatlarım”
başlığı altında içimdekileri de usulca şuraya bırakıyorum, buyursunlar.
● Son sahnede müziğin ritmi, ışık, tavandaki avize
her Şey kusursuzdu. Tek kelime mükemmeldi.
● Duygusal yoğunluk nedeni ile kaçırdım mı tam
emin olamıyorum bilgi sahibi biri aydınlatırsa sevineceğim. Bu bebek alındı
tamam ama Ayşegül ve Poyraz hala sağlıklı iki birey değil mi? Enin de sonunda
tekrar bir bebekleri olabilir. Bu olayın amacı tarifsiz bir acı bırak mı yoksa
Ayşegül’ün anne olma şansı tamamen bitti mi?
● Sinan the Karayel.. Sinan’a akıllı bıdık diye
boşuna demiyoruz. Bu bölüm tam bir “Babasının oğlu” idi. İnsan bu çocuk
karşısında nasıl rol yapabilir, diye düşünmeden edemiyoruz, efenim.
● Sevmiyorum. Despina’yı sevmiyorum. Saçma ve
yersiz merhameti yüzünden o itici adam yaşıyor. Bahri Baba’nın da merhameti
edeceği tuttu herhalde. Bu bölüm o kötü adamı ve sırıtışını izledikçe (adını
duyduk mu onun) Despina’ya da kızdım.
● Sema yine Sherlock gibi kadınsın vesselam. Selçuk-
ipek- Songül üçgenini de çözdü sayılır. Sema,
racon kesmenin yakıştığı güzide kadınlardan biri. Ancak sanki her an bir
şeyler unutacakmış ve bu çok önemli bir şey olacak diye korkuyorum.
● Sinan- Meltem karşılaşması için daha farklı daha
özel bir şeyler bekliyordum. “Kahraman Hala” beni pek tatmin etmedi. Umarım,
bundan sonrası için daha derin bir ilişki görürüz.
● Taş Kafa’ya laf yok. Ben de kuzu için epey
paniklemiş haldeyim. O işi de bir neticelendirsek diyorum hani fena olmaz.
Sana çaresizliğin secreenshot'ını aldım Abidin.
Ayrıcaaa;
Poyraz Karayel’de söylenen cümleleri alın, evirin çevirin,
duvarına, alnına falan yapıştırası geliyor insanın. Bu bölümde aşırı dozda
“Unutulmaz Poyraz Karayel replikleri”
aldık bünyeye. Eser miktarda olanını da şu köşeye bırakıyorum. (Bu
sırada, şarkıyı başa sarabilirsiniz.)
“Mutlu olmak istesek, aşık olmazdık ki!”
“Poyraz Karayel’i herkes bildi ama kimse tanımadı.”
“Acılar, mutluluğun sadakasıdır.”
“Nefes aldığım her an sanki başka bir felakete
sürükleniyorum.”
“Yaşamak, bir ağrı gibi girdi bedenime. Çıkmak bilmiyor.”
“İnsan dediğin bir parça et ve bolca endişeden oluşur.”
“Yaptığımız her seçim yanlış. Doğru diye bir şey yok şu hayatta.”
Son söz, geçtiğimiz iki haftaya ve yazdıklarıma bakıyorum
hep bir sonraki bölüm için “En iyisi idi.” demişim. İşte ben böyle dedikçe
yazan senarist yazıyor, oyuncular oynuyor, yönetmen çekiyormuş meğerse. Bugüne
kadar ki bütün bölümleri sildim hafızamdan, sırf Ayşegül’ün gidiş sahnesi,
monoloğu, Poyraz’ın haykırışları ve
yerine cuk diye oturan mükemmel “Ağla Sevdam” şarkısı kalsın istiyorum
belleğimde. Bu sözü daha kaç kez söyleyeceğim bilmiyorum ama şu ana kadar ki en
, en, en, en iyi Poyraz Karayel finali idi. Daha fazlasında da gözüm yok, zaten
arabesk kültürü içinde boğulan güzide memleketimizde Poyraz Karayel isyanı çıkartmaya lüzum yok. Bu kadarı kafi.
Ve benim tuhaf bir
inancım var. Bunca kötülüğe rağmen dünyanın bazı insanların hatırına döndüğüne
inanıyorum. İyi ve iyi işler yapan insanların. Ve benim için en saygıdeğer
insan işini tutku ile yapan insanlar. Poyraz’ın Ayşegül’e olan zaafı gibi benim
de onlara zaafım var. Ve bu kez de başta
Burçin Terzioğlu ve İlker Kaleli olmak üzere, yazan, çeken en ufak emeği olan
herkesin hatırına bir tur atacak dünya. İşini iyi yapan insanların hatırına.
İyi kisiniz!