Afaki konuşmaların İstanbul elçisi sevgili Defne Topal, her
zamanki gibi bizi yanıltmasını deli gibi arzulasak da yine kendi bildiğini
okudu. Ömer’e sırtındaki kamburu anlatmalı mıydı? Belki evet, belki hayır. Ancak hiçbir gerekçe göstermeden “Beni bekle. Geleceğim bir gün, kapını çalacağım.”
demeye hakkı var mıydı? Kusura bakmayın ama işte ona kesinlikle kocaman bir
hayır.
Karşısında ülkenin en tatlış, en cool, en pamuk ve daha
bunun gibi bir sürü “en”ini bünyesinde barındıran yüzyılın en güzel patronu Ömer
İplikçi olması değil tabii ki de mevzu bahis olan. Mevzu; kim olursak olalım,
karşımızdaki her kim olursa olsun, kimsenin umutlarının ucuna ağır sözler
bağlayarak böyle belirsizliklerle dolu bir denize atıp sonra da “bekle”
diyemeyecek oluşumuz.
Yine de “diyemezdi, edemezdi” diye ahkam kesmek de en az “bekle”
demek kadar kolay tabii. Sevdiğiniz adam gözlerinizin ta içine “Ver bana elini,
çekip çıkarayım seni bataklığından.. Öyle ıslak ıslak da bakma, dayanamam.
Görmüyor musun seni ne çok sevdiğimi, senin için her gün ölüp ölüp dirildiğimi?”
der gibi bakıp ruhunuzu okumaya çalışır, bir de üstüne gözyaşınızdan öpüp
koklarken, varın siz söyleyin “Seni kendime aşık edip bir güzel nikahı
bastırayım sonra da buralardan çekip gideyim diye yengen parayla tuttu.” diye. N’oldu,
acıttı değil mi?
Velhasılıkelam birkaç kusurlu hareketi dışında gördüğünüz ve
bildiğiniz üzere yine Defne’ye kızamamalara doyamadım. Kendisi Ömer’e koşarken
eteklerinden tutup onu geri çeken karnındaki sır topunun dikenlerinden kurtulmayı
ve “Aç kapıyı Ömergan başı ben geldim!” diyebilmeyi ne kadar çok istiyorsa; ben de en az Defne kadar çok istiyorum bunu. Neriman’ın oyunu veya değil, Ömer
o gün Defne’yi Sezen’den kurtulmak için öpmemiş olsaydı bugün burada bu
arabanın içinde bu konuşmayı yapıyor olabilirler miydi? Neticede, yaşamı
boyunca herkes ‘birini’ bulurmuş ama ‘birbirini’ bulmak çok az insana nasip
olurmuş. Size birbirinizi bulmalar yakışır hayatım, mmhıhıhı!
Uff azıcık Koray gibi gülüp neşeleneyim dedim ama olmadı.
Ömer’in arabadaki surat ifadesi gözümün önüne geldikçe içim şey oluyor. Defne’nin
“ona bütün güzel şeyleri beraberinde getiren derdi”ni bir türlü anlatamıyor oluşu
beni hep ona üzülmeye itiyordu ve açıkçası Ömer çok da enterese etmiyordu bu
konuda beni. Erkek adam yani sonuçta, sever sever unutur gibi geliyordu ama ne
bileyim pek bir çaresiz kaldı o da. İçi gidiyor da “Dur içim, nereye gidiyorsun?”
diyemiyor…
“Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin”*
Dur gitme, daha karpuz keseceedik
Yasemin cephesi maaşallah, Dallas’ı aratmıyor. Nerede o
kendinden emin, attığı adımı, bastığı yeri sağlam olan Yasemin; nerede şimdiki
Yasemin? Tenis maçı izler gibi izliyorum kendisini. Bir an İsmail’in yanında
öteki an Sinan’ın. Ay yani cidden Aşk-ı Memnu benzetmesi yaparken haksız
mıymışım sevgili Kiralık Aşk ailesi? İsmail=Adnan Bey, Sinan=Behlül, Yasemin=Bihter.
Ha bir de saplantılı aşık Nihal’imiz var çok şükür= Sude!
Sude ve Eymen oldu, hatta çok güzel oldu da ne bileyim bir
şeyler itici yaptı bu ilişkiyi. Sude’nin sürekli Sinan diye sayıklaması ya da
Eymen’in rol kabiliyetinin eksilerde olması olabilir mesela bilemiyorum. Sude
artık bir idrak etse Sinansız hayatın daha güzel olduğunu, çok şeker olacak.
"Dünyanın en iyi erkeği" ve "Sinan", aynı cümlede hiç uygun düşmediler kusura
bakmayın. “Gönül kimi severse aşk onda güzeldir.” deyiminin cılkını çıkartmadan sakin
sakin Eymen’e meyillensen sevgili Sude, tadınızdan yenmeyeceksiniz!
İz desen gittikçe Sudeleşmeye, efendime söyleyeyim önüne
gelen herkese sürekli geçmişte yaşadığı o büyük aşkı anlatıp duran ortamlardaki ezik kız
gibi olmaya başladı. Tutturdu bir “Biz İz’le Ömer’iz de, bla da bla” öf yani,
ÖF! Bir dövme muhabbeti bir de bu, baydı da baydı yani. Değilmişsiniz işte
demek ki. Yani bazı ilişkilere aşk fazla gelirmiş sizinki de o hesap sevgili
İz, şansımızı fazla zorlamasak mı? Söz bak, biz sana bulacağız hayırlısından
bir kısmet. Azıcık bekle şu Defne ile Ömer’i bir evlendirelim sağ salim, sıra
sana da gelecek!
Bakın hocaaanım bu kız hiç ders çalışmıyor!
Necmi Amca, yahu sana n'oldu? Nerede o eski minnoş Necmi?
Sen gene eskisi gibi çıkıp orada burada çapkınlık yapsana, hiç iyi gelmedi bu
ofis hayatı sana. Ömer’in kötü bir kopyası gibi oldun. Gidip Yasemin’e “Al bak
bu Sude’nin eti, bu da kemiği” triplerine girmen falan, sanırsın veli toplantısı
yapıyorlar. Sürekli bir gerginlik, bir atar gider. Necmi İplikçi’yi ruh ve
sinir hastalıklarından bekliyorlarmış, öyle diyolla!
Gel gelelim büyük Hulusoş Bey buluşmasına. Defne’nin Hulusi
Dede ile yalnız kalıp ne konuşacağını açıkçası ben çok merak ettim. Neriman’ı
falan şikayet edecek herhalde. Biz Ömer öğrenecek mi derken bak sen şu Allah’ın
işine, önce Hulusi Dede öğrenecek oyunu bu gidişle. Bu durumda Neriman’a ne yapar
kestirmek güç, köşkü anca rüyasında görür artık Bayan İplikçi…
Bu buluşma ile birlikte Sude ve Necmi arasındaki saçma kavga
biter diye ümit ediyordum ancak daha miadı dolmadı zahir, sakız gibi uzadıkça
uzuyor. Sude’yi de anlayamıyorum. Pamuk gibi babası var daha ne istiyor, Allah’tan
ben bilemedim. Yani tamam sonuçta Necmi onun babası, kötü durumdayken insan
ebeveyni yanında dursun ister, durmayınca da içerler ama ne kindarmış anacım
deve gibi bir affedemedi gitti. Sude’nin sorunu bu aslında, affetmeyi bilmiyor.
Birisi ona kötü bir şey yapınca o daha da kötüsünü yapana kadar -bu kişi babası
da olsa- dur durak bilmiyor. İnşallah İsmail’in Yasemin’i değiştirdiği gibi
Eymen de Sude’yi değiştirir, temennim bu.
Aman Necmi Bey ağzımızın tadı bozulmasın!
Sonlara doğru Koray ve Neriman vesilesiyle tempo kazanmaya
başlayan bölümün en çok güldüğüm yerleri o son birkaç sahneydi sanırım. Koray saçmalamada
ve güldürmede her bölüm kendi rekorunu kırıyor, sağ olsun. Defne ve Ömer’i
kilitlemesi iyi hoş oldu da Yasemin ve Sinan’ı bilemeyeceğim, bina yanmazsa
iyidir.
Sadakat bu ilişkinin (İso-Yaso) güneşiydi, ihanet bulutuyla
gölgelendi. Tutku ve aşk, sadakati esir aldı. Aşkı arayan bir aşk hikayesi:
Yasemin-i Memnu, her cuma Star’da...
"Romantizmin içine nasıl edilir?" de bu hafta...
İyi hoş dedim de bakmayın hiç iyi olmadı aslında Defne ve
Ömer’in orada kilitli kalması. Minik minik itiraf showlar oldu ama sonu
yaralayıcı bitti. “Defol”u hak etmedi mesela Ömer. Gerçi çok da oralı olmadı ama
onun yerine ben kırıldım ne yalan söyleyeyim. Sakince oturup bir dinlesen Defne,
mantıksız konuşmuyor aslında Ömer. İlişkinizde galip ya da mağlup aradığım yok
tabii ama bu çerçeveden bakınca hep “kaybeden” olman da çok garip değil sanki.
İkinizin de öyle abartılacak bir sabıkası yok ama o kadar çok sustunuz ki
birbirinize eh alın buyurun patlama kaçınılmaz oldu.
Ömer de nihayet “olan budur, şeklim şudur” deyip köşesine
çekilmeyecek artık. Aslında ne kadar acı bir durum ya. Birini seviyorsun, sana
daha önce hissetmediğin şeyleri hissettiriyor ama bir türlü kavuşamıyorsun.
Nedenlerini arayınca da kapı duvar, hiçbir şey öğrenemiyorsun. Ya artık Defne’ye
nefret duymaktan korkmuyor yıldı, ya da artık nefret etmek için çok geç kaldı çıra gibi yanıyor.
E bu saatten sonra da sana artık affetmeler yakışır boncuk gözlü Ömüş’üm!
Haftaya görüşmek üzere, kendinize iyi bakın…
*Cemal Süreya-Aşk
NOT: Sevgili Barış Arduç'a çok geçmiş olsun. Bir an önce sağlığına kavuşur inşallah, kucak dolusu sevgiler...