Kendimi bildim bileli kışı hiç sevemedim. Sevmedim
değil, sevemedim. Yani epey denedim ama oldukça zarar ve ziyan neticesinde
mağlup çıktım. Şimdi yine kışın ortasında kanepeye yayılarak ekranı
seyrediyorum. Mevsimler ayları, aylar ise günleri rendelerken evin zemininde
döşeli parkeleri sayıyorum. Sonra çıkıp güvercinleri yemliyorum, suyun donmamasına
dikkat etmek gerek. Kışın ne yapılır ki başka? Belki en fazla elmalı turta.
Peki karlar altına gömülen mutluluğumuzu geri getirebilir mi? Şimdilik mümkün
görünmüyor.
Dizi seyri kışın yapılacaklar listesinde zirveyi
kapmış durumda. Zira dalak donduran soğuklar, uçsuz bucaksız hava tahminleri ve
televizyonun karşı konulamaz gücü bunu başarıyla sağlıyor. Fakat itiraf
etmeliyim, ben çok sıkıldım. Güneşin Kızları bu hafta beni durgunluğuyla yordu.
Başlangıçta her bölüme kaosun tillahını gömen bir dizi olunca, işler iki kere
zor. Çünkü biliyorum ki süreler kısalmış olsaydı bizim sıkılmamıza da daha epey
vaktimiz olacaktı. Hatta belki de o tatsız an hiç gelmeyecekti. Neylersin ki
çember daralmakta...
Yeşilçam kareleri kadar güzel...
Şimdi her şeyi ufaktan toparlayalım. Haluk'un bir
oğlu var, ama aslında onun oğlu değil. Güneş'in üç kızı var, ama ikizlerin
babası sandığı kişi değil. Haluk Ali'nin hem üvey babası hem de kayınbabası.
Savaş Nazlı'nın hem sevgilisi hem de üvey kuzeni. Rana Nazlı'nın hem halası hem
de bi' yerde kaynanası. Sanırım tansiyonum düşüyor. Bu listeyi sabaha kadar
sürdürebilme ihtimalim beni ürkütüyor. Böylesi karmaşık ilişkiler labirentinde
çıkışı bulmak epey zor. Fakat işin içine bir de yavaşlama dahil olunca sıkıntı
büyüyor.
Güneşin Kızları'nın 29. bölüm finalinde
yaşananlardan sonra Zafer'in teneşiri boylayacağı gün gibi açık ve netti. Buna
rağmen bütün bölümü ''Nasıl?'' sorusu ve flashbacklerle geçirdik. Güneş'in
yaşadığı travmanın dallanıp budaklanmasını tercih ederdim. Çünkü naif görünümüne
karşın güçlü bir kadın olsa da, bir adam öldürdü. Tuvaletteki çığlıklarının
daha öncesinde kendini ele verecek hatalar yapması ilgiyi daha sıcak
tutabilirdi. Haluk onun peşinde sürüklenirken bizde de gençlerle ilgili bir
''Acaba?'' hissi oluşurdu.