Diziyi en başından beri Defne'nin teyzesi, Ömer'in halası modunda izleyen, ikisini de anlayışla karşılayan biri olarak yazıyorum bu satırları. Zira bölüm başladığı andan itibaren önce midemde tepişen sonra da geçip kalbimin üstüne oturarak düş bahçemdeki tüm çiçeklerimi, çimenlerimi ezen filler susmuyor bir türlü. Dolayısıyla baştan belirteyim bu yazı bir "anlatım" değil aksine bir anlama çabası, bir beyin fırtınası, bir ihtimaller silsilesidir.
Ateşli hastalık geçiriyormuşum da içtiğim ilaçların etkisiyle karmakarışık kabuslar görmüşüm gibi hissettim bölüm sonunda. Kafam öylesine karışıktı ki ne izlediğimi dahi hatırlayamıyordum. Yalnızca yüreğimde, dolu dolu nefes almamı engelleyen tortusu kalmıştı. Ve bir de kafamda neon ışıklarla yanıp sönen bir soru: "Neden?" Şu an senarist Meriç Acemi'nin yerinde olmayı hem çok isterdim, hem de istemezdim. İstemezdim çünkü bölümü izleyen herkes kulağını çınlatıyordur eminim. İsterdim çünkü sorularımın cevapları bir tek onda var. Neden böyle bir yola girdik? Defne'min zaten oynanan oyun yüzünden Ömer'e boynu eğikken bir de beli neden büküldü? Evet, hepimizin defoları, hatta kimi zaman Defo'lukları var, bazen göz göre göre önümüzdeki çukura düşebiliyoruz. Ama bizim bildiğimiz, tanıdığımız Defne bunu neden yapmıştı?
Acaba Meriç Acemi de Cemal Süreya gibi "Kişi kimi zaman çok sevmenin getirdiği yanlışlıklara da düşüyor." mu demek istedi? Zira Defne tek bir şeye odaklanmıştı; Ömer'in teklifine evet demek! Çünkü çok seviyordu, köpek gibi seviyordu, yanıyordu! Bu büyük sevgi, evlilik teklifine evet demek dışındaki her şeye gözlerini kör, kulaklarını sağır etti. Gözü sadece Ömer'i görmeyi, kulakları sadece kalp atışlarını duymayı istiyordu. Ve geçen bölüm çaldığı kapıların hiçbiri açılmayınca bölüm sonunda, kötülük yapmak, birilerinin canını acıtmak dışında her şeyi yapabilecek konuma gelmişti. Bu yüzden “piiiiiss” Deniz Tramba'nın, olaya yalnızca ticari açıdan bakması konusunda onu ikna etmesi, Defne'nin bu yanlışa düşmesi pek kolay oldu. Üstelik de Defne, onun nasıl sinsi, nasıl güvenilmez bir adam olduğunu tüm Passionis ile birlikte yaşayarak tecrübe etmişken.
Bu değil miydi yoksa sebep? Belki de karşılıklı olarak çiftimizin ne kadar esneyebileceğini, kırmızı çizgilerini ne kadar geçebileceğini test ediyoruzdur? Yalana tahammülü olmayan Ömer'in tahammül sınırlarını, şu dillerden düşmeyen meşhur prensiplerini aşkı uğruna ne kadar zorlayabileceğini göstermek istiyor olabilirler. Belki de Defne'nin aşkı uğruna neleri göze alabileceğini, bu yolla Defne'nin aşkının büyüklüğünü gösterecek hikaye bizlere. 14. bölümde Ömer için Ömer'den vazgeçme yürekliliğini gösteren kızın, şimdi de Ömer'le olabilmek için Ömer'e ihanet edebileceğini ispat etmek istediyse demek...
Defne'nin aşkı için mücadele ettiğini, çabaladığını, tırmaladığını görmek başından beri istediğimiz bir şeydi. Ömer'e ihanet ederken, kendi karakterine, kendi özüne de ihanet ederek bu aşk uğruna çamurlara bulanmayı seçti Defne. Sonunda "Eşkıya"nın Berfo'su gibi
"Aşkım için yaptım ulan!!" mı diyecek acaba? Evet, ihanet diye adlandırıyorum bunu çünkü Defne o çok zor inşa ettikleri güven hissine ihanet etti maalesef ve
"güven mutluluğun temelidir."**Üçüncü bir ihtimal; mutluluklarının temeline yerleştirilen bu dinamitin patlamasıyla yaşanacak sarsıntının bölümlerdir kurdukları tekinsiz dengeyi yıkarak yerine gerçek bir dengenin kurulacağı ortamı yaratma çabasında olmalarıdır. Bölümlerdir pek çok tümsekle karşılaştılar ve onları yok etmek yerine yok sayarak, üstlerinden atlayarak geçiştirdiler. Bunun başlangıcını ta 7. bölümdeki "şirket çatısı altında duygusal ilişkiler istemiyorum." konuşmasına kadar götürebiliriz. Ondan sonra takıldıkları engellerin nedenleri doğru dürüst sorgulanmadı. Defne'nin hediye kitabı Yasemin'e verişinden tutun da, dağ evindeki kaçışa; kahvaltı sofrasındaki telefon konuşmasının yanlış anlaşılmasından, Defne'nin para isteğine kadar...
Geçirdiği her sarsıntıdan sonra kopmak üzere olduğu yerden eğreti halde tutturulmuş bu ilişkide, eteklerdeki tüm taşların dökülmesi için gerçek ve kuvvetli bir sarsıntıya ihtiyaç duyulduğunu inkar edemeyiz. Aksi takdirde Ömer'in zihnindeki küçük "Neden??" kurtçukları her yeni olayda daha da artacak ve onu da bu ilişkiyi de içten içe kemirmeye devam edecek. Şimdi kurtları dökmenin vaktidir! Bunca yıkım, ortalığı kaplayan bu toz duman bir işe yarasın hiç değilse, konuşmayı, üstünü örterek değil de daha da deşerek, gerektiğinde o irini akıtarak mevzuları çözmeyi öğrensinler.
Her kırılmada denildiği gibi, Ömer yine haklı! Haklı olmaktan yorulmakta dahi haklı. Çünkü Defne'nin elini her tuttuğunda, kış güneşine aldanıp baharlarını açmış bir erik ağacı gibi soğuğu yiyerek çiçeklerini dökmek zorunda kaldı. Yeniden çiçeklenmesi için de artık Ömer'in hak vermesi değil Defne'nin o hakkı alması lazım! Kurulacak bu yeni dengenin sahici olabilmesi için "Defne haklı!" dememiz lazım. "O tekerlemedeki nara döner ayrılanların yüreği/kan kırmızısı dökülmüş/üstelik ömrü saçılmış."*** Ömer'in hayallerinin yaldızları dökülmüş, Defne saçılmış...
Dilerim tüm bu dökülüp saçılan, halıyı tezgahı lekeleyen nar tanelerini alıp aşurenin üzerinde servis ederler de biz de afiyetle yeriz. Gerçekten bir kabus gördüğüme inandırmak istiyorum kendimi ve kabus gördüm diye yeniden uykuya yatmaktan vazgeçmiyorum. Düş bahçemdeki çiçeklerin yeniden açmasını, kokularının ortalığa yayılmasını inatla bekliyorum. Ve beklemek çoğu zaman umutlu ve heyecanlı bir serüvendir.
*Cemal Süreya, On Üç Günün Mektupları
** Sezen Aksu, Düş Bahçeleri
*** Sevgi Yılmaz