Konu hakkında araştırma yapmadım ancak emin olduğum
bir şey var ki o da Shakespeare, oyunları en fazla sahnelenen kişilerden biri belki de ilk sıradadır. Şimdiye kadar 4 Hamlet, 2 Kral Lear, 1
Macbeth izledim sahnede ama bu sene ilk kez farklı bir şey yaptım ve bu defa
Shakespeare’in bir komedisini izledim: En Kısa Gecenin Rüyası.
Konuya tam giriş yapmadan şunu belirtmek isterim ki
ne Moda Sahnesi ile ne de Moda Sahnesi oyuncuları ile hiç alakam yoktur yani
buradaki övgüler tamamen üçüncü şahıs olarak "izleyiciye" aittir.
Moda Sahnesi ile ilk tanışmam yine bir Shakespeare
oyunu olan “Hamlet” ile olmuştu. Bu sahnede bana evimde hissettiren bir şey
var, simsiyah duvarlarının aksine sımsıcak hissettiren bir şey, ya da o benim
kendi zihnimin ürünü ama özetlemek gerekirse bu sahnede oyun izlemeyi
seviyorum. Ki bu sefer sahne dizaynı öyle bir yapılmış ki oyunun tam içinde
hissediyorsunuz, nasıl mı? Sahne ortada,… hayır hayır, yanlış duymadınız, sahne
ortada, yani bir grup seyirciyle karşılıklı oturuyorsunuz. Bu dizayn benim çok
hoşuma gitti, çünkü insanları gözlemlemeyi seven biri olarak (öyle psikopat
gibi gözlemleme değil, yazar gözüyle gözlemleme diyelim biz ona) insanların
oyuna verdiği tepkileri de görebilmek çok hoşuma gitti. Sahnenin ortada
olmasının yarattığı bir diğer güzellik de oyuncuların sahneye giriş çıkışlarını
dört bir yandan yapmalarıydı.
Bir sonraki oyuncu sağdan mı gelecek soldan mı,
yoksa seyircilerin ortasından mı çıkacak belli değil, ve bu da seyircinin daha
çok oyunun içinde hissetmesini sağlamış; çok beğendim çok. Sahnede öyle eşya
fazlası falan görmek de mümkün değil, sadece birkaç bank var, bu da zaten
kalabalık olan oyunu izlerken bir de dekor fazlasıyla göz yorulmasına engel
oluyor. En çok merak ettiğim konulardan biri ormanı nasıl yapacaklarıydı ve
salona ilk girdiğimde anlam veremediğim duvardaki led ışıkların düşsel bir
ormana dönüştüğünü görmek güzeldi. Dekorla ilgili son olarak eklemek istediğim
bir şey var ki o da tavanda asılı olan iç çamaşırları… Asıl ismi “Bir Yaz
Gecesi Rüyası” olan oyunun çok ön planda olmayan ama satır aralarını dikkatli
okuyunca anlaşılan erotik bir tarafı da vardır. Mesela Can Yücel çevirisinde bu
erotik tema daha ön plana çıkarılırken Moda Sahnesi daha ima sınırları içinde
tutmayı tercih etmiş ve erotik tema oyunun kendinden ziyade dekor aracılığı ile
seyirciye aktarılmış. Alkışlar sahne tasarımını yapan Bengi Günay’a.
Sahnenin en güzel dekorları tabi ki de oyunculardı.
Timur Acar hem Theseus hem de Oberon olarak tek kelimeyle harikaydı; ona
Hippolyta ve Titania olarak eşlik eden
Didem Balçın da isteksiz amazon kraliçesi ve periler kraliçesi olarak oldukça
inandırıcı bir performans sergilemiş. Mert Fırat ve Melis Birkan’ı ilk kez cam
ekranın dışında izledim ve hayran oldum. Her ikisinin de bu kadar iyi mimiklere
sahip olduğunu bilmiyordum, komedi ikisine de çok yakışmış. Melis Birkan can
verdiği Helena’yı abartıya kaçmadan o kadar güzel karikatürize etmiş ki oyunda
en çok güldüğüm karakterlerden biri o oldu. Hermia’yı oynayan Beyza Şekerci de
rolünün hakkını verenlerden. Daha önce kendisini Hamlet olarak da izlediğim
Onur Ünsal bu sefer de Lysander olarak sahnedeydi.
Onur Ünsal için ne desem az,
sahne için doğmuş derler ya, onlardan biri işte. Oyunun komedi yükünü en çok
taşıyan karakterleden biri de Bottom karakterini canlandıran Caner Erdem’di ve
bu yükü o kadar güzel taşımış ki, onun oyuncu olduğunu unutarak izledim
kendisini. Oyunda yer alan diğer oyuncular Murat Tüzün, Volkan Yosunlu, Ezgi
Coşkun, Mert Şişmanlar, Hasan Demirtaş, Alper Baytekin, Çağlar Yalçınkaya sergiledikleri
performanslarla oyunun kalitesine kalite, rengine renk katmışlar. Ve hazır yeri
gelmişken, Shakespeare’in köylüleri yazarken şiir formundan düz yazı formuna
geçişini oyuna şive olarak yansıtmak kimin aklına geldiyse tebrik ederim, oyuna
hem daha bizden bir hava vermiş hem de komedi yönünü güçlendirmiş.
Yönetmenliğini Kemal Aydoğan’ın yaptığı oyunun
komedi yoğunluğu beklediğimden de yüksekti, doğruyu söylemek gerekirse bu kadar
da güleceğimi tahmin etmemiştim. Moda Sahnesi bize öyle bir oyun sunmuş ki, bir
salon dolusu insan 2 saat 40 dakika süren o kısacık rüyanın bitmesini istemedik.
O kadar zaman ne ara geçti anlamadım bile, üstelik çıkarken başkalarından
duyduğum kadarıyla birçok insan da şaşırmıştı geçen süreye. Shakespeare’in
oyununu bu kadar harikulade bir biçimde, boğmadan, hem bizden katıp, hem de
aslını bozmadan bu kadar güzel sahnelenmesinde emeği geçen herkesi tebrik
ediyorum. Ve bir sonraki Shakespeare uyarlaması ne olacak diye merakla
bekliyorum.