Ölüm bir ayrılık değildir. Asıl ayrılık, birini kalbinde yaşatırken, onun aslında hiç tanımadığın biri olduğunu fark etmektir.
Alya'nın Boran’ı iyilik timsali bir adam olarak görüp Cihan’ı yobaz, zorba, hatta bir cani olarak değerlendirdiği sahneleri defalarca seyrettik. İlk yanılgısını, Boran’ın katil olduğunu öğrendiğinde yaşadı. Onun için yapılan fedakârlığın gerçekte kimin omuzlarına yıkıldığını anladığında içindeki dünya sarsıldı. Kendini sorguladı, ama coğrafyanın kader olduğunu düşünürsek, Boran’ın işlediği cinayeti anlamlandırmak, hatta belki bir noktada kabullenmek zorunda kaldı. Ölüler konuşamaz ama geride bıraktıkları sözler, yaşayanları öldürebilir. Boran’ın tek bir cümlesi, Alya’nın geçmişini, sevgisini, inandığı her şeyi ve daha da önemlisi kalbini öldürmeye yetti. Çünkü insan bazen sevdiği kişinin hayaletini içinde taşır. Ve bazen bir aşk, insan öldüğünde değil, tek bir gerçekle ölür.
Yolları, dağları, denizleri aşıp kocasının cenazesini memleketine getirdi, Alya. Ama ne uğurlayabilmişti onu ne de uğurlamaya kıyabilmişti. Ancak Boran’ın vasiyeti, Alya için yalnızca bir istek değildi; geçmişte inandığı her şeyi yerle yeksan eden bir sondu. Sevdiği adamın ölümüne ağlarken, aslında bambaşka birine veda ettiğini anladı. Boran, kendi hayatını mı korumuştu, yoksa Alya’ya sunduğu sevgiyi bir yalanın üzerine mi kurmuştu, tartışılır...
Boran'ın mezarına gömdü Alya, bağlılık yemini ettiği güne şahitlik eden yüzüğünü; kırgınlıkla, kızgınlıkla, koca bir hayal kırıklığıyla… Tüm duygularını, tüm geçmişini, tüm inançlarını sorgulaya sorgulaya gönderdi kalbinden oğlunun babasını. Ve bu bir veda değildi, bir sondu...

“Sevmek bu değil,” dedi Cihan’a, Alya. Haklıydı. Sevmek, sevdiğini korumak adına bile olsa, ona sevgisini sorgulatacak bir yıkım yaşatmak olamazdı. Cihan bunu yapmazdı. Ve abilik de bu değildi. Bir abi, ikinci kez kardeşinin hayatını çalamazdı. Boran’ın vasiyetini duyduğu an, Alya için zaman durdu. Kendi acısını bir kenara koyup Cihan’ın omuzlarına binen yükleri düşündü. Cihan hep güçlüydü, ama bu güç onun tercihi değildi. O, hayatı boyunca başkalarının yüklerini taşırken kendi hayatını hiç yaşamadı. Annesinin acılarına ortak oldu, babasının bıraktığı mirasın altında ezildi. Kaya’nın sorumluluğunu üstlendi, ona bir ağabeyden çok, onun eksik kalan her yanını tamamlamaya çalışan bir gölgeye dönüştü. Nare’nin kalbini koruyamamanın acısını yıllarca içinde taşıdı. Yetmedi, Boran’ın ona bıraktığı mecburi hayatı, iki kez yaşamak zorunda kaldı.
Cihan hep başkalarının hikâyesinde bir yan karakter oldu. Hayatına dair tek bir kararı bile kendi almadı. Kendi yolunu hiç çizmedi. Onun kaderi, başkalarının hataları ve pişmanlıklarıyla şekillendi. Ve en büyük kaybı da burada başladı. Çünkü insan, başkalarının hayatını yaşarken kendini kaybederse, kim olduğunu da unutuyor. Cihan hep var oldu ama onun varlığı, başkalarının hikâyelerine yazılmış bir dipnot gibi kaldı.
Bir bardak çay, bazen bir insana daha önce hiç yaşamadığı duyguları yaşatır; düşünülmek, önemsenmek gibi, birinin senin için durup, bir an olsun zamanın akışını kesmesi gibi... O çay, sıcaklığıyla içini ısıtırken, kalbinin derinliklerinde unutulmuş hisleri yeniden uyandırır. Alya'nın Cihan'ın kendisini evliliğe zorlamasının arkasında yatan etkenin Boran'a olan sadakatin olduğunu öğrenmesi, Cihan’a olan duvarlarının incelmesine ve dahası Cihan'ın hissettiği duyguları, karmaşasını, yorgunluğunu sorgulamasına sebep oldu. Bir bardak çay gibi, Cihan’ın içindeki karmaşa da yavaşça Alya’nın kalbine dokundu; bir zamanlar imkansız görünen şeyler, şimdi daha anlaşılır, daha kabul edilebilir hale geldi...
Aynı şehirde, aynı yıldızların altında, farklı hikâyelerle ama benzer yaralarla yıkılan iki kadın… Alya ve Nare.
Biri, sevdiği adamın gerçekte kim olduğunu öğrendiğinde geçmişini sorgularken; diğeri, kalbini emanet ettiği kişinin sevgisini koruyamamanın acısını taşıyor içinde. Biri, bir aşkın yalan olduğunu fark ederken; diğeri ne kadar savaşırsa savaşsın, savaşan tek taraf olunca aşkın asla yetmediğini öğreniyor. İkisi de aynı gökyüzünün altında, farklı hayal kırıklıklarıyla sessizce düşüyor.
Şahin’in bir kez daha Nare’ye gelmeyişi, Nare’nin sevdasına vurduğu lanet damgasını bir kez daha tescillemiş oldu. Şahin, Nare’nin kalbinde yeniden bir umut yeşertmeye çalışsa da, her gelişinin ardında bir vazgeçiş saklıydı. Nare, bir zamanlar hep beklediği o dönüşü, bu sefer sevdanın son kırıntılarını da silmek için bir işaret olarak aldı. Artık biliyordu; sevdiği adam, hep bir adım uzaktaydı ve o mesafe, bir türlü kapanmayacak yarayı derinleştiriyordu. Şahin'in Nare'ye yine yeniden gelmeyişi Nare’nin kalbindeki tüm umutların tükenmesine sebep oldu. Nare, uzun bir bekleyişin sonunda bir kez daha anladı: O, hiç gelmeyecek bir sevgiyi beklemekten başka bir şey yapamayacak kadar yalnızdı...
Yazımın sonuna gelirken, Alya'nın öğrendiği gerçekle birlikte Cihan ile empati kurması, Cihan'ın gerçek karakterini daha iyi tanımasına sebep oldu. Ben gitme planı kuran Alya'nın dönüp dönüp baktığı konakta, kendisinin henüz kabul etmediği ya da görmediği yuvasını, ailesini gördüm. Satıldığı Nare'de bir sırdaş, Kaya'da bir kardeş, dönüp dönüp baktığı Cihan'da bir yoldaş gördüğünü fark ettim. Bundan olsa gerek, Nare gitmeyecek... Gidemeyecek. Bir kez daha ailesiz kalmamak için, Deniz'i bir daha babasız bırakmamak için gitmeyecek...
GENEL NOTLARIM:
* Ecmel'in Sadakat’e yaşattıklarından sonra Kaya ve Nare’yi Zerrin ve Şahin’den uzak tutma çabasını anlayabiliyorum. Keza hırsını ve intikam duygusunu da. Ve fakat, karnında başkasına ait bir bebek varken bile hala Nare’den vazgeçmeyen Şahin’i Ecmel ile aynı kefeye koymasını anlayamıyorum. İstememek ayrı bir mesele, Ecmel ile aynı olduğunu düşünmesi ayrı bir mesele. Bunu koydum bir kenara, 10 bölümdür konakta terör estiren Sadakat'ten çok fazla sıkıldım. İnsanlıktan nasibini almamış bir insan gibi herkese yargı dağıtma çabası artık bir yerde durmalı. Keza bu hikayenin mağdur olanı Sadakat, kötü olanı değil. Bir yerde artık bir insanlık kırıntısı görmemiz gerekir diye düşünüyorum. Yumuşak karnı Deniz’e karşı bile örnek alınabilecek bir şekilde.
* Boran'ın vasiyetini dinledikten sonra konaktan bir hışımla çıkan Alya'nın peşinden Alya'nın ceketiyle giden ama kendi ceketini unutan Cihan'a kalbimi bıraktım.
* Kaya'nın tutukluluk sürecindeki mantığa sığmayan kısmı geçen hafta yazmıştım. Bu hafta Kaya'nın delillerle serbest bırakılmasıyla birlikte Zerrin'in de vurulduğunun dile getirilmesi açıkçası bendeki mantı hatasını silmedi. Belki Zerrin'in vurulması, kendi içlerinde bilinmesine dair bir konuşma arasında geçseydi, benim için daha inandırıcı bir kurgu olurdu.
* Boran’ın Ecmel’in oğlu olduğu artık ortada. Cihan’ın öğrendiği bu gerçek, Şahin’le arasına ister istemez çok ciddi bir set çekti. Ben Şahin ve Cihan düşmanlığı taraftarı değilim, ancak kaliteli ve dürüst iki düşman izlemek bana aşırı keyif verecek.
* Demir, hikayenin başında bize verilen ilk düşmandı. Ancak bölümler geçtikçe Ecmel ile Cihan arasında bir maşa olarak kaldı. Hikayesinin Cihan ve tüm Alboralara biraz daha fazla düğmesine ihtiyacımız var sanırım.
Uzak Şehir'de her bölüm, bir önceki bölümün üstüne kat kat çıkan sahneler izlemek aşırı keyif verir oldu. Oyuncuların karakterlerine verdiği emek ve duygu, rejinin sergilediği görsel şölen izleyiciyi ekrana her geçen gün daha çok bağlıyor. Emek büyük. Yazan, yöneten, kamera arkası ve önü emek veren herkesin yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.