Deha: Başlıyoruz (İnşallah!)

Devran Karan... Sana gelince... Dizinin bana en geçmeyen karakterlerinden biri olarak 3 haftalık araya girmişti kendisi. Ne vicdanmış be. Bu bölüm herhalde senarist Devran White diye bir karakterle yola devam etmek istedi. Beyninde tümör olan karakterimiz 6 ay ömrü kaldığını öğreniyor -sırada ne var, saçını sıfıra mı vuracak?-, üniversite amfisinde öğrenciler hayatın gerçekleri ile kendisini tanıştırıyor. Günaydın paşam, bize sorsan söylerdik sana. Birden pat diye gaza geldi, altın havuzu yapmaya karar verdi. Sevgili senarist, karakter evrilmesi böyle bir şey değil sanki ya. Zamanla, süreçle olması gereken bir şey. Hani sizin bir türlü izin vermediğiniz o süreç. Bu sürecin bu kadar kısa olduğunu da sanmıyorum. Yine kendi içindeki çatışmaları göreceğiz, görmeliyiz bence. Ama böyle mi evrilecekti? Hikâye başta bunu mu vadediyordu? Tabii ki hayır. Aman, neler ummuştum oysa. Geldiğimiz noktada ailesi için kendisini içindeki kötü adama teslim eden bir karakter olacak gibi. İçindeki kahramanla umarım çatışmaya devam edersin de bir nebze de olsa tatmin oluruz. Gerçi savaşman gerekecek bir duygu daha var da neyse. Oğlunun dahi olup milyonluk soru çözmesiyle gururlanmayıp bu durumla gururlanan İskender peki? Polisle iş birliği yapıp bir yandan da mafyanın paralara çökme fikri hiç değilse vicdan ve iyilik perisi kılıcıyla savaşmaktan iyidir diye düşünüp yola devam edelim.
 
O kuyu sahnesinde kendi başına ayağa kalkıp Devran’ı ittirdiği anı, Esme için geldiğini anlayıp yaşadığı hayal kırıklığını, en sonunda da Devran için korkmasını izlerken dedim evet, yine hüzünlü kek olarak devam edecek İmre karakteri. Cıvıl cıvıl şarkılarla giren karakteri ne ara böyle aşık edip acı çekecek hale soktunuz hala anlayamıyorum ama senarist İmre’yi en dibe itti. İtmelere doyamadı, canlı canlı izletti Esme’nin Devran’a yeni bir hayat ve evlilik teklifini. Şükür diyorum. Çok şükür, sonunda kendini hatırladı ve yoluna bakmaya karar verdi. Senarist de herhalde hikayesinin o kısmını tekrardan hatırladı. Benim İmre’yi illa Devranla izlemek gibi bir derdim yok. Saçma bir yere karakteri hapsettiniz bölümlerdir. Ben kendi hikayesini izlemeyi seviyorum. Mafyatik işlerde, o karanlık dünyada, İskender’le, Cesurla, Aysel’le. İlla Devran’a bağlı bir karakter olarak izlememize gerek yok. O kendi başına hikayesi ile gelen ve bir hikayesi olacağı vaadedilen bir karakter. Hep aynı şeyi yapıyorsunuz. Bir karakter sokuyorsunuz hikâyeye. Sonra onu bir erkeğe aşık edip o duruşunu yok ediyorsunuz. Özgür ruhunu, parlak zekasını görelim. Devran uyanıp bir şeylerin farkına varıp vaadedilen hayat sınavını kabul edene kadar İmre’nin artık kendi yoluna bakması en doğrusuydu, öyle de oldu. Devran'la vedalara doyamadılar ama bu seferki sondu diye umuyorum. Normal insanlar gibi konuştular, başımıza bir iş gelmese bari. Devran hala onun kendisini umursadığına inanmıyor. Dahi değil salak bu çocuk, salak. Kendi içinde de çatışmaya devam ediyor. “Karşımdayken yüzüme bakamıyorsun, giderken arkamdan bakma bari.” “Arkasında da gözleri var. Arkasında da. Ama suç sende oğlum. Bakma. Bakma mesela. Yapma. Etma. :)” Biz de senin bakışlarına kandık zaten. Sonunda. Sonunda erkek karakterin bu yaptığını, verdiği savaşı kendi ağzından dile getirdiler. Çift savaşları oldu, herkes birbirinden iyice nefret etti, gün yüzü görmemiş hakaretler edildi, herkes içini de döktü, oyunculara -çok ayıp- hakaretler, bel altı bel üstü karakterlere hakaretler, ana hikâyeyi bıraktık hepimiz, düştük bunun peşine, hikâye de uçtu, karakter evrimleri zaten hak getire, senarist de kaptırdı kendini, karakterlerin hepsine zil taktı deli diye son bölümlerde oynattı, o oldu, bu oldu…
 
Ancak bazen diyorum ben acaba farklı bir dizi mi izledim? Daha önce de belirttim, bana vaadedilen hikâye bir baba oğul savaşı ve hayatının sınavı olan karakterle karşılaşıp, o kınadığı, anlam veremediği duygu ile evrilecek, dönüşecek olan bir karakter. Ki kendisi vicdan yukarı, vicdan aşağı diye 15 bölümdür kendi etrafında dönmekte. Ben bölümleri hafta hafta değil, diziye sonradan başlayarak peş peşe izledim, olaylar, hikâye böyle gitmeye çalışıyordu bir türlü o ana kısma giremeden. Senarist bölümlerce anlattı Devran’ın Esme’yi ne kadar çok sevdiğini. Bunu inkâr edersek ağzımız yüzümüz yamulur. 15 yıllık sevgililik, çocukluktan gelen tertemiz bir sevgi, emek, aile olmak, dostluk, arkadaşlık ve gerçekten de Devran’ın en masum yanı, biz bunları gördük zaten. Görmesine de ama… Ama işte aşk… Aşk bir ateş. Yine bana kızacaksınız ama kızmayın. Bir adam bir kadına aşıksa başka bir kadınla flört etmez. Onu ilk gördüğü an “Allah’ım nasip etme.” demez. Saçmalık. Her aşk kelimesi geçtiğinde o diğer kadın gösterilmez. “Hislerinle savaşacaksın.” diye bir tretman yapılmaz. O kadın tarafından öpülünce esas oğlan kendini ana bırakmaz, o kadar tepkisiz kalmaz. “Sen bu değilsin. Unut.” diyerek kendini tokatlamaz. Neden senarist bunları yazsın? Sevgilisine sarılırken o kadına o şekilde bakmaz. Hele hele bu kadın onu öptüyse bunu bile bile “Seni tehlikeye atmam.” diyerek “Sadece bu yüzden mi?” sorusuna yine yanıtsız kalmaz. Neden bu sahneyi çeksinler? Haydi bunları da yaptı diyelim. Eğer sevgilisiyle bu kadın yüzünden ayrıldıysa bu kadının dibine girip “Hoşça kal. Kendine iyi bak.” diyerek o bakışlarla bakmaz. Senarist bu aşk kavramının üstüne bir yerde hikâye sapıtana kadar çok fazla bastı. Yine diyorum bunu yapan ben değilim, senarist. Ben sadece bu gösterdiklerini izledim. Bunlar benim temennim değildi. İzlediklerimdi. Ve evet bu adam bu kadından etkileniyor, diğer kadına âşık olsa zaten bu sahneler, bu replikler olmaz dedim. Bunlar olduktan sonra, bunları izledikten sonra, esas oğlan döne döne diğer kadına veda ettikten sonra, hepsi hayal çıkmadığı sürece ben bu adamın sevgilisine âşık olduğuna nasıl inanayım? İnanamam, zaten inanmam da istenmiyor bunları izlettirdiklerine göre. Hikâye zaten buydu. Bu adam Esme’yi sevmiyor mu? Kendinizi kandırırsınız. Bu adam Esme’yi çok seviyor. Adam delirdi Esme’yi aldılar diye. Korkudan ruhunu teslim etti. Esme’yi sevmiyor ya, vicdandan bu, vicdandan diyenler kendilerini kandırıyorlar sadece. Aynı bunun aşk olduğunu söyleyenler gibi. Aşk vurgusu hiçbir zaman yapılmadı bu ikiliye. Sanki bunları ben uyduruyorum, bana ne kızıyorsunuz? Gidin Devran’a kızın. Bakmasaydı. Yapmasaydı. Etmeseydi. Minionsların konuşmasını dinliyorum gibi anlam veremediğim bir şekilde ‘metres, metres, metres’ diye bir kelime dönüyor, diyorum acaba paralel evrende falan mı başka sahneler oluyor benim bilmediğim de sanki tarihteki sevgilisi olup başka bir kadından etkilenen ilk erkek karakter Devran karakteriymiş gibi davranılıyor, erkek karakter ne güzel de aklanıyor, oh oh. Erkekler işte. Doğuştan şanslılar…
 
Ben tabii bu haberi biraz rötarlı öğrendim ama dediler ki Esme karakteri diziden çıkacak. Ben şok. Daha önceden de belirtmiştim ben bu kadar bembeyaz karakterleri sevmiyorum, sevemiyorum. Bu dizideki Esme karakterini böyle bir hikâye içerisinde ben sevemedim. Karakter diye tekrar belirteyim de insanlar karakterle oyuncuyu aynı kişi sanıyorlar sonra. Karakteri çok beyaz yazıldı. Özellikle mi yazıldı bilmiyorum. Evrilirdi belki o da bazı kavramları kendi içinde sorgulayarak, değişerek, dönüşerek ama böyle bembeyaz halde bırakarak veda ettirmek istediler herhalde bu karaktere, sağlık olsun. Sevenleri var, Devran'la yakıştırıp izlemek isteyenleri de var. Herkes aynı şeyleri sevmek zorunda, aynı hikayelerden keyif almak zorunda değil. Gayet de doğal. Onlar üzülmüştür elbet. Benim de sevdiğim bir karakter diziden çıksa ben de üzülürüm, haklılar. Esme gerçekten de hem bu hikâyenin, hem de Devran’ın en masum yanı. Fazla masum bu hikâye için. Fazla. Bu karakter ölse büyük haksızlık olurdu. Tamam bembeyaz da o kadar da değil, neden ölsün kızcağız durduk yere sırf fazla beyaz diye. Yurt dışında bir şansı oldu, Devran’ı da çekip çıkarmak istedi bu dünyadan kendisiyle birlikte. Bir yüzük aldı ve evlenme teklif etti. Etti etmesine de. İşte hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir demişler. Hiç değilse o bu dünyadan çıkıp bir yerlerde bir geleceği olan bir yere gitti. Devran'la vedası bence olması gerektiği gibiydi. Güzel bir sahneydi. Üzülme Esme, bu Devran seni bu işin sonunda daha çok üzerdi, üzecekti, inan bana. Devran eski hayatına, vicdan perisi haline -umuyorum-, çocukluğuna, hayallerine, en çok sevdiğine, umutlarına ve artı birine veda etti. Senarist de artık çift savaşları bahanesine veda etmiştir diye umuyorum. Artık gereksiz uzayan, amacından sapan bu konuyu bir kenara koyduysak işlememiz gereken ana hikâyeyi lütfen işleyelim. Aslolan hikâye. Hikâye, hikâye ve de hikâye. Şu karakterleri işleyelim artık bahaneniz bittiyse.
 
Ahsen Eroğlu’nun da eline, emeğine sağlık. Kendisini Erşan Kuneri 2 ile tanıdım, sayesinde çok da gülmüştüm, sağ olsun. Yolu açık olsun.
 
Ve en sonunda herkes yine tek bir mekânda toplandı, çok da güzel oldu. Orda karşılıklı dinamikleri izlemek keyifli olacak gibi. Ve sahneye sonunda Kuduz girdi. Sırada hangi karakter var? Tetanoz mu? Cesur-Kuduz vs. İskender-Devran. Sen şimdi gerçekten kral gibi bakıyorsun Devran. Sonunda o aksiyon aksına gireceğiz ve bir şeyler olacak gibi. Olmazsa beni de şuramdan vursunlar. Ama belli de olmaz. Günün sonunda çok şeyler olan ama hiçbir şeyler olmayan, ansızın karakterlerin beyin hasarına uğrayabildiği bir dizi bu. Haydi bakalım. Haftaya görüşmek üzere.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER