İlk ve Son: Başlangıçlar ve Bitişler

İlk ve Son: Başlangıçlar ve Bitişler
“Yetişkin olarak sevme biçimimiz çocukken sevgiyi deneyimleme biçimimizle yakından ilgilidir. Sadece mutlu olma arzusu bizi çekmez. Geçmişte yaşadığımız zorlukların üstesinden gelme arzusu da bizi çeker. Freud bunu çok güzel ortaya koyar. Şöyle düşünür: Anne babamızla yaşadığımız acı veren durumları yeniden canlandırmaya çalışırız. Ancak bu kez mutlu bir son peşindeyizdir.”

Alain de Botton
 
Soğuk bir kış sabahı kirpiler, donmamak için birbirine yaklaşır. Biraz sonra, oklarının farkına varırlar ve ayrılırlar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaşırlar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaşırlar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürdürürler. Nilüfer ve Cihan gibi.

Kirpi ikilemi, hem Schopenhauer'in hem de Freud'un kullandığı bir metafor olarak insan ilişkilerindeki ne seninle ne sensiz diyerek tanımlayabileceğimiz durumu açıklıyor. Nilüfer ve Cihan ilişkisinden baktığımızda birbirine yaklaşan iki kirpi gibi birbirlerine âşık oldular. Ardından okları birbirlerine batan kirpiler gibi farklılıklarının farkına vardılar ve bu onları ayrılığa sürükledi. Hava soğuk değildi evet ancak hayat zordu. Bu zor yaşamda Nilüfer Cihan’ın. Cihan ise Nilüfer’in karşısına çıkan en önemli, en güzel varlıktı. Bunu kaybetmek istemediler. Altı bölüm boyunca şahit olduğumuz ve olmadığımız birçok anı paylaştılar. Ağladılar, güldüler, acı çektiler, biraz daha acı çektiler ve sonunda iki kirpinin dikenlerine rağmen birbirlerine sokulmayı, soğuk ile aralarındaki dengeyi kurmayı başarması gibi birbirlerine zarar vermeden var olmayı başardılar.

Duygusal ancak içleri ısıtan bir atış serbest bölümünden sonra final bölümünün daha derin ve duygusal açıdan zorlayıcı olacağını tahmin ediyordum ancak tabi ki göz yaşlarına hâkim olunamadı. Bilmiyorum belki de içimde hala küçük bir kız çocuğu olduğundandır, Elif’in gözünden diyebileceğim bir final bölümü izlemek kalbime dokundu sanırım. Günlüğüne yazdıkları ve diğer tüm replikleri yaşından oldukça büyüktü. Ancak o kadar üzerine giyinmişti ki sırıtmıyordu bile.
 
“Baba… Babamı çok çok çok seviyorum. Ama babam çok üzgün çünkü depresyonu var. Üst üste fena şeyler oldu. Ablası öldü, halam. Ben çok küçüktüm azıcık hatırlıyorum. Çok komik biriydi. Sonra… Colombo öldü, köpeğimiz. Sonra annem babamla boşandı, babam evden gitti. Dedem çok hasta oldu. Dedemi seviyorum ama babam sevmiyor. Herkes babasını sevmez mi ki Dedem de ölecekmiş, keşke ölmek olmasa. Dedem yaşlı ama halam küçükmüş. Zehirli ilaçlar yutuyormuş, anneannem dedi. Babam da o ilaçları yutuyor. Biliyorum, ağlamasın diye. Keşke eve dönse o zaman bence hiç ağlamaz. Annemle çok komik dans ederlerdi. Keşke konuşmayıp dans etseler. Babam annemi çok seviyor. Bence annem de babamı seviyor sadece kızgın. Anneme sordum “Sevgi hep yetmiyor.” dedi. Bence yanlış biliyor. Sevgi hep yetiyor. Çok ağlıyor babam. Keşke hiç ağlamasa. Ona da bir şey olur mu? Olursa diye çok korkuyorum. Kendini sevmesini istiyorum. Çünkü ben onu çok seviyorum.”
 
Cihan maalesef ki iyi bir eş olmayı başaramadı ancak Elif’in deyimiyle depresyonu olmasına rağmen iyi bir baba olmaya çalıştı her zaman. En azından bana öyle hissettirdi. Nasıl baba olacağımı bilmiyorum ama nasıl olmayacağımı iyi biliyorum demişti. Belki de bazen bilmekten daha iyi bir tecrübedir bu. Babasının Cihan’a koca bir hayat borcu var. Giderken bile af dilemeyen bir baba izledik sezon boyunca. Belki son nefesini verirken hatasından geç olsa da döner demiştim ancak ona dair ümitleri olan beni bile şaşırttı. Evet cİhan kötü hatta korkunç bir çocukluk geçirmiş ancak tüm bu yaşadıkları böyle bir adam olması konusunda onu temize çekmez. Keşke hayatta başımıza gelen kötü olaylardan sonra ben bundan sonra kötü biriyim, hayatımın sonuna kadar lanet olası bir pislik olacağım diyerek sıyrılabilseydik ancak çok sevdiğim bir söz var ki “Öylece oturup sonsuza kadar yaralarımıza bakamayız.”
 
“Anne… Bugün yine annemle kavga ettik. Hep sinirli annem. Bana, anneanneme, dayıma… en çok da babama. O günden beri babamla konuşmuyor. Babam büyük bir yanlış yaptı, evet. Ama özür diledi. Artık bira bile içmiyor. Gerçekten. Hep çay içiyor. Babam artık iyi, düzeldi. Keşke annem de düzelse. Bazen ona gıcık oluyorum. Onu kızdırmak için bir sürü gofret yedim yine. Annem kendine robot istiyor ama ben robot değilim, ben çocuğum. Çok yemek zararlı, çok tablet zararlı, çok havuz zararlı, çok koşmak zararlı… İyiliğim içinmiş hepsi. Çok seviyormuş beni. Bence çok sevmek de zararlı. Anneanneme kızdığı ne varsa kendi de yapıyor. Babamla artık barışmayacaklarını biliyorum. Belki bir gün arkadaş olurlar? Bir kere bir kavgalarını duymuştum. Doğmamla ilgiliydi. Annem doğmamı istememiş mi ki? Bazen ben de ödev yapmak istemiyorum. Ben de annemin ödevi miyim? Annem hep kızıyor, hep karışıyor; ağlamama, yememe, oynamama, koşmama… Başka biri olayım istiyor. İyi de ben başka biri olursam annem beni sevemez ki, başka birini sever. O ben değilim ki. Ben, ben olayım istiyorum. Keşke annem de bunu anlasa.”
 
Hikâyenin sonunda herkes olmaktan korktuğu kişiye dönüşür derler. Nilüfer de en çok korktuğu kişiye, annesine dönüştü. Çok sevdiği babasının kolyesinden, tasmasından, kurtulduğunda bu dönüşümü durdurmuş gibi hissetti. Bu yüzden kolyeyi ilk kaybettiğinde üzülmüştü ancak son kaybedişinde mutluydu çünkü arınmış, rahatlamış hissediyordu. İlk sırada kolye yoktu artık ilk sırada Nilüfer vardı. Tam bu sahnede Fazıl Say’ın kızı için yazdığı “Kumru” bestesi çalmaya başlıyor. Sezon boyunca müzik seçimleri harikaydı. Mansur Ark Silinmez’den Müslüm Gürses Nilüfer’e kadar çalan tüm parçalar geçmişte bir yerlerde yaşadığı anlara götürüyordu izleyenini.

Nilüferi de Cihan’ı da bulundukları durumdan çekip alan kişi kızları Elif oldu. Peki Elif bunu yapmak zorunda mıydı? Babası ağladığı için dertlenmek, annesinin travmalarını annesinden önce çözümleyip ona doğru yolu göstermek, konuşarak anlatamayınca sırf belki okuyunca anlarlar diye günlüğünü ortada bırakıp annesiyle babasına okutmaya çalışmak… Bence Elif günlüğünde yazdığı hiçbir şeyi yaşamak istemezdi. Keşke onu annesiyle babasının komik olsa da dans ettiği bir evrende büyütebilseydim. Hiçbir çocuk travmaları sahiplenmek istemez ancak bu travmaların içine doğarlar. Sonrasında ondan yıllar önce var olan bu sorunları çözmeye çalışırlar böylece depresyon sahibi bireyler yetiştiririz.

Bu bir döngü gibi sonsuza dek sürüp gider. Döngüyü kırmak gerekir. İlk ve Son bu döngülerin hikayesi bana kalırsa. Her bölümünün girişinde ilk ve son yazılarının arasındaki oklar bana hep bunu çağrıştırdı. Beşinci bölümün son sekansında ise geçmiş ve gelecek arasındaki sahneler sanki kamera bir döngüde dönüyormuş ancak hayat akmaya devam ediyormuş izlenimi vermişti. Nilüfer ve Cihan zor olsa da neyse ki, bu döngüyü kırmayı başardılar.

İlk ve Son’un ilk sezonu da ikinci sezonu da somut bir birleşmeyle bitmese de bende olumlu hisler çağrıştırıyor. Evet çift olmayı başaramadık ama birbirimizin hayatında kalmayı başarabildik. Birbirinin hayatında kalmayı başarabilmek. Bu o kadar zor kurulan ancak bir o kadar da güçlü bir bağ ki. Biri için ölmektense biri için yaşamanın hep daha zor olduğunu düşünmüşümdür. Mücadele zordur çünkü. Kalmak hep zordur. Bu yüzden finalde ikisinden birinin ölümüne şahit olmaktansa birbirlerinin hayatında kaldıklarına şahit olmak beni daha fazla tatmin etti.
                                                
Elif’in dediği gibi “Sevgi hep yetiyor.” da biz fazla sevgisiz büyüyoruz aslında veya sevgiyi nasıl konumlandıracağımız bize yanlış öğretiliyor.

Deniz ve Barış’ın hikayesi beni mahvetmişti. Nilüfer ve Cihan’ı tanımak duygusal anlamda zor ancak finalde iyi hissettiren bir deneyimdi. Güneş ve Serkan’ın kolyeyi nasıl bulduklarının hikayesini izlemek için de sabırsızlanıyorum.

Birbirinizi üzerseniz parmaklarınızı öpüştürmeyi deneyin, belki daha iyi hissedersiniz.

Başka hikâyelerde görüşmek üzere.
 
Eda Akça
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER