“Evrende
her şey kendi dengesinde ve yerli yerinde olması gerektiği gibi ilerler. Bu mükemmel
ahengin içinde sadece bir toz zerresi olarak salınır insan.”
Yargı
Geçtiğimiz
sokaklar, gittiğimiz yerler, öylesine uğradığımız bir midyeci, yaşayacağımız evler,
karşılaştığımız insanlar, arkadaşlıklar, hayatımızın aşkı, ölümümüz… Belki de
hepsi her ihtimalde aynıdır. Kurduğumuz onca keşke dolu cümle, tasarladığımız
ihtimaller, geçmişle olan kavgamız belki de boşunadır. Belki de en iyi
versiyonumuzu yaşıyoruzdur ancak bunun farkında değilizdir.
Birbirine ait
iki insan her ihtimalde, er ya da geç birbirini bulur ancak yaşadıkları ihtimal
boyunca seçtikleri yollar evrenin işleyişi ile birleştiğinde; tanışacakları
zamanı, aşklarının süresini hatta alacakları nefes sayısını bile uzatır veya
kısaltır.
Çin felsefesi
Yin Yang’a göre bir şey bütün olduğu zaman, tanımı gereği değişmez ve
eksiksizdir. Yani bütün ikiye bölündüğü zaman bütünlüğün dengesi bozulur ve her
iki yarım birbirinin peşinden koşarak yeni bir denge arar. Birbiriyle tamamen
zıt olan iki şey birbiri olmadan anlamını kaybeder. Yani iki zıt şey birlikte
olmadığı zaman hayat devam edemez. Üç sezon boyunca yaşanan her şey İnci’nin
ölümünün lanetiymiş gibi gözüküyordu oysa tüm bu hikâyenin asıl sebebi iki zıt
kutup Ilgaz ve Ceylin’di. Çünkü birleşemezlerse hayat devam edemezdi.
Yin Yang zıtlıkların
oluşturduğu bütünü temsil ettiği için bir tarafı siyah, diğer tarafı beyazdır
ve tam ortalarında siyahta bir beyaz (Ilgaz Ceylin’e “Ben senin içinin
beyazını biliyorum.” demişti.), beyazda ise bir siyah nokta bulunur. Dizi
boyunca Ilgaz’ı beyaz, Ceylin’i ise siyah taraf olarak gördüğümüz için Yin Yang
felsefesinin Ilgaz ve Ceylin’in aşkını yansıttığını düşünüyorum.
“Biz
evleneceğiz.”
“Asla.
Siyah ve beyaz gibiyiz biz, öyle birbirimizden farklı.”
“Yalnız
dikkat et savcım. Çünkü siyah her zaman beyazı yutar.”
“Ben
dağınığım, dağınık. Savruk. Aklıma eseni yaparım. O an işime ne geliyorsa onu
seçerim, sonra vazgeçerim. Ayrıca evet, çok güzel kaçarım. Yapamam ben.
Kimsede, hiçbir ilişkide kalamam. Kimseye bağlanamam. Ben karanlığım, o
alabildiğine aydınlık. Benim karanlığım yutar onu yani.”
İzlediğimiz
her iki evrende de Ilgaz beyazdı, Ceylin ise siyah. Ceylin yine dağınıktı,
Ilgaz yine toparlayacağını söyledi. Onun kırgınlıklarını karşılaşabilecekleri
her evrende toparlardı, yaralarını ona ulaşabildiği her evrende sarardı. Yine
evinde gibi hissettirir son nefesini verirken bile güzel olabileceklerine
inandırırdı. Başka bir hayatta yine birbirlerini seçerlerdi. Yine birbirlerini tanır,
yine severlerdi. Çünkü siyahın her zaman beyazı yutacağı düşünülse de beyaz en
güzel siyahta, siyah en güzel beyazda belli eder kendini.
İki evren
arasındaki geçişte “Son Arzum” şarkısının kullanılması çok hoşuma gitti.
Şarkının zaten dizinin eski bölümlerinden Ilgaz ve Ceylin aşkı için anlamı
büyüktü. Alternatif evrende Ilgaz ve Ceylin’in yalnızca bir gün geçirmesi ancak
son nefeslerini el ele verecek kadar birbirlerine âşık olmaları “Açık gitmez
gözlerim, ölsem bile sevgilim”/ “Ben seninle o günü, bin yıl gibi yaşadım.” Sözleriyle
daha güçlü bir anlam kazanmış. Aynı şarkının asıl evrendeki Ilgaz ve
Ceylin’e de selam göndermesi sanki iki evren arasında kurulan müzikal bir bağ
gibiydi.
“Gerçek
sevgi neymiş
Bilmeyenler anlasın
Son arzun
nedir diye
Gelip de bana sorsalar
Gözlerime bakıp da
Her şeyi anlasalar”
Ilgaz ve
Ceylin’in birbirine âşık olmadığı bir evren mümkün değildi. İnci o gece Çınar’ı
aramasaydı, Çınar suçlanmasaydı, Engin katil olmasaydı da Ilgaz ve Ceylin
birbirine kayıtsız kalamazlardı. Çünkü hep birbirlerinin yörüngesindeydiler.
Ceylin henüz üniversiteye giderken evren onlar için çalışmaya başlamıştı bile. Aradan
yıllar geçip, avukat olup, adliye önüne park ettiği arabasından inerken
hayatının aşkının yanındaki arabaya bindiğinden bihaberdi. Onlar tüm bu
tesadüflerin farkında olmasalar da evren her şeyi onların karşılaşması gereken
doğru zaman için ağır ağır hazırlıyordu.
Belki de
arabalarına inip binerken etraflarına bakmış olsalar veya Ilgaz üniversitede
Ceylin’i kaçarken gördüğünde yakalamayı başarıp sorguya alsa her şey bambaşka
olacaktı. Kader tam olarak bu noktada devreye giriyor ve bence Sema
Ergenekon’un da final bölümünü farklı ihtimaller üzerinden yazarak anlatmak
istediği şey buydu. Bazen bazı insanlarla daha önceden tanışmış olmayı dileriz,
bazılarıyla ise hiç tanışmamış olmayı. Bazı olayları hiç yaşamamış olmayı
isteriz, bazılarını ise tekrar tekrar yaşamayı ancak hayat hep doğru zamanı
bekler. Doğru zamanda doğru kişilerle karşılaşır ve doğru olayları yaşarız.
Evren bizim için her şeyi düşünmüştür. Kimi zaman isyan etmemize sebep olsa da
her daim en iyi versiyonumuz için çabalar.
“Buna
kader değil de ne denir savcım?
Sanırım
ilk kez aynı fikirdeyiz avukat. Kader denir.”
Bir ölüm bir
hayata eşdeğer derler. Yargı’nın final bölümünde de bunu izledik. İnci’nin
ölümü Ilgaz ve Ceylin’in hayatlarını kurtaran ilk olaydı. Paralel evrende Ilgaz
Can’ın dosyaya baktığı ve için Can’ın babası ölüm sebepleri olmuştu. Asıl
evrende ise İnci öldü, Can katil olmadı bu yüzden Ilgaz da dosyanın savcısı
olamadı ancak aradan yıllar geçti ve Can bir şekilde yine katil oldu, öldürdüğü
ceset Ilgaz ve Ceylin’in huzur dolu bir yaşam için satın aldıkları evin
bahçesinden çıktı. Ilgaz, Ceylin ve Can’ın yolları er ya da geç yine kesişti.
Bu sefer babası değil annesi Ilgaz’ı buldu. Muhtemelen öldürecekti ve tesadüfe
bakın ki Ceylin paralel evrendeki gibi yine Ilgaz’ın yanındaydı, ölselerdi yine
birlikte öleceklerdi. Ancak onları minik oğulları kurtardı yani bir doğum
kurtardı.
“Var bir
hayalim. Kızım olsun istiyorum. Hatta bak adına bile düşündüm: Mercan. Çok
güzel değil mi?
Güzel…
güzel gerçekten.
Sen, baba
olmak istemez misin?
İsterim. Çok
isterim hatta en çok istediğim şeylerden biri.
O zaman
kızımıza…”
Bölüm boyunca
Ilgaz ve Ceylin’in diğer ihtimaldeki Ilgaz ve Ceylin’e göndermeler yapması ve
bölümler önce veda ettiğimizi sandığımız oyuncuların karakterleriyle geri
dönmesi oldukça tatlı detaylardı ve bir ailenin içindeymişim gibi hissettirdi. Final
bölümünü izlemek için Yargı Veda etkinliğinde bende vardım ve bu aile
hissiyatının nereden ve nasıl geldiğini Yargı ekibini canlı olarak gördüğümde
daha iyi anladım. Sırf bu sebepten bile Yargı bir diziden çok fazlasıydı.
Bunca
zamandır her anına şahitlik ettiğim bir kurgunun sonuna gelmiş olmak beni
üzüyor. Konfor alanımdan kolay çıkabilen biri değilimdir ve Yargı her ne kadar
içinde korkunç cinayetler barındıran bir dizi olsa da itiraf etmeliyim ki benim
konfor alanımdı. Bu benimseyişin sebebini Ilgaz ve Ceylin’in çok hayattan
olmasına bağlıyorum. Sanki sokağın sonundan dönerken karşımıza çıkabilecek bir
çift gibilerdi veya karşı apartmanımızda oturan bir savcı ve avukat eşi.
Yaşadıkları acılar, varoluş sancıları hepimize çok tanıdıktı.
Ilgaz ve
Ceylin’in aşkını böylesine gerçek kılan Pınar Deniz ve Kaan Urgancıoğlu’na,
Mercan’a hayat veren yeteneği büyük kendisi minik Eylül’e, bu gerçek dünyayı yaratan
Sema Ergenekon’a, atmosferini kuran Ali Bilgin, Beste Sultan Kasapoğulları ve
Batuhan Semir’e, melodileriyle sahnelerin hissiyatını arttıran Toygar
Işıklı’ya, emeği geçen tüm oyunculara ve en önemlisi çok değerli set
emekçilerine binlerce teşekkür, kocaman bir alkış. İyi ki Yargı vardı.
Her hafta
bölüm sonrası sizinle düşüncelerimi paylaşmak, yazılar yazmak benim için harika
bir deneyimdi. Burada yazı yazmaya başladığımdan beri kendi hayatımda pek çok
şey değişti. Bu yüzden Yargı benim şansımdı diyebilirim. Yazılarımı yayınlayan
Ranini’ye ve okuyup güzel yorumlar yapan sizlere çok teşekkür ederim. Dünyanın
herhangi bir yerinde birileriyle aynı fikirde olabilmek ve anlaşılabilmek çok
değerli. Siz de iyi ki vardınız.
Her şey
bitmek için başlar belki ama eminim ki bu bir son değil çünkü her bitiş de bir
başlangıçtır.