“Bir
kadına uygulanan en sert şiddet sımsıkı sarılmak olmalıydı…”
Orhan
Pamuk
Kadınlara
uygulanan en sert şiddetin sımsıkı sarılmak olduğu bir dünyadan alacağımız
ilhamla yazdıklarımızda, çektiklerimizde ve oynadıklarımızda da kadınlarımıza
yalnızca sarıldığımız bir dünyaya…
Ilgaz’ın
birkaç bölüm önce dünyadaki en sevmediği insanlardan biri olan Fırat; birlikte
dava çözebileceği bir meslektaşı oldu, geçmişin acısını hala aşamamış İclal o
acının mimarıyla aynı cephede yer aldı, Eren’e karakolu dar eden Kubilay artık
Eren’in acısını paylaşıyor çünkü bilinenin aksine sevinçlerden çok acılar bizi
birleştirir.
Merdan, Osman
hatta minik Mercan bile aynı acıyı yaşıyor. Tüm karakterleri bu denli acıya
sürükleyen, adalet yoluna düşüren ise genç bir kadın. Tuğçe. Yargı 3 sezondur
devam eden bir dizi olduğu için izleyici Tuğçe’nin yalnızca polis haline değil
çocukluk haline de şahitlik etti. Bu nedenle Tuğçe ile kurulan empati; yakın
bir akrabamızın başına gelmişçesine çok kuvvetli.
“Kadın” kelimesi
zihninizde nasıl canlanıyor? Bende rengarenk ve mis kokan çiçekler olarak. Peki
çiçeklere nasıl davranırız? Çiçekler köklerinden koparılmamalı, nazikçe dokunulmalı,
koklanmalı ve okşanmalıdır. Tıpkı kadınlar gibi. Tuğçe’ye ne yazık ki hoyratça
davranıldı, kökünden koparılmaya çalışıldı. Her zaman dizilerde ne olup ne
bittiğiyle ilgili yazılar yazdım ancak bu sefer biraz farklı olacak. Bu sefer
Tuğçe’nin yaşadıklarındansa bunu neden izlemek durumunda kaldığımız hakkında
yazacağım.
Maalesef ki
yaşadığımız coğrafya ekranda izlediğimiz şiddete fazlasıyla uygun, fazlasıyla
tanıdık. Bu tarz hikayelerin anlatılması mı daha doğru yoksa anlatılmaması mı
sorusunun bence bir cevabı yok. Çünkü önemli olan ne anlattığınızdan çok nasıl
anlattığınızdır. Yargı’nın geçtiğimiz bölümlerindeki organ bağışı sahnesinden
etkilenen bir seyirci, vefatından önce böbreğini bağışlayarak 35 yıldır böbrek
hastalığıyla mücadele eden bir hastaya yaşam kaynağı olmuş. Kurgunun böylesine
etkili olduğu bir ülkede hikâyeleri nasıl işlediğimiz çok büyük önem taşıyor.
Çünkü dizilerimizin bir insana can olacak kadar büyülü bir gücü varsa, can
alacak kadar gücü de var demektir.
Yargı’nın
finaline doğru yaklaştığımız son bölümlerde; Tuğçe’nin hikayesinin sonunun, bir
yerlerde onun acısını paylaşanlara güç olması en büyük arzum olur. Ne Tuğçe ne
güzel ülkemdeki hiçbir kadın, çocuk, hayvan… yaşadığı hiçbir kötü şeyi hak
etmedi. Böylesine bir caniliği yalnızca böylesine bir caniliği içinde
barındıranlar hak eder. Tuğçe çok başarılı bir polis memuru, yalnızca
güzellikleri hak ediyor.
“Bir
kadına ne verirseniz verin, onu daha da büyük hale getirir. Ona sperm
verirseniz, size bir çocuk verir. Ona bir ev verirseniz, size bir yuva verir.
Ona sebze verirseniz, size yemek verir. Ona bir gülücük verirseniz, size
kalbini verir. Ona bir şarkı söyleyin, size konser verir. Kendisine verileni
misliyle çoğaltarak geri verir. Bu yüzden ona çamur verirseniz, karşılığında
bir bataklıkta boğulmaya hazır olun.”
Kadınlar
varlıklarıyla dünyayı güzelleştirir. Daha önce yayınlanan “Kadın Olmak”
isimli yazımda Aldous Huxley’in “Belki de bu dünya başka bir gezegenin
cehennemidir.” sözünden ilhamla şu cümleleri yazmıştım “Dünyada o kadar fazla acı
ve kötülük var ki bazen düzeltmeye gücüm yetmezmiş gibi hissediyorum. Bu yüzden
yaşadığımız dünyanın başka bir gezegenin cehennemi olması fikri bana son
zamanlarda en mantıklı gelen fikir. Yaşadığımız ve tanık olduğumuz acıların en
mantıklı açıklaması cehennemde yaşıyor oluşumuzdur belki de.”
Bu cehennemde yaşamak her geçen gün daha zor olsa da cehennemimizin
cennete dönüşme ümidi dünyayı yaşanılabilir kılan tek şey.