“Onu niçin sevdiğimi bana söyletmek isterlerse bunu ancak
şöyle anlatabilirim sanıyorum: çünkü o, o idi; ben de bendim.”
Montaigne
Mıknatısların kuzey ve güney olmak üzere iki kutbu vardır.
Aynı kutuplar birbirini iterken zıt kutuplar birbirini çeker. Ilgaz ve Ceylin
ilişkisini bir mıknatısa benzetirsek ilk bölümden bu yana her zaman farklı
kutuplara sahiptiler. Ceylin, Ceylin idi; Ilgaz ise Ilgaz.
Yazar Paul Cutright, aşkın tanımının herkese göre farklı
olduğunu ve bilinçsiz bir şekilde her ilişkimizde kendimizde eksik olan
tarafları tamamlamaya ihtiyaç duyarak gelişmeyi, öğrenmeyi ve iyileşmeyi
hedeflediğimizi savunur. Yani bizde eksik kalmış bir taraf karşımızdaki insanda
varsa farkında olmadan bu eksikliği tamamlama güdüsüyle o kişiye çekiliriz.
Tıpkı Ceylin ve Ilgaz gibi. Ancak zıtlıkları onları her ne
kadar birbirlerine çekse de bazen birbirleriyle zıt fikirlere sahip olmak
onları o kadar fazla yoruyor ki tüm çekime rağmen itici bir kuvvet uyguluyorlar
ve mıknatısın birbirine zıt iki kutbunun birleşmesine izin vermiyorlar.
Ceylin’in “Kendimi böyle seviyor muyum, eski halimi
özlüyor muyum?” isyanına şahit olduk bu bölüm. Son birkaç bölümdür Ilgaz ve
Ceylin’e yazılan sahnelerin altından psikolojik olarak kalkmak oldukça güç.
Sevdiğiniz birinden sen beni değiştirdin, ben de buna izin verdim ancak şu an
bundan memnun muyum bilmiyorum sözlerini duymak oldukça acı verici olmalı.
Ilgaz ise Ceylin’i bu iç hesaplaşmaya soktuğundan bi haber. “Ben böyle mi
hissettiriyorum gerçekten?” sorgulamasına giriyor. Çünkü Ceylin’e bu
şekilde hissettirmeyi hiçbir zaman istememiş.
Ilgaz’a sanki doğduğu günden beri bir şırıngayla doğruluk ve
dürüstlük enjekte edilmiş gibi. Daha ilk bölümde bir suçluya nasıl davranması
gerekiyorsa kardeşine de o şekilde davranmıştı. Muhtemelen karşısına Ceylin
çıkmasa doğruluk ve dürüstlük eşliğinde onurlu bir savcı olarak yaşayıp
gidecekti. Ancak Ceylin karşısına çıktı ve onun da hayatı en az Ceylin kadar
altüst oldu. Ceylin bir savcının sesini kaydedecek kadar korkusuz bir avukattı,
Ilgaz ise Ceylin’i hapse attıran bir savcı. Seksen bölümde ne değişti derseniz
birçok şey değişti ancak birçok şey de değişmedi. Ilgaz yine aynı Ilgaz, Ceylin
yine aynı Ceylin tek fark minik bir kızlarının olması.
Minik Mercan. Mercan Ilgaz ve Ceylin farkında olmasa da
evdeki kaotik havayı hissediyor. Elif’ten öğrendiği “anneyle baba kavga
edince baba koltukta yatar” bilgisiyle zihnindeki parçaları birleştiriyor
ve bir gece daha babasının koltukta yattığını görünce bunun basit bir uyuya
kalma olmadığını anlıyor. Gerçekten çok zeki ve akıllı bir kız çocuğu. Sanki
Ilgaz ve Ceylin’in tüm iyi özellikleri onda toplanmış gibi. Tam bir avukat ve
savcı kızı. Ancak Mercan’ın hayatındaki tek travma babasının birkaç gecedir koltukta
yatıyor olması değil, keşke öyle olsaydı. Maalesef çok derin yaralara,
travmalara sahip. Ve bence en son hissetmesi gereken duygu annesi ve babasının
birbirini artık eskisi kadar sevmiyor, eskisi kadar birbirini anlamıyor olduğunu
sanması. Evet, anne ve babamız da dünyaya bir kere geliyorlar ve anne, baba
olmanın herhangi bir okulu veya kazanılması gereken bir sınavı yok. Bu yüzden
onlara anlayışlı olmalıyız ancak Mercan henüz 5 yaşında bile değil. Birbirini
sevmeyen iki insanın ilişkilerine çocukları için devam etmesini korkunç
buluyorum fakat Ilgaz ve Ceylin hala birbirlerine aşık. Belki fazla optimist
olacak ama dünya üzerindeki pek çok şeyin sevgiyle aşılabileceğine inanıyorum.
Sevginin iyileştirici bir gücü olduğuna… Bazen yara da merhem de aynı kişidir.
Ilgaz’ın etrafında sert duvarları var ve Ceylin bu
duvarların ötesine geçebilen tek kişi. Ancak bazen Ceylin bile bu duvarları
aşamıyor. Sürekli kalın duvarların ardında sevdiği adamı beklemek onu zorluyor
ve eskiyi özlüyor. Hiçbir duvarı aşması gerekmeyen zamanlarını.
“Senin bütün sancıların, rahatsızlığın acaba benim
gizleme ihtimalimden mi kaynaklı yoksa başkasına tercih edilme ihtimalinden
mi?”
Ilgaz ve Ceylin’in uzun zamandır içinde tuttukları
duygularının Fırat’ın gelişiyle dışarıya taşmasının sebebi belki de Ilgaz’ın,
Ceylin’in kendisi yerine bir başkasını tercih etmesi ihtimalinin korkusudur.
Ilgaz birkaç bölüm önce Mercan konusunda kendini affetmediğini ve hiçbir zaman
da affetmeyeceğini kendisi söylemişti. Bıçağın da yaranın da kendisinde
olduğunu… Durmadan elindeki bıçakla kendisini deşiyor ancak açtığı yeni
yaralardan yalnızca kendisinin değil Ceylin’in de canını yaktığından habersiz. Kendini
artık Ceylin tarafından sevilmeye layık görmediğini düşünüyorum. Fırat ve
Ceylin’i izlerken sürekli Ceylin onun gibi biriyle mutlu, üstelik mutlu
olmak için çabalamasına bile gerek yok; ben ise onu acıların içinde bırakmış
bir adamım diye düşünüyor gibi. Yani sorun Fırat’ı ilk gördüğü andan beri
Fırat’ın Fırat olması değildi; Fırat’ın Ilgaz’ın tam zıttı, Ceylin’in kolayca
mutlu olacağı biri olmasıydı.
Ancak durum Ilgaz’ın kafasında kurduğu gibi değil. Ceylin
her sahnede belirttiği gibi kocasını çok seviyor. N’olursa, ne yaşanmış olursa
olsun. Bazen mutluluk başkalarıyla kolaylıkla elde edilebilir ancak siz, elde
etmesi zor bile olsa o kişiyle mutlu olmak istersiniz.
Ilgaz ve Ceylin farklı fikirlerini itmek yerine onlardan
beslenmeliler. Çünkü ne Ilgaz Ceylin gibi biri olabilir ne de Ceylin.
Sevdiklerimizle mutlu olmayı istiyorsak onları her halleriyle kabul etmemiz
gerekir. Ilgaz’ın kedine katil de olsa Ceylin’i hala seveceğini söyleyen
Ilgaz’ı, Ceylin’in ise tüm zıtlıklarına rağmen kalbini Ilgaz’a teslim eden
Ceylin’i yeniden hatırlaması gerek.
“Bana sormuştun ya bakınca mutlu muyum, öyle mi
görüyorsun diye. Çok güzel bir şeye sahipsin Ceylin. Şu sofra, huzur, ailen.
Evet özgür ruhun dizginlerden hoşlanmıyor ama sahip oldukların da çok güzel.”
Yekta aslında Ilgaz ve Ceylin ilişkisine dair söylenebilecek
en güzel şeyi söyledi. Ceylin’in özgür ruhunu dizginleyen Ilgaz’dı. Ancak Ilgaz
hiçbir zaman Ceylin’i “Ceylo” olmaktan uzaklaştırmak istememişti. Sadece
onu korumak istedi. Korumak isterken de incitti, incindi. Aslında çok önemli
bir şeye sahiptiler; bir aileye.
Çok sevdiğim bir alıntı var Elemental filminden “Bu
işin yürümemesi için milyon tane sebep var. Milyon tane “hayır”. Ama bir de
“evet” var. Birbirimize dokunduk. Dokunduğumuzda bize bir şey oldu. İmkânsız
bir şey. Birbirimizin kimyasını değiştirdik.” Ne kadar imkânsız olsa da
Ilgaz ve Ceylin birbirine dokundu. Ilgaz ve Ceylin birbirlerinin kimyasını
değiştirdiler. Buna şahit olduktan sonra isteseler de geriye dönemezler. Çünkü
artık birler.