Kapalı kapılar ardında, korktuğun o karanlıktan
seni çekip alamadığım ve beni beklediğin her gün için affet beni sevgilim...
İkinci sezonun en çok
beklediğim bölümüydü Baran'ın, Dilan'ın kayboluşuna dair tüm gerçekleri
öğreneceği bölüm. Sarf edilen cümlelerin, yapılan eylemlerin ve saklanan onca
şeyin, en çok da zincirli odanın Dilan’da bıraktığı travmalardan sonra Baran’da
açacağı yaraları görmek, hissetmek ve yaşamak…
Baran’ın sahilde,
Dilan'dan gerçekleri dinlerken ki hissettiği o çaresizlik, o eli kolu bağlı
kalma halleri, o hayal kırıklığı eşsizdi. Hâlbuki o kadar çok istemişti ki bu
kez sevdiği kadına zarar verenin cezasını kesmeyi. Ve yine o kadar
yıkılmıştı ki karısının anne hayalinin bu denli yıkılışına. Hâlbuki
Dilan’la birlikte ne kadar çok hayalini kurmuştu, annesinin de dâhil
olacağı kocaman bir aile olacaklarına dair. Belki de Dilan kadar annesine de
değer verecekti, Baran... Çaldığı her kapıda duyduğu evladı yalanla dolanla
elinden alınmış masum anne modelinin Baran’a bu kadar büyük bir ters köşe
yapacağı aklının ucuna bile gelmemiştir muhtemelen. Şimdi önünde yıkılmaz bir
duvar var, ona engel. Ne yaşarsa yaşasın Dilan için ortada bir gerçek vardı ve
o da Sabiha’nın öz annesi olduğuydu. Atsan atılmaz, satsan satılmaz
dediklerinden. Ve fakat Baran için kalbim dediği kadına zarar veren bir
kadından ibaretti, Sabiha. Şimdi mümkün müdür Baran’ın, Dilan’a rağmen
Sabiha’yı aşması?
Dilan anne hayali
kurarken annesini ikinci kez kaybetmesinin acısını yaşadı; Baran, Dilan'ın
annesini bulduğuna sevinemeyişine kahroldu için için. Taraf tutamadıkları bir
savaşın ortasında kalmış iki savaşçı gibiydiler adeta, sahilde konuşurlarken.
İkisi de Sabiha gerçeği ile birlikte aynı hayal kırıklığını, aynı acıyı, aynı
çaresizliği yaşadılar. Tek bir farkla: Baran'ın öfkesi kat ve kat üstündü bu
savaşta ve her an kılıcını kuşanmaya hazırdı. Ne affetmesi mümkündü ne de anlaması...
Neye, nasıl, ne kadar
üzüleceğini bilmez bir şekilde derin bir ayılma yaşadı, Baran. Duyacaklarından
korkarcasına ama öğrenmek zorunda olduğunu düşünerek dayandı tekrar Sabiha’nın
kapısına. Üç ay karsına ne yaptığını sorarken ki o tahammül edememe hissiyle
karışık yüzündeki acı; Sabiha’nın kendi pişmanlığına dair sarf ettiği cümlelere
karşı ‘’Senin ne hissettiğin umurumda bile değil!’’ Derken ki o tiksinme
duygusu; odanın kapısına geldiğinde anlık geçmişe dönüşü ve o gün, o kapıyı
açmayışına karşın duyduğu yüzündeki o pişmanlık ifadesi, o kadar muazzamdı ki…
Barış Baktaş, Baran’ı bendeki zirvesinin kat ve kat üzerine taşımayı başardı.
Minnettarım…
Evet, ben çok
bekledim; zincirli odanın Baran tarafından yerle yeksan edilmesini. Ve hatta
Dilan’ın da buna şahit olmasını. Ve fakat belki de Baran’ın verebileceği en
olağan tepkiydi, iç çeke çeke sevdiğinin acısına attığı o sessiz sedasız
çığlıklar. Belki de Dilan’ın katlanabildiği o işkencelere, Baran’ın bağıra
bağıra acısını atmaya hakkı yoktu. Öyle güzel, sessiz sedasız ağladı ki Baran,
belki de Barış, içime işledi tüm duyguları. Ben duydum; içinde kendine dair
sarf ettiği isyan çığlıklarını. Kimse duymasa da ben duydum; Baran’ın Dilan’dan
dilediği özürleri…
‘’Sen onu zincire mi
vurdun?’’ Dediği yerdeki can acısıyla karışık tiksinme hissini o kadar güzel
verdi ki Barış Baktaş, sarıp sarıp baştan izledim sahneyi. Hani bir insan
kalbinin kaldıramadığı bir acıyla yüzleşince midesi bulanır ve kusma isteği
hisseder ya, gözlerinden tutunda dudaklarındaki kıvrıma kadar o hissi yansıttı
sahneye. Gözlerini kapatıp iç çekişi… Yanaklarına damla damla süzülen göz
yasları… Sanki aldığı her nefes harammış gibi titreye titreye dudaklarının
arasından verdiği soluklar… Elinin kontrol edilemeyecek şekilde titremesi…
Sabiha’nın ‘’Senin sayende dayandı bu acıya… Bu odada senin için günlerce
gözyaşı döktü.’’ Dediği yerde, Baran’ın kendine lanet edermiş gibi gözlerinin
düştüğü o boşluğu gördüm ben sahnede. Sanki Dilan’ı bulamadığı her gün için,
Dilan’ın onu beklediği her gün için kendine lanet okumuş gibiydi adeta. Belki
de bu kadar yakındayken onu hep uzaklarda aradığı için isyan etti kendine...
Baran’ın o gün, o odada duyduklarından sonra üç ay boyunca aldığı nefesten bile
nefret ettiğine yemin edebilirim. Tahammülünün bittiği yerde kapıyı
tekmeleyerek gitmekte buldu çareyi…
‘’Bunca şeye tek yalnız nasıl katlandın
Dilan?’’
En çok hayalini
kurduğum cümleydi bu cümle hiç şüphesiz ki. Dilan’ın onca acıyı tek yalnız
yüklenmesine içten içe kırgındı belki de Baran. Hâlbuki kaç savaşın içinden
galip çıkmıştılar el ele. Kaç isyan bastırmıştılar birlikte. Bununda üstesinden
beraber gelmek varken, Dilan’ın kendisine reva gördüğü bu yalnızlığaydı sitemi.
Ya da belki de en çok kendisineydi, kızgınlıktan ziyade kırgınlığı… Nasıl
anlayamamıştı kalbim dediği kadının içinde kaybolduğu bu savaşın büyüklüğünü?
Yüzleştiler bir kez daha. Hiç sır kalmadan, bütün gerçeklerle birlikte.
Sarıldılar… Öyle sarıldılar ki birbirlerinden ayrı kaldıkları tüm günlere inat…
Öyle ağladılar ki, birbirlerinde açtıkları yaralara merhem edercesine
gözyaşlarını… Karşılıklı öyle güzel yükseldi ki Sevgili Barış ve Yağmur; onlar
sahnenin içinden geçti, sahne bizim içimizden adeta…
‘’Dilan çok üzülüyor
baba.’’ Dedi Baran, çalışma odasının penceresinden, havuz başında dalıp dalıp
giden karısını seyrederken. Hâlbuki isteyeceği en son şey bile değildi Dilan’ı
üzmek. Ve fakat kabul edilemeyecek, en azından kolay kolay hazmedilemeyecek olaylar
yaşanınca, Baran da istemeden de olsa kanatmasa bile yarasına dokunmuş oldu
karısının. Anlamalıydı Dilan’ı... Anlaşılması gerekirdi...
Dilan’ın, pencereden
tüm ailesinin tarandığını görmesi bile başlı başına bir travma sebebidir.
Hanginiz katlanabilirdiniz böyle bir görüntüye? Herkes sadece Dilan’a ne
olduğunu merak edip bedenen özgür bir şekilde onu ararken ki bir şeyler
yapabiliyordular Dilan'ı bulmaya dair en azından; Dilan kollarından sürüklene
sürüklene çıkarıldı o konaktan. En büyük travması kapalı kalmakken üç ay, bir
odada ailesine ne olduğunu bilmeden, yapayalnız, ayağında zincirle yaşadı.
Kaçmaya çalıştıkça canı yandı her defasında. İnsanın aklını yitirmesine
sebeptir bu olay. Dilan’ın yerinde başka biri olsaydı psikolojik destek almadan
bu süreci atlatması imkânsızdı. Ve fakat bana göre yanlış olsa da Dilan
kendince Baran’ı korumak için kalbinden vazgeçmeyi göze aldı. Yıkılmak yerine
tek yalnız da olsa savaşmaya çalıştı başına gelenle, gelenlerle... Kimsenin
doğrularını kimse sorgulayamaz. Dilan o konakta çok fazla bedel ödedi.
Sonrasında üç ay boyunca Baran’ın sucu olmasa bile bir başkasının Baran’dan
intikam alma bedeli oldu. Üç ay yapayalnız, bir odanın içinde zincirli
bir şekilde kapalı kaldı. Yaptığı, söylediği ya da korktuğu her şey bu
yasadıklarının sonucu. Şimdi kimse Dilan için Baran’ın ona sunduğu bu kadar
inisiyatifi sorgulayamaz. Baran’da Dilan, sonsuz af hakkına sahip. Dilan
yaşadıklarının ardından, Baran’ın sevgisiyle sınanırken yetmezmiş gibi hayalini
kurduğu annesini de kaybetti. Daha fazla acıyla sınanmaması için Baran'ın
elinden ne gelirse yapması şarttır. Dilan o odadan, o zincirden, o yalnızlıktan
Baran’ın sevdasına tutunup sağ çıktıysa Baran da onu anlamaya mecburdu. Bu
yüzden Sabiha’nın konağa gelmesini kısıtlayabilir ve fakat Dilan'la görüşmesini
engelleyemez. Dilan o konakta bir bedel değil artık… Baran, Hasan'ın
yaptıklarını babaannesinin annelik hakkı için nasıl görmezden geldiyse Dilan
içinde Sabiha'ya alan açması gerekir.
Baran ve Dilan
girdikleri tüm savaşları birbirlerine olan aşkları sayesinde kazandılar. Hiç
kuşkusuz bu hengâmenin içinden de eksilmeden el ele çıkacaklar. Çünkü onlar
birbirlerine ev oldular. Ve insan en çok evinde huzur bulur...
İki bölümün teşekkür
paragrafı hiç kuşkusuz ki Sevgili Barış Baktaş’a. Baran’ı bu kadar kusursuz
giyinip, ona tüm duyguları bu kadar şahane yükleyip, tüm sahnelerde kalbimizden
geçtiğin için sana minnettarım. Bir kez daha iyi ki sen Baran Karabey’sin.
Işığın hep parlasın.
KISA NOTLARIM:
* Cihan’ın
Dilan’a yüklenmesinden ziyade ona ‘’Bu’’ demesinden rahatsız oldum. Bu demek
oluyor ki Dilan, Cihan’ın canı yanana kadar ablası ya da yengesiymiş.
* Cihan
Dilan’a yükselirken Baran’ın ‘’Yengenle böyle konuşamazsın!’’ dediği yerde
kaldım. Muazzamdı.
* Baran ve
Dilan’ın çalışma odasındaki yüzleşmeleri, yerli ya da yersiz bir birlerine trip
atmaları çok şahaneydi. Ağzım kulaklarımda izledim desem yeridir. Yazın hocam
bol bol bu taraftan.
* Dilan bu
bölüm tam anlamıyla Dilan Karabey olmuştu. Baran’ın gözüne soka soka Azade ve
Sabiha’nın birbirinden bir farkı olmadığını söylemesi ve hakkını haklı olarak
savunması kadar güzel bir şey olmasa gerek.
* Sevelim ya
da sevmeyelim, Dilan’ın artık onu canı pahasına savunan bir annesi var.
* Cihan’ın
sorumluluk alma isteğini anlıyorum ve fakat Cihan Tıp okuyor. Bir doktor olma
yolunda ilerlerken eline silah alıp mafyacılık oynamasının bir anlamı yok. Bunu
ona birilerinin göstermesi lazım.
* Bana göre
bir kurgu hatasını dile getirmek istiyorum. Baran Sabiha’nın evinden çıktığında
sahne kesildi ve anlık merdivenlerden ard arda inen Dilan ile Baran’ın
karşısına çıkıp Dilan’dan hesap saran bir Cihan ile karşılaştık. Ardından odaya
çıkıldı ve beklediğimiz o büyük duygusal yüzleşme oldu. Sahnenin büyüsünü ister
istemez düşürdü kurgunun bu şekilde ilerlemesi. Dilan ve Cihan merdivende
karşılaştıklarında Baran dış kapıdan içeri girmiş ve Dilan’ı öğrendiklerinden
sonra ilk orda görmüş olsaydı sahne daha çok anlam kazanırdı. Bu da benim
naçizane fikrim.
* Son olarak
Baran’ın Dilan’a SEVGİLİM demesi için kime yürümem gerek? Haa birde Baran haki
gömlek giyinsin, n’olur...
İkinci sezonun en
şahane, en seyredilesi iki bölümünü izledim diyebilirim. Sarıp sarıp baştan
izlemelik bölümler. Hele hele Dilan ve Baran sahneleri, geçen tüm repliklerine
kadar yeme de yanında yat cinsinden.
Yazan, yöneten kamera
arkası önü emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.